Son zamanlarda sınırlarının zorlandığının farkındaydı. O mavi gözlü kız olsun, Hüso olsun. Kendisine güzel bir dağ bulup zirvesine çıkmıştı. Tam bir gün boyunca kılını bile kıpırdatmadan, su içmeden, tuvalete gitmeden tek ayak üstünde durmuştu. Günler onun için böyle geçmekteydi. Üç gün ağzına hiçbir yiyecek sürmedi. Zaten bu dağın karlı zirvesinde yiyecek hiç bir şey de yoktu. Hava baş döndürücüydü. Boş Zihin'inin bozulması için en iyi ortamdı bu. Hayır, belki o beyaz saçlı kız gelseydi en iyi ortam olacaktı, ya da o Hüso gibi rahatsız edici biri. Bunların düşüncesi bile yetmişti Boş Zihin'inin sarsılmasına. Ama o Boş Zihin'de ustalaşmalıydı. Hem annesine sarılabilecekti ustalaşırsa. Bebekliğinden beri annesinin bir durumu nedeniyle ona kokusunu alacak kadar bile yaklaşamamıştı. Uzaktan konuşmuşlardı hep. Bu yüzden daha güçlü olmalıydı, kendisini kaybetse bile. Dedesinin götürdüğü tapınaklardaki dört tanrıyı yenip enerjilerine sahip olmuştu. Asura, Kratos, Bia ve Nike. Hüso'ya karşı bir tek Nike'nin gücünü kullanamamıştı. Zaten onu kullanamıyordu daha. Kaldıramıyordu gücünü. Her neyse, her türlü düşüncelerden ayırmalıydı kendini.
.......
Dördüncü gün dağdan aşağı indi. Açlıktan ölmemek için. Dağın eteklerindeki ormanı aştı, sivri bir falez vardı ormanın ardında. Tam ucunda da büyük bir ağaç. İşte bu ağaca kendini asacaktı, boynundan. Ama önce ölmeyecek kadar yemek yemeliydi. Ve bundan oldukça az zevk almalıydı.
.......
Her şey istediği gibi gidiyordu. Bir koza gibi sarkmıştı ağaçtan aşağı. Burada uyumadan karşısındaki denizi izleyecekti, susayana kadar. Mavi deniz ona o kızın gözlerini hatırlatıyordu. Demek ki unutamayacaktı onu uzun bir süre... Bu olmamalıydı. Sidartra'nın Boş Zihin'i bozulur gibi oldu. Kötüydü bu! Onu unutmalıydı artık. Öfkesine hakim olamamaya başladı bir anda. Boynuna sarılı halat yırtıldı.
-Bu lanet olası denizi yok edeceğim!
O yüksek falezden aşağıya atladı. Asura ortaya çıkmıştı. Güneş batana ve mavi deniz artık mavi görünmeyene kadar tüm enerjisini saldı. Kendisine öfkeleniyordu artık. Bunu yapmasına hiç gerek yoktu. Daha da sinirlenince tüm enerjisini harcamıştı. Neyse ki enerjisi kalmayınca kontrolü biraz olsun eline alabilmişti. Ay ışığının aydınlattığı denize baktı. Bembeyaz. Aynı saçları gibi. Olmaz! Unutmalıydı onu! Neden her şey onu hatırlatıyordu ona? Sidartra bağıra bağıra ağlamaya başladı.
-Gerizekalı kız! Neden işimi bölüyorsun?
Koştu. O kızı öldürecekti! O asla geri dönmeyeceğini söylediği dağa gidecekti.
.......
Yolda çok düşündü bunu. Öldür, öldürme... Bir taraftan öfkeli benliği, güçten deliren o Sidartra, "Öldür" diye bağırıyordu. Bir taraftan da yaşam felsefesi, Boş Zihin ona sakinleşmesini öğütlüyordu. Ama sesini tanımadığı bir Sidartra daha vardı. Onun ne dediğini anlamıyordu, bilmiyordu. Bilmediği bir dilden konuşuyordu. Ama bedeni o Sidartra'nın söylediklerini dinliyor gibi hissediyordu. Bu iğrenç durum onu istemese de kar saçlı kızın olduğu dağa çıkarmıştı. Bu! Sidartra'nın kalbi durmuş gibi oldu aniden! Bu nasıl bir güçtü? Yutkundu. Kim di bu, o kız mıydı? Bu ustalığa ulaşabilen. Sidartra'nın Boş Zihin'ini bile ezip geçerdi. Git gide hava dondurucu soğuklara ulaşıyordu. Ama Sidartra durmadı. Soğuğun kaynağına gitti. Ölmemesi için tanrısal altın enerji sarmıştı etrafını. Yürüdü, yürüdü. Beyni çalışmıyor gibiydi. Sidartra'nın hissettiği bu duygu da neydi? Korku değildi. Daha çok tanrı sevgisi gibiydi bu. Hayranlık gibiydi, asla erişilemeyecek o mutlak mükemmelliğe karşı olan hayranlık gibiydi. Nirvana'ydı bu. Ona tanıklık ediyordu. Göz kamaştırıcı kar fırtınasının arasından geldi, bir çift mavi göz. O dalgalı beyaz saçlar, ipek gibi beyaz ten. Karların arasından çıktı, yürüdü. Boş Zihin! Bu mutlak Boş Zihin'di. Sadece güzel bir kızın bedeninde şekil bulmuştu. Aşağılık Sidartra'nın yanından geçti mükemmellik. Boğazı düğümlendi bacakları tutmayan genç adamın... En sonunda güç toplayıp bir cümle kuracak cesareti buldu.
-Adın... adın ne?
-Yuki.
Sidartra güldü, güldü. Kahkahalar attı. Bunu daha fazla kaldıramayacaktı, delirmişti. Gözlerinden yaşlar akıyor, yere düşemeden donuyorlardı.
-Nasıl olabilirsin sen!?
Yuki isimli varlık, mükemmel oluşum, arkasını döndü. Sidartra aklından geçen binlerce düşüncenin arasından birini dikkate aldı. Yuki? Bu onun adıydı. Hüso'nun arkadaşlarından biriydi bu varlık. Bir kez daha güldü.
-O Yuki ha! Hüso'nun...
Bu isim anahtar kelime olmalıydı. O mükemmel Boş Zihin'deki titreşimi hissetti Sidartra.
-Eskidendi o. Artık sadece Yuki'yim ben. Hepsi birer hatıra artık.
Sidartra bunca şeyin arasından Yuki'nin hüznünü hissedebilmişti.
-Lanet olsun!
İçinden melek çıktı Sidartra'nın. Altın rengi saçları, uzun beyaz kanatları... Bir çelenk tutuyordu elinde.
-Nike!
Bu kötüydü. Nike'ın enerjisi biri sadece galip olarak kalırsa, asla yenildiğini kabul etmezse onda kalabilirdi. Şimdi Sidartra'nın terk edilme vakti gelmişti. Çünkü o aşağılık, bu Yuki'nin Boş Zihin'i altında ezilmişti.
-Beni, bu aşağılık Sidartra'yı yanına al. Yuki! Seninle olmak istiyorum.
Neler diyordu bu?! Ne alakası vardı bu dediğinin şimdi? Şimdiye kadar kendini hep en iyisi sanıyordu. Aslında hiçbir şeyi olmayan eziğin tekiydi o. Bunu kabul ediyordu. O gerizekalı Hüso bile birkaç hafta çalışsa onun Boş Zihin'ini ezebilirdi. Annesinin yanına gitmek mi, ona yaklaşabilecek kadar güçlü olmak mı? Haha! Bunu yapamazdı o. Daha kendi gücünü kaldıramayacak kadar acizdi o. İlk defa bir kızı çıplak görünce aniden aşık olmuştu ona, her şey onu hatırlatmıştı. Unutmak için çabalasa da unutamamıştı. "Güçlendiğinde gel." böyle demişti Hüso'ya. Halbuki güçlenmesi gereken oydu. Burada Sidartra denilen insanın her şeyi bitmişti artık. Hayatı boyunca ulaşmaya çalıştığı Nirvana karşısında Yuki isimli bir varlıkta şekil bulmuştu. Garipti bu his. Reankarne olmak istiyordu, yeniden doğmak istiyordu. Tüm duyguları birbiriyle çatışıyordu. Aşk ona Yuki'yi asla kaçırmaması gerektiğini söylüyordu. Gururu ona Hüso'ya dediklerini hatırlatıp onu üzüyordu, ne kadar yetersiz olduğunu yüzüne vuruyordu. Kıskançlık da baş göstermeye başladı. Artık Boş Zihin falan onu tutamayacaktı. Buraya neden geldiğini hatırlattı öfkesi ona. Yuki denilen varlığı öldürecekti, Nirvana'yı yok edecekti. Kendi dininin kafiri olacaktı. Bu doğayla bir olmak değildi, onu düşmanı seçmekti. Yeniden doğmak için bu yolu seçmek şeytanlıktı, ama o şeytan olmayı göze almıştı. Sonuçta insanlarda birer hayvandı.
....
Yuki kara enerjiyi gördü karşısındaki genç adamdan yükselen. Gözlerinden kan geldi onun. Simsiyah çürüyen tırnaklarıyla kendi yüzünü tırmaladı. Şekil buldu öfkesi.
-Seni öldüreceğim, Yuki! Sen her şeyimi benden aldın. Hatıralarını da seni de yok edeceğim.
Yuki somurttu. Karşısındaki nasıl bir deliydi, anlayamamıştı. Ama kendisini korumalıydı. Karşısında kara enerjiye kendinini kaptırmış genç adam altın rengi enerjiden bir deve dönüştü kendisi. Üç yüzlü, altı kollu bir dev. Gücü çok yoğundu, Yuki'nin asla hissetmediği kadar. Düşündü... Buz kılıçlarıyla o kolları keserek merkeze ulaşabilirdi. Tüm dağı dondurup onu Efsuna'nın büyüsüyle dağa mühürleyebilirdi, tüm tanrılarla birlikte. Tepesinde bulutlar yaratıp kılıç yağdırabilirdi. Ama bunların hiçbirini seçmedi. Boş Zihin'i kullanacaktı. Eğer o altın devi yenmek istiyorsa bu en iyi yoldu, çünkü onu böyle bir canavara dönüştüren şey Yuki'nin Boş Zihin tekniğiydi. Karar verdiği gibi sakinleşti. Derin nefes aldı. Kendisi için zaman durmuş gibiydi artık. Tüm düşüncelerini boşalttı, o en değerli varlığı olan hatıralarını unutturdu kendine. Dengeyi sağlamıştı. Mutlak denge onu insandan farklı bir varlığa, soyut bir konsepte dönüştürmüştü. Bu soyut kuvvet karşısındaki öfkenin vücut bulmuş haline karşı kullanabileceği en güçlü panzehiriydi Yuki'nin. Bir adım attı. O adımıya dev küçüldü. Bir adım daha... bir adım daha. Her adımında yok oldu dev. Her adımında güçten düştü devin kolları. Bir adım daha attı. Genç adam boş gözlerle Yuki'yi izliyordu. Artık hiçbir şeyi kalmamıştı, ne dev ne de Boş Zihin. Yuki onun omzuna dokundu. Ve, gitti. Bu sefer daha uzaklara. Bir daha görünmemek üzere, beyaza karıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
مغامرةBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...