Bölüm x4: Yemek Saati

0 0 0
                                    

Nao tam bir hafta burada kalmıştı. Bunun yerine birkaç sene karanlık, soğuk bir zindanda kalmayı yeğlerdi. İlk günlerde oturduğu yerde kaskatı kesilmişti. Önüne yerden çıkan bir sistemle günde üç öğün yemek geliyordu. Nao ilk gördüğünde o yemek tasının neden bu kadar devasa olduğunu anlayamamıştı. Sonra tırnaklarını kesen dev dışında hepsi hızla yemek tabağına saldırınca neden öyle büyük ve dolu olduğunu anladı. O tabak odadaki herkesi beslemek içindi! Top havuzunda oynayan hiperaktif olan atikçe tabağa ilk ulaşan olmuştu. Etkileyici bir el çabukluğuyla saniyeler içinde kendi pis tabağını doldurup top havuzuna geri zıplamıştı. Top havuzunun kıyısına oturmuştu oturmasına ama arada bir içgüdülerine yenilip aniden zıplamaya başlıyordu. Zıplaması boğazına kaçan lokmayla duruyordu. O lokmayı da yutamayıp dışarı kusuyordu. Birbirleri üzerinde zıplayan cücelerin ise ortak bir tabağı vardı. Onlar normal bir şekilde azar azar doldurmuşlardı. Nao'yu bu insanca davranışları garip bir tedirginlikle şaşırtmıştı. Tam da beklediği gibi bu ucubelerin gösterileri arabaya geri döndüklerinde başlamıştı. Nao bakmamak istiyordu. Midesi ağzına gelmişti çünkü. Ama merakı onu ucube gösterisinin devamını izlemeye itmişti. Cüceler yine birbirlerinin üstündeki yerlerini aldılar. Üstteki cüce yemeği altındakinin karnına sürüyor ordan yiyordu. Sonra da diğerinin ağzına kusuyordu. Bir öbürü bir öbürü yavaş yavaş, zevkli zevkli (!) yemeklerini yemeye devam ediyorlardı. Bunu insanlar yapsa belki daha farklı bir tepki verebilirdi, Nao daha fazla dehşete düşerdi belki. Ama bu çirkin siklops cüceleri bunu yaparken gördüğünde elinden kusmaktan başka bir şey gelmemişti. Midesi bozulmuştu. Masada oturan iki tanesi de zarif olduğunu sanarcasına yürüyüp yemeğe en son ulaşmışlardı. Yine kibarmışlar gibi davranarak sıraya girdiler ve işlemeli, zarif olan yemek tabaklarını ve gümüş çatallarını çıkardılar. İlki çatalını iki parmağıyla tutup (Zaten üç parmakları vardı.) yemeği tabağına doldurmaya, daha doğrusu boca etmeye başladı. Tek başına önceki alanlardan daha fazla yemek almıştı. Öbürü arkasından bir şeyler mırılanmıştı. Sanki "Ay hadi kız, çok aldın. Yeter artık." diyordu. Öbürü de eliyle tırnak döngüsünde hapsolmuş cüceyi işaret etti.
-Ay ben bunları kaynıma aldım (I'yı uzatarak, ağzını yamulta yamulta).
Böyle demişti sanki. Nao daha ilk günden delirdiğini düşünmeye başlamıştı. Şimdiden olmayan şeyleri kafasında kurgulayıp, bu küçük cüceleri konuşturmaya başlamıştı. Onlar sadece hayvansal sesler çıkarıyorlardı. Buna inanmalıydı. Ama görmüştü, ninesinin birkaç hafta heves edip gittiği ve yanında Nao'yu da götürdüğü, o kadınların toplaşıp dedikodu yaptığı, diğerlerini (veya onların ailelerini) sinsice yerip kendilerini yükselttikleri o boğucu ve gergin kadın günlerindeki suratları görmüştü cücelerin suratında. Zaten üçüncü hafta çocuk kalbiyle bir şeyler sezmiş, kendini yerlere atarak ağlamıştı oraya gitmemek için. Hatta ninesinin de gitmesini istemiyordu. Ninesi hep iyi kalpli ve sıcak kanlıydı. Kimsenin arkasından kötü düşünmezdi. Zaten en yaşlı da oydu gün grubundaki. Diğerleri on senedir evli kadınlar, ikinci kocayı falan eskitmiş dul karılar ve yeni evli ama şeytani genç kızlardı. Genç kızlar kocalarını, dul karılar kendilerini, evli kadınlar çocuklarını iyice yükseltiyorlardı. Bunu da diğerlerini alçaltarak (ya da alçalttıklarını sanarak) yapıyorlardı. Böyle bir ortamdan insanın (hatta o sinsi kadınların) deşarj olmadan, mutsuz bir şekilde ayrılması mümkün müydü? Köyün en melek yüzlü genç kızı (köyün en sevecen -hatta Nao'nun küçücükken ilk aşkı olan- genç adamıyla evlenen o güzel, o sevimli genç kız) bile oraya girdiğinde o sarkık、 korkunç makyajlı kadınlar gibi oynamaya başlıyordu. Zaten küçük Nao ninesinin sinsice ezilmesinden çok o ablası olarak saydığı genç kızın oraya girdiğinde bu denli değişmesine dayanamadığı için bu kadar karşı çıkmıştı. Ninesi o kadınların hepsiyle teker teker, en azından üçlü gruplar halinde görüşebilirdi zaten. İşin garibi o iki kocayı eskitmiş, şimdi de gençliğinde yaptığı çapkınlıklarla adı çıkan adamla flörtleşen dul kadın bile ninesiyle bire bir görüştüğünde hiç sinsilikle entrika yapmıyordu. Hepsinin kalbinde saklı bir iyilik vardı. Olmasa bile karşılarındaki o temiz yürekli kadına sinsice yaklaşmalarına vicdanları müsade etmiyordu. Günde onlara bunu yaptıran o ortamın havası ve sürü piskolojisiydi. Zaten genellikle güçsüz, elinden neredeyse hiçbir iş gelmeyen kadınlar gidiyorlardı kendilerini tatmin etmeye, biraz olsun dopamin salgılamaya. Bütün gün evdeydiler, ama yemek bile düzgün yapamıyorlardı. Ulan kaç senelik ev hanımısın poğaçanın içinden neden saç çıkıyor!? Zaten birbirleriyle arkadaş bile olmayan kadınların sırf birkaç arkadaşları da var diye küçücük salonda, on beş kişi saatlerce oturması kadar mantıksız bir şey olabilir miydi? Neyse ki Nao, ninesini ve hatta o genç melek yüzlü kızı bile gün grubundan ayırabilmişti. Yine de bu zevki tadan kadınların, kadınlık içgüdülerine yenik düşüp kendi aralarında küçük bir gün grubu kurmalarını engelleyememişti Nao. O herkesin arkadaş olduğu küçük gün grubu, soğuk savaş alanı gibi olan büyük gün grubunun verdiği zevki vermiyordu ama. Bu yüzden insanları yerebildiklerini kendilerine tekrar kanıtlayabilmek için grup dışındaki kadınların dedikodularını yapmaya başladılar. Böylelikle hem birlikte bir takım halinde tatmin oluyorlar hem de grup dışındaki insanları daha kolay bir şekilde ezebiliyorlardı. Ne zaman içerdekilerin de dışardakilere benzediğini fark edip bu dedikoduları içeri döndüreceklerini kestirmek kolaydı. Dışarıya sallamak、 içerde dönen entrikanın verdiği hazzı vermekte yetersiz kalınca birbirlerini sinsice yermeye kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Nao artık ne ninesini ne de o ablayı kurtarabilirdi. Tabanca ateşlenmişti artık. Nao iyi yönünden bakmıştı olaya. En azından tam zamanlı entrika çevirmeyecekler bazen gerçek arkadaşlar olacaklardı (en çok da dışarda dedikodu yapmaya değer bir olay yaşandığında). Hem çevirsinlerdi. Diğer tatmin kaynakları sınırlıydı çünkü. En azından kendi kurgu dünyalarında mutlu olacaklardı. Hem haftada birdi sadece. Haftada bir. Nao'ya bunları hatırlatmaya yetmişti işte o cücenin ses tonu ve bakışları. Üstüne bir de arkasından gelen cüce diğeri ona bakmıyorken ona tiksintiyle bakmıştı ya, işte o Nao'yu artık inandırmıştı onların o büyük gün grubundaki kadınlar gibi bir piskolojide olduklarına. Makyajları da aynı onlar gibiydi. Kendilerini çirkinleştirmek için elinden geleni yapmışlardı. Durdu bir dakika Nao, yoksa... ya gerçekten çirkinleşmedilerse?! Neyse, Nao onları izlemeye tekrar koyuldu. İlk önce kibarca yemeklerini kendileri yemişlerdi. Sonra o çok yemek alan cüce, tırnaklarını kesme döngüsündeki cüceye yemek yedirmeye başladı. Cüce sadece tırnaklarına odaklanmış, çiğnemeye devam ediyordu. Ağzının kenarından akan yemekleri öbür cücek eliyle koluyla siliyordu. Bunu görünce Nao birden kendisinin durumuyla cücenin durumunu birbiriyle ilişkilendirmişti. Fenalık geçiriyordu. Hiçbir şey yemek istemiyordu. Zaten midesi de kalkmıştı. Oturduğu yerden terler içinde sırt üstü soğuk yere düştü. Gözleri yarı açık tavana bakıyordu elinin arkasıyla anlındaki teri silerek. O da aynı o tırnak kesen dev gibi bir döngüye mi düşmüştü? Sonsuza dek burda mı kalacaktı? Arkasını odaya dönüp yan yatmaya başladı. Sonra bir anda rahatsız olunca sırtını duvara dayayıp köşede cenin pozisyonunda uyumaya çalıştı. Belki uyku ona iyi gelebilirdi. Kısa sürede uyuyabilmişti neyseki. Nao uyandıktan sonra durumunu değiştirebilecek miydi, yoksa gerçekten de düşmekten korktuğu döngüde miydi?

Battland Maceraları Vol. 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin