Leo yine yaklaşmıştı. Son birkaç aydır kaç kere hayatını bile bile tehlikeye atmıştı kim bilir. Her seferinde yaşamak için bir neden bulsa da, hatta ders bile alsa, bunu unutuyordu. Farkındaydı da. "Uçlarda yaşamayı seviyor" olmalıydı. Karşısındaki heybetli adama bir ders vermek istiyordu aslında. Bu kadar ileri gitmese olmazdı. Heybetli çöl devi bu küçük Leo'yu farketti.
-Ey kardeşim, Leo! Sana karşı korumayacağım kendimi. Gel. Otur yanıma, konuşalım.
Leo güldü.
-Sana iyileşecek bir gün daha vermeyeceğim.
Lu Go Bonzu karşısındaki inatçı gence döndü. Gülümsedi.
-Güzel. Fakat kardeşim, en azından beni biraz dinle.
Leo'nun yapacak başka bir şeyi kalmadı, kabul etmekten başka. O bir gaddar değildi.
-Tamam. Ama sen de sorumu yanıtlayacaksın.
-Kabul ediyorum. Hadi, otur.
Leo bağdaş kurarak oturdu. Çölüm ortasında incecik bir kumaş parçasının üstünde oturuyorlardı. Leo'ya bir şişe su teklif etti çölün devi. Leo ne kadar da susamıştı. Kana kana içti. Çöl devi kahkahasıyla tüm çölü inletti.
-Leo kardeşim, yarasın!
Gülmeye devam etti. Ne kadar zamandır böyle gülmemişti kesin. Daha doğrusu bu çölde onu güldürecek kimsesi yoktu. Leo'nun sorusuyla kahkahası kesildi.
-Lu Go Bonzu, burada boş boş yürüyorsun, hayatını harcıyorsun. Sonra da gelip hayatın ne kadar değerli olduğundan bahsediyorsun. Bu iki yüzlülük değil midir?
Bütün çöl dev ile birlikte durgunlaşmıştı sanki.
-Boş değildir bu yaptığım. Sana hikayemi anlatmama izin ver. Çok uzun zaman önce değil, üç sene önce oldu her şey.
Leo ciddi bir suratla dinlemeye başladı.
-Şu an üzerinde bulunduğumuz bu yer eskiden üzerinde çiçekler açan, çocukların güldüğü, aşıkların öpüştüğü güzel bir şehirdi. Bana öyle bakma, kardeşim Leo. Kötü yanları da vardı tabii, fakat böyle aniden kaybedince onların hepsini unutuyorsun. İyi şeyler kalıyor sadece. Bir gün Kızıl Monarch diye anılan bir adam çıkageldi. Tüm bu gezegenin yöneticisiymiş. "Bu çelimsiz adam mı yönetirmiş tüm bu alemi?" Diye sorup gülmüştüm ilk. Keşke demeseydim. Sırf bu nedenden dolayı siyasi suçtan hapishaneye atıldım. Bir sene sonra çıktım. Geri geldiğimde ise böyleydi buraların hali. Yürüdüm, yürüdüm. Belki bir kişi çıkagelir diye bekledim. Aylar önce Mahmut Usta geldi. Ailemin yok edildiğini söyledi. Oğlum, karım ve erkek kardeşim de, göçüp gitmişler. Öfkemden çılgına döndüm, Kızıl Monarch bana olan sinirini tüm şehirden mi çıkarmıştı? Hayır... Başka bir nedeni vardı bunun. Hatta beni şehirden uzaklaştırmasının nedeni de buydu. Mahmut Usta'dan öğrendiklerim bu kadar. O günden sonra o adam ve ekibiyle kaldım. Ve onlar bana gerçeği gösterdi.
Lu Go Bonzu bitik bir haldeydi. O bembeyaz, detaysız gözleri doldu.
-Keşke bunları göremeden biri canımı alsaydı. Bak oğlum, vatan her şeydir...
Leo merak ediyordu.
-Ne oldu?
-Kızıl Monarch burada değerli bir maden bulmuş. Dünya ve Battle Dome isimli başka alemlerdeki başka insanlara satacakmış bu madeni. Bizimkilerden de şehri bırakmalarını istemiş. Göl kenarında, güzel bir şehir vaadetmiş onlara. Yaşlıları ve hastaları almamış tabii. Bizim şehrin gençleri bir gün kendi aralarında anlaşmış ve o çaresiz insanları ölüme terk etmişler. Hepsi madende ölmüş. Ailemi aradım, onların yerine üç korkunç canavarı buldum. "Baba, onlar bizim için öldüler. Biz güzel bir şehirde yaşayalım diye kendilerini feda ettiler.", "Evet. Biz hep seni bekledik, bak burası eski şehrimiz gibi değildir. Hayat var burada hayat!". Hiçbir şey diyemedim. Söyleyeceklerimi ağzıma tıktılar. Boyumun sığmadığı kapıdan çıktım. Son kez bir şey söyleyecektim, fakat karşımdakiler o eski günlerdeki ailem değildi. Ruhunu paraya satmış şeytanlardı. O gün bu gündür burada, vatanımdayım. Zaten bu hayatta kimse kimseyi sevmiyor, herkes bir illetin derdine tutuşmuş. Benim hiçbir zaman ailem yokmuş demek ki. Benim ailem bu kum tanelerine dönüştü. Mahmut Usta beni gelecek dört genç hakkında uyarmıştı. Amacınız beni öldürmek olacakmış.
Lu Go Bonzu gülümseyerek Leo'ya baktı.
-Söyledikleri doğruymuş... Sahi Leo, neden beni öldürmek istiyorsun?
-Seni öldürmek istemiyorum ki. Sen zaten ölmüşsün. Çölde yürüyen bir cesetsin.
Eline bir avuç kum aldı, yavaşça rüzgara bıraktı onları.
-Bak böyle un ufak olsan, kuma karışsan bütün alemlerde hiçbir şey değişmeyecek.
Sessiz kaldı heybetli çöl devi.
-Seni öldürmek değil amacım. Kendime bir şeyleri kanıtlayacağım. Ve sana da... Ey Lu Go Bonzu, heybetli çöl devi!!! Adil olmayan dövüşleri sevmem, ayağa kalk! Benim gibi dik dur, benim gibi karşındakine dişlerini geçir!!
-Oturarak bile senden uzunum, büyüğüm. Beni kaldırma, ey çocuk!
Leo sırıttı.
-Heybetinden kimsenin şüphesi yoktur zaten. Kalk!
Lu Go Bonzu sakince oturup gözlerini kapadı. Bu bir meydan okumaydı. Leo biraz sinirlenmişti. Hayır, çok sinirlenmişti. En son ne zaman öfkelendiğini kendi bile hatırlamıyordu.
-Demek, demek sana ne denli ciddi olduğumu kanıtlayamadım ha... Demek hala yetersizim.
Leo öfkeyle kükredi. Bir Leo beş Leo oldu. Her yönden heybetli çöl devine saldırmaya başladı. Leo az önce oturdukları yerin içine hızla dalıp çıkarak onun yerle bağlantısını kesti. Havaya uçuracaktı koskoca çöl devini. Yapabilmişti, Lu Go Bonzu'yu ayağa kaldırabilmişti. Lu Go Bonzu hızlı bir el hareketiyle Leo'yu sırtından kavradı. Havaya kalkan kumlar yerine oturdu böylelikle. Leo kıyafetini bir rüzgar estirip göğüs kısmından kesti. Sırtı ile kıyafet arasına da yaratabileceği en soğuk havayı koydu. Koskoca çöl devinin elinden kayıp çıkmıştı. Bir önceki gün kemikten ayıramadığı kolu kesmeye devam etti. Çöl devi yine oraya gideceğini anlamıştı. O yarasının arasından güç fışkırdı, sanki yarılmış topraktan lav çıkar gibi. Fakat başka bir Leo çoktan çöl devinin kafasının arkasında yaralar açmaya başlamıştı bile. Çöl devi arkasına döner dönmez havayı mermi gibi çöl devinin beyaz gözlerine ateşledi. Çöl devi acı içinde kükredi. Leo ulaşabileceği en yüksek hızda çöl devinin hiddetinden kaçmıştı. Fakat yeryüzünü zıplayarak kıran dev onu havada yakaladı ve göğsüne patlayıcı bir yumruk atıp gökyüzüne fırlattı. Dev, Leo'yu sezebiliyordu. Leo'nun kaburgaları yine paramparça olmuştu. Fakat bu onu durduramazdı!! Havayı ciğerlerine azar azar ama çok sık üflemeye başladı. Kıpkırmızı olmuştu. Şu an tüm hayatı tamı tamına üç kat daha hızlı çalışıyordu. Her geçirdiği saniye onu üç saniye yaşlandıracaktı. Leo'nun kemikleri kaynamaya başlamıştı bile, yağları eriyor, derisi kuruyordu. Birazdan kas kaybetmeye başlayacaktı. Çöl devi ayağının altını patlata patlata bir roket gibi Leo'ya yaklaştı. Leo bilerek onu kör etmişti. Şimdi devin etrafında hızla dönerek onun bedenini kesik kesik yapıyordu. Çöl devi onun nerede olduğunu bilmediği için defalarca büyük patlamalar yarattı. Gökyüzünde iki güneş vardı o gün. Leo patlamaları rüzgarla geri gönderecekti fakat devin gücü çok fazlaydı. Böylelikle çöm devi güç yoğunluğunun olduğu yeri anlamış ve hızla hareket eden Leo'nun gerçek yerini tespit edebilmişti. Fakat Leo yılmayacaktı, Leo onu yenecekti, Leo daha güçlüydü, en güçlüydü. Aklı düzgün çalışmıyordu, bu yükseklikteki hava kafasını bozmuştu. Lu Go Bonzu için de aynısı geçerliydi ama. Amacı Leo'yu öldürmek değildi fakat tüm gücüyle onun sırtına iki elini çekiç gibi indirip bir patlama oluşturmuştu. Şu an bu gezegende akşama doğru olan her yer gökyüzündeki iki güneşi görebilmişti. Hatta büyük şehirlerde insanları oyalamak için haftalarca haberlere çıkacak, hakkında komplo teorileri yazılacaktı. Bu patlama devin kendisini bile haşlamıştı. Dev ağzından kara dumanlar çıkararak yere düştü. Leo ise ölmüştü. Gerçek anlamıyla, sonunda! Bir çuval gibi yere düşmüştü. Kapkaraydı, tamamen kılsız kalmıştı. Kafatası olması gereken yerde, sol göz boşluğunda, bir taş yakut gibi parlıyordu. Taş bir toza dönüştü. Üzerindeki kemik çuvalına tekrar bir şekil verdi. Leo bu kumarı kazanmıştı. Tüm hayatını dedesinden ona kalan lanete oynamıştı. Bu lanet Leo'nun henüz bu kadar güçlü değilken kullandığı başka bir güç kaynağıydı. Kullanıcısının sağ gözünü işgal eden bir parazit lanetti. Dedesine bir düşmanı tarafından yerleştirilmiş fakat dedesi bu laneti kendi lehine kullanabilmişti. Dedesi öldüğü vakit de bu lanet Leo'ya zıplamıştı. Dedesinden duymuştu, bu lanet eğer tüm kapasitesinin yüzde sekseni kaldıysa ölüyü bile diriltebilecek gücü bir anda salan bir lanete dönüşüyordu. Ölü demişken, tam ölü değil, beden tam ölmeden, geri dönemeyecek duruma gelse bile. Leo'nun beyni yerindeydi. Ruhu serçe parmağıyla tutunmuştu bedene. O vakit çalıştı lanet. Leo bu gücün yüzde yirmisini kullanmış olabilirdi. Hayatında ilk kes Hüso'yla olan ilk dövüşlerinde kullanmıştı, sonra da En Güçlü Adayı, Polis Teşkilatı'nın En Güçlüsü Crisma'ys karşı kullanmıştı. Fakat dedesinin ne kadar kullandığını bilmiyordu. Belki de lanet Leo'nun hayatından birkaç senesini çalmış ve ona bu hayatı bağışlamıştı. Zaten bu gidişle fazla yaşamazdı bu Leo. Leo'nun bilinci yerine gelmeye başladığında olabildiğince en hızlı şekilde uzaklaşmıştı devden. Leo'nun yenmesine az kalmıştı. Planı yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Geriye kalan son bir kozu vardı. Bu sefer sondu. Aslında tam olarak son da değildi. Ölümden önceki son çaresiydi bu. Leo'nun aklında ne vardı?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventuraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...