"Benim ailem pek de zengin değildi. Babam yapabileceği tek iş olan askerliği tercih etmişti. Ben ne yüzünü ne de sesini hatırlarım. Annem zayıf bir kadındı. Siyah saçlı, esmerdi. Uzun saçlarını ucundan bağlar ve sağ omzunun üstünden önüne atardı. Ten rengimi ondan, saçlarımı ve gözlerimi babamdan almışım. Annemin hastalanması pek uzun sürmedi. Bir gece su içmeye kalkarken düştü ve kolunu kırdı. Ben de anneme yardım ettim. Annem gülümsedi. Köy hekimi anneme yardım etti. Ama ne yazık ki kolunun asla iyileşmeyeceğini söyledi. Annem yatakta otururken yüzünü çevirdi. Bana bakmamaya çalıştı.
-Bir şey olmaz. Ben varım. Annemin kolu olurum.
Annem bunu demem üstüne bana döndü. Yine gülümsüyordu. Doktor çok paramız olmadığını biliyordu. O yüzden para almak yerine başka bir şey istedi benden.
-Seni doktor yapacağım. Her gün akşam yemeğinden sonra benim kliniğime gel.
Günlerce annemle ilgilendim. Annem bana bildiği her şeyi öğretiyordu. Hastalığından dolayı çok hareket edemiyordu. Hem kendime hem de ona bakabilmeyi öğreniyordum. Akşamları hekimin kliniğine gitmeye başladım. Ufak bir yerdi, köydeki her ev gibi.
-Okuma yazma bilmiyor musun, Samuel Turf. Hmm... demek tam olarak bilmiyorsunuz efendim. Merak etme, sana baştan öğretirim o zaman... Yemek yemedin mi sen? Al bunu ye, şunu da annene götür... Samuel, insan hayatı önemlidir. Bu garip aslında. Çünkü herkesi sonunda ölüm bekler. Ama ölümü unutup yaşarız. Sonuçta olacaklara işine geldiği zaman bakar insan. Bu da diğer çelişkisidir... Neden mi doktor oldum. Bilmiyorum, o da benim çelişkim. Ölümü ertelemek ve insanlar ölümü beklerken rahat olmalarını sağlamak. Her şeyin sonlu olduğunu bilmeme rağmen... 'Hiç ölenlere üzülmez misin?' Güzel soru. Üzülmem, Samuel Turf. Herkes doğacak ve ölecek. Sen neden biri doğunca üzülmüyorsun. Ölmek ve doğmak aynı şey.
O zamanlar ölüm hakkında neden bu şekilde konuştuğunu anlamazdım. Sesi çok titrerdi zaten. Yaşım ilerledikçe bunu neden yaptığını anladım. Doktorun bir de kızkardeşi vardı. Benden iki yaş büyüktü. Kum gibi saçları vardı, deniz gibi gözleri vardı. Bazen sohbet ederdik.
-Off, Samuel Turf. Ee, nasıl gidiyor eğitimin. Anneni iyileştirebilecek misin?
-Şimdilik emin değiliz. Daha önümde uzun bir yol var.
Doktorun iyileştiremediği hastalığı benim iyileştiremeyeceğimi biliyordum... Daha on yaşındayken o hissedilen duygu aşk mıdır bilemiyorum. Ama şu an ona aşığım. Onun bir arkadaşı vardı, erkek.
-Samuel Turf, sen gördüğüm en güçlü kardeşimsin. O hep senden bahsediyor...
Bana hep iyi davrandılar. Kimse bana kötü davranmadı. Hep benim mutluluğumu istediler... Bir gece annemin elini tuttum, "İyi geceler, annem...". Üzülmemiştim. Annem üzülmemi istemezdi asla. Onu iyileştiremeyeceğimi zaten anlamıştım. Annemin bana bıraktığı şey sadece esmer tenim değildi. Gülümsememi de bana o bırakmıştı. Tek başıma kaldım. Babamın ölüm haberinin gelmesi uzun sürmedi... Mezar taşının önüne bir çiçek bıraktım.
-Anne, babam vefat etmiş. Bir çocuğu kurtarmak için kendini feda etmiş. Kahraman babam.
Bana ne olacak artık, bilmiyorum...
-Ben doktor olmak istemiyorum. Kahraman olacağım. İyileştirmekten çok kurtarmakta daha iyiyim. Bunu siz de biliyorsunuz, hocam...
Dört beş sene sonra doktorun kız kardeşi ve onun erkek arkadaşı evlendiler. Bana da onların mutluluğunu görüp sevinmek düştü...
-Yardım edin, kuyuya düştüm!
O adam saatlerdir oradaydı. Kolu, bacağı ve kaburgası kırılmıştı. Hiç düşünmeden yardımına koştum. Bu kadar güçlü olduğumu bilmiyordum.
-Kahraman, kahraman, Samuel Turf! Daha dün küçücüktün, yumurcak. Şimdi herkesin yardımına koşuyorsun. O köpek balıklarını nasıl da dövdün öyle...
Bir kahramanın düşmanları da olur.
-Samuel Turf sen misin?! Sen benim kardeşimi nasıl kendine aşık edersin!!
Tek yaptığım ona ormanda eşlik edip, sağ sağlim köyüne ulaştırmaktı. Karşıdaki köyün kızıydı. Aynı zamanda yaralarını da tedavi etmiştim.
-Al şu bezini!
Onları ilk önce dövüp sonra da güzel bir akşam yemeği hazırladım. Sonra köylerine gönderdim...
-Demek gidiyorsun, Samuel Turf. Köyüne bir daha gelecek misin?
Gökyüzüne baktım.
-Bilmem.
Kum saçlı, derya gözlü kıza gülümsedim.
-Bu köyün kahramana ihtiyacı kalmadı. Kim bilir dünyada kaç kişinin yardıma ihtiyacı vardır.
Her şeyi geride bıraktım. Gerçek amacım bir kahraman olmak değildi aslında. En büyük isteğim başka bir şeydi...
-Ee, genç adam. Seni buralara hangi rüzgar attı. Neden bu kervandasın.
-Sizi eşkiyalardan korurum efendim.
Omzuma vurdu, sırıttı.
-Her erkeğin macerasının altında bir istek vardır.
Gecenin yıldızlarına baktım. Biz hareket ettikçe aynı yerde kalıyorlardı.
-Aşık olduğum birini arıyorum. Bir yerlerde bulacağım.
-Nasıl yani, tanımıyormuş gibi söyledin.
-Evet. Ama bir yerlerde onu bulacağım. Bir aile kuracağım. Gökteki yıldızlar gibi, nereye gitsem yanımda olacaklar. İşte o zaman duracağım. Onların kahramanı olacağım.
-Gözlerinde bir boşluk var genç adam. Sanki gereğinden fazla düşünüyor gibisin.
Doğru söylüyordu. Köyden ayrılalı bir sene olmuştu. Yalnız değildim aslında, hep yeni insanlarla tanışıyordum. Ama hep ne kadar yalnız olduğumu düşünüyordum. Ne zaman onu bulacağımı düşünüyordum. Belki güçsüz olduğumdandı... Bir gün bana bir fotoğraf ulaştı. Derya gözlü bir bebek. "Sevgili Samuel Turf, Bu mektup sana ulaşmıştır umarım..." Onları tekrar hatırladım. Özümü orada bırakmıştım. Onlar gökteki yıldızlardı. Beni bırakmamışlardı ama ben özümü kabul etmeyi düşünememiştim. Kahramanlığa devam edecektim. Eninde sonunda O'nu bulacaktım... Bu gün de doğru yolda olduğumu gösteren bir adamla karşılaştım. O benim kadar şanslı değildi. Zor yoldan öğrenmişti, özüne tutunmayı, özüyle güçlü olmayı... Bu emsalim arkadaşımı yeni yolculuğuna uğurladım. Ben de yeni bir yolculuğa çıkacaktım..."
Yolculuklar nasıl olacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...