Omlet o kadar lezzetliydi ki. Bir de altı gündür sert ve soğuk yerde, avuçlaya avuçlaya yemek yiyebilmişti. Tatları da rezaletti. Böyle birine daha da iyi geliyordu bu yemeğin tadı. O hapisteki yemekleri bu eller yapmış olamazdı. Bu omletin el lezzeti ninesininkinden bile güzeldi. Nao şaşkınlıkla yuttu ve ağzı açık Uni'ye baktı. Düşüncelere dalmış, omzunun üstünden sola bakıyordu hüzünlü gözlerle. Uni kendine gelince Nao'ya baktı. Üzüldü.
-Beğenmedin mi yoksa?
Sesi titremişti. Nao cevap veremedi. Yemeye devam etti. Tabağı silip süpürdü. Sonra portakal suyunu (?) içmeye geçti. Evet, tahmin ettiği gibi, ya bu portakallar cennetten geliyordu ya da portakal suyu değil ustalıkla hazırlanmış karışık meyve suyuydu bu. Ya da doğru cevap: Bu kadının elleri büyülüydü, neye deyse lezzetli oluyordu. Nao kendi kendine şaka yapıp gülmüştü. Uni merakla Nao'nun bitirmesini bekledi. Sorusunu tekrarladı.
-Kötü olmuş değil mi? Bana tek yorum yapan Nargile de her zaman lanetler okur yemeklerime. Hep kötü oluyor. Ne kadar denesem iyi olamıyorum yemek yapmada. Yeteneği olmaması bir insanın acı bir şey.
-Hayır! Siz ne dediğinizin farkında mısınız, abla!?
Ağlamaklı bakan Uni, Nao'ya gözlerini kocaman açarak baktı. Nao hiç böyle güzelliğini bozmasını beklemiyordu gözlerini kocaman açmasının. Öyle hüzünlü ve keskin bakışları daha iyiydi. Nao düşüncelerine yapmacık yapmacık güldü.
-Nargile... Nargile demiştiniz değil mi? O da kim?
Uni sevinmişti. İlk defa birisi övmüştü onu. Aslında ilki değildi de, diğerleri övgüden çok tebrik sayılırdı. Biraz garip hissettikten sonra kararlılıkla Nargile'yi anlatmaya başladı.
-O bizim ordudaki beş kişiden biri. İnsanların izlerini sürer, gizlenir, kılık değiştirir, bir yerlere sızar... ee...
Nao heyecanlanmış gibi yaptı.
-Ne?! Ninja gibi mi?
Uni kıkırdadı. Evet, gülebiliyordu, hatta çok şirin gülüyordu.
-Evet, ninja gibi!
Nao hemen fırsattan yararlanıp ordunun kendi arasında birbirlerini nasıl gördüklerini öğrenmeye çalıştı.
-O zaman çok soğukkanlı, havalı biridir o. Her yaptığı hareket asaletini hissettirir. Değil mi, abla?
Nao'nun aklına birden Yuki gelmişti. Nedense bir anda karamsarlaşmıştı. Uni tekrar üzüntülü baktı.
-Hayır, düşündüğün gibi değil.
Bir anda kapıdan biri dalmıştı. Erkek çocuğu gibi sesiyle dalga geçerek bağırdı içeri giren esmer kız.
-Oo, Pamuk Prenses'e bak ya! Uyanmış. Heheha!
Nargile, Nao'ya yaklaşıp elini uzattı. Tırnakları ne kadar da uzundu öyle.
-Ben Nargile. Surata bak, ne bakıyorsun öyle!?
Uni bir an abla havasına Nargile'ye karşı da girdi.
-Düzgünce kendini tanıtır mısın, Nargile.
Nargile nefret dolu gözlerle Uni'ye baktı.
-Emir mi bu?
Diye sordu homurdanarak. Uni kısık sesle cevap verdi.
-Hayır. Sadece yeni arkadaşımızı düzgünce selamlamanı iste-
Öfkeyle elini kaldırarak sözünü kesti Nargile.
-Aah!! Ne önemi var kevaşe bacaklı!? Bana insanlık öğretmeye kalkma, senden öğrenecek değilim tamam mı?!
Yere vura vura ayaklarını, çıktı kapıdan dışarı.
-Canavara bak be!
Nargile homurdana homurdana uzaklaşmıştı. Uni kalkıp kapıyı kapattı. Gerçekten de üzülmüştü bu sefer. Nao'nun önünde nasıl böyle aşağılanırdı? Nao ciddi ciddi Uni'yi süzdü. Onun üzgün görüntüsü Nao'yu nedense derinden üzmüştü. Onu neşelendirmekten alıkoyamadı kendini.
-Üzülme abla. Ben sana iyi davranacağım. Şimdi bana tuvaletin yerini gösterir misin?
Utanıyormuş gibi yaptı sorusunu sorarken. Uni mutluymuş gibi görünmeye çalıştı. Nao çıplak olduğunu unutup tam kalkacakken bir çığlık atıp geri sarıldı yorgana. Uni, kendinden beş altı yaş küçük bu genç kızın kıpkırmızı kesilişine gülümsedi.
-Bekle. Sana kıyafet getireceğim.
Uni birkaç dakika sonra kıyafeti yatağa bırakıp dışarı çıktı. Nao kendine çok büyük ve uzun gelen gömleği giydi. Bu gömlek bir insana dikilmiş olamazdı. Dizlerinin altına kadar onu kapadı. İçine üç dört Nao daha rahatça sığardı. Nao buna da razıydı. Kapıdan dışarı çıktı. İnce, gri duvarlı bir koridordaydı. Yerde de gri bir halı vardı. Uni anlatmaya başladı.
-Burası senin dairen. Odanın tam çaprazında tuvaletin var. Duşlu. Odanın solunda da, tuvaletin karşısında, küçük bir mutfağın var. Dış kapının yanında kıyafet için dolap var. Bu kadar.
-Bu kadar.
Uni uzun uzun süzdü Nao'yu.
-Sana kıyafet almaya giderim. Sonra da birlikte gideriz.
Nao gülümseyerek onayladı. Tuvalete gitti. Elini yüzünü yıkadı. Gerçekten garipti yaşadıkları. Burda kalmaya karar verdi. En azından Hüsolar kurtarmaya gelene kadar. İstihbarat Ordusu'nun tüm sırlarını öğrenebilirdi yeterince uzun süre kalırsa. Ama yine de bir gün daha kalmak bile istemiyordu. Hüzünlü bir şekilde çıktı tuvaletten. Uni'yi yine düşüncelere dalmış yakaladı.
-Dışarı çıkabilir miyim?
Uni bir anda heyecanlandı.
-Ah! Hayır hayır, otur sen burda biraz daha. Ben sana birkaç eşya getiririm hen. Olmaz mı?
Nao bir an durdu.
-Ni- niye?
Nao bir an delirmiş gibi kapıya koştu. İki metre karşısında balkonun korkulukları vardı. Balkondan aşağı baktı. Uni arkasından bağırdı ama anlamsızdı. Nao korkuyla bağırdı.
-Neler oluyor?!
Uni'nin aklına bir an için kandırıldığı gelmişti. Nao'nun peşinden koşacaktı ama ayakları tutmadı, yere düştü yavaşça, oturdu. Aslında gerçeklerden kaçıyordu. Nao, Hüso'yu görüp ya onla kaçacaktı ya da Hüso büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaşacaktı. Uni felç kalmış gibi oturduğu yerde kaldı. Nao aşağıda ne görmüştü?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...