Bölüm Z2: Öz

0 0 0
                                    

Güneş daha yeni doğarken gökyüzünü hafifçe bir maviye boyar. Sonra resmini çizmeye başlar. O pek de canlı olmayan mavi gökyüzü insana belki gecenin lacivertinden daha huzur verir. Hüso uzun, huzurlu bir uykudan uyanmış gibi hissediyordu. Tam dün uyanıklığa emanet ettiği duygular geri verilecekti ki, "Durun... biraz bekleyebilir misiniz?" Hüso'nun yattığı yatağın sıcaklığı, içeriden gelen çayın kokusu ve en önemlisi odayı boyayan bu güçsüz renk... Pencereden süzülen tatlı soğuk rüzgar, rüzgarla dans eden zarif perde. Tüm bunlar üzücü duyguları durdurabilirdi. Hüso aylardır ne kaçırdığını anlıyordu, yavaş yavaş. Dünya özünde güzel bir adamdı. Kötülükler peşini bırakmasa da özü hala güzeldi ve güzellikleri göstermeye devam ediyordu. Fakat onun güzelliğini görmek güç ve emek isterdi, özel bir çift göz isterdi. O ne kadar suçlanırsa suçlansın, kötü ve çirkin şeylerin olması onun suçu değildi. Hüso biraz daha güzellikler içinde vakit geçirdi. Fakat bir sızıntı olması pek de gecikmemişti. "Benim gibi bir insan bu güzelliği gören gözlerle mükafatlandırılmayı hak ediyor mu?" Sonra da dedi ki "Bir bildiği vardır.".
Adımını attıkça koyu renkli tahtadan ses çıkıyordu. Gecenin köründe evine aldığı bu bilinmeyen adamı şimdi sabahın köründe uyandırmaya gidiyordu. Kendine söz vermişti, kim olursa olsun herkese yardım edecekti. Fakat oda kahvaltı hizmeti gerçekten de yapması gereken bir şey miydi ki, mutfağa çağırsa yerde oturup yiyebilirlerdi. Ama olsun, misafir misafirdi. Her adımında yerden pıt pıt ses çıktığını söylemiştik, işte o ses misafirin doğrulmasına neden olmuştu. Hüso, kimin geleceğini merak etmiyor değildi. Kapıdan girenin elindeki tepsi, Hüso'nun kahvaltısı, yatağın yanındaki tahta şifonyere bırakıldı.
-Hadi afiyet olsun.
Hüso karşısındaki zümrüt gözlü yaşıdını selamladı. Esmer çocuk kara kızıl saçlarını düzeltip odadaki diğer her şey gibi tahta olan sandalyeyi, tahta masanın önünden aldı, karşısındaki yatakta oturan gizemli adama çevirdi ve üstüne oturdu.
-Ben Samuel, Samuel Turf... Şimdilik buralarda kalıyorum efendim.
Hüso'nun gözleri kocaman açıktı. Şaşkınlığı gözlerine vurmuştu. Samuel Turf biraz bekledikten sonra gülümsedi.
-Ee, aç değil misiniz?
Hüso tepsiyi aldı.
-Teşekkürler.
-Annem yemek yerken konuşma derdi, ama siz konuşunuz efendim. Anlatınız, neden o durumdaydınız.
Hüso, boynu bükük, kucağındaki tepsiye baktı. Üç çeşit peynir, bir haşlanmış yumurta, bir de bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz tane zeytin vardı. Birde aşırı yoğun bir dilim ekmek vardı. Hüso ekmeği eliyle tarttı. Bu daha önce yediği hiçbir ekmek gibi değildi, o kadar ağırdı ki ekmeğin tümü iki kilo tutabilirdi. Samuel Turf'e döndü ve şükranlarını bir kez daha sundu.
-Size sormak istiyorum-
"Siz" demişti, Hüso. En son birine böyle hitap edeli bir sene olmuş olabilirdi. Öyle akışa tutunmuştu işte.
-Neden beni kurtardınız?
-Yukarıdakinin işleri, olabilir efendim... Yiyiniz, yiyiniz efendim.
Hüso ilk ekmeği eline aldı. İçini tatlı bir merak sarmıştı. Samuel Turf güldü.
-Buralarda yapıyorlar onu. Çok yoğun bir ekmek. Tadı güzeldir, ben garanti ediyorum efendim.
Hüso ekmeği bir peynirle birlikte ısırdı. Ekmeğe az gelmişti peynir. Ekmeğin tadı diline hakim olmuştu. O kadar etkiliydi ki, tüm köy ağzına gelmişti resmen! Değirmen, değirmene doğru giden gür bıyıklı genç adam, hamuru damarlı elleriyle açan yeşil gözlü esmer teyze, yanındaki iri göğüslü köylü kızı, hepsi aklına gelmişti bir anda. Emek gelmişti aklına.
-Çok teşekkürler valla. Bu ekmek çok güzel.
Hüso tabağa odaklandı. Güzel zeytinler teker teker bitiyordu. Tabakta da bir boşluk kalıyordu. Güzel şeyler... "Güzel şeyler" Hüso bir anda huzursuz olmuştu, şu anda güzel hissetmeli miydi bilmiyordu, hakkı var mıydı, bilmiyordu. Huzursuzluk yüzüne yansımış olmalıydi ki Samuel Turf eğilip Hüso'nun yüzüne baktı.
-İyi misiniz efendim?
-İyiyimiz- İyiyim.
Hüso kararlılıkla eğdiği başını kaldırdı. Karşısındaki adam onu dün gece tek başına, soğuk dışarıda olmaktan kurtarmıştı. Tek isteği de onun hikayesini dinlemekti. Hüso, Samuel Turf'e baktı. Hiçbir faydası olmasa da anlatacaktı, hiçbir faydası olmasa da anlatmak zorundaydı. Şiddetlenen rüzgar o zarif, beyaz perdeyi dalgalandırdı.
-Her şeyi anlatacağım, Samuel Turf.
Samuel Turf hiçbir şey demeden dinlemeye koyuldu. Hüso bir yandan yemek yerken, bir yandan hikayesini anlatıyordu.
-Şu an karşındaki kişi özünü kaybetmiş biridir. Ben, Hüso. Ama artık bu adın bir anlamı üç dört kişiden fazlası için bir anlam ifade etmiyor. Ben ailem dediğim kişileri kaybettim. Beni bıraktılar.
"Aile"... Hüso bunu diyince, bir anda ciddileşti. "Kaybettim", nasıl? Hüso elini peçeteye götürdü. Peçeteyi ikiye katladı. Ağzını sildi. Anlatmaya devam etti.
-Çok aşık olduğum bir kız vardı. O kız, onun ikiz erkek kardeşi ve benim başka iki eski arkadaşım, bu dünyada maceradaydık. Hepimiz kararlı gençlerdik, kendimizi geliştirmek istiyorduk, bazımız dünyanın güzelliklerini tecrübe etmek isterdi. Şimdi o hayaller çok sahte geliyor... O aşık olduğum kızı ellerimden aldı bu dünya. O belki onun yokluğunda güçlü kalmamızı istedi, fakat ben onu bir daha sağlıklı görme umudunu kaybetmiş olmalıyım ki, özüm çürümeye başlamıştı. Kendimle hep eskisi gibi konuştum, aslında konuşan ben değildim. Ben dinlemeyen taraftım. Özüm bana doğru bildiğini söylüyordu. Fakat ben kulak asmıyordum. Yavaş yavaş izi kaybolmaya başladı. Yeni bir insana dönüştüm. Fakat özünü kaybedenin hiçbir dürüstlüğü kalmaz. Daha güçlü, fakat boştum. Mutluluğu kabul etmedim. İçimdeki şeytana uydum. Kendimi ezdim. Bir insana en çok kendisi zarar verebilir. Onu göremeyince kendimi suçladım. Hepsi boşunaymış. Sonunda ona tekrar kavuştum. Onun yokluğunda aşık oldum ona. Geri gelince onun üstüne çok gittim herhalde. Kardeşi beni hep engellemeye çalıştı. Zamana ihtiyacı olduğunu ima etmeye çalışıyordu. Ben de ona zaman verdim. Fakat yolum yanlıştı. Onun bana yaşattıklarını ben de ona yaşattım, kaybolarak. Geri geldiğimde her şey eskisi gibi olur zannediyordum. Fakat özünü kaybeden ve yeni birisi olan birisi sizin eskiden tanıdığınız kişi değildir. Aynı zamanda sahtelik kokar. Gözlerinin yansıttığı ışık sahtedir.
Hüso sinirlendi. Yumruğunu sıktı. Devam etti.
-Belki, belki bana yardım edebilirlerdi, özümü bana geri kazandırabilirlerdi. Fakat beni reddetmeye karar verdiler. Başından beri onların gözünde olduğum şey silinmişti. Paramparça oldum. Parçalar benle konuşuyorlardı. Kendi boş kabuğumu uzaktan izler gibiydim. Birliğim bozulmuştu. Fakat o özü bulacağım. Bu yaptıkları aklımın başına gelmesini sağladı. Güçlenmek istedim. Özünü kaybederse insan, kısa yollarla güçlenebilir. Fakat bu kendisi gibi sahte bir güçtür. En güçlüler özünü kaybetmeden güçlü kalabilenlerdir. Doğru bildiklerini yaparak, kararlılıkla, azimle... Kaybetmekten korkmayan, ders çıkaran. Mutlu olan. Gerçeklerin yükünü taşıyarak koşabilen, ileriye. Onlar, eski dostlarım, bilerek mi yaptılar bilmiyorum. Fakat bu yaşananlar beni yeni bir maceraya çıkartacak. Özümü tekrardan bulacağım ve güçleneceğim! İşte benim hikayem bu...
Samuel Turf derinden etkilenmişti. Hışımla ayağa kalktı.
-Neden kendinize bu kadar kötü ettiniz efendim? Kardeşim, size ben de kendi yolculuğuma çıkma hikayemi anlatacağım. Ondan sonra çıkıp gideceksiniz, özgürlüğe koşacaksınız! Özünüzü bulma macerasına çıkacaksınız. Bu sizin yolunuz.
Hüso heyecanlanmıştı. Bir anlığına birliği tekrar kurduğunu hissetti. Hüso 2; Hüso'nun içindeki umut kırıntısı. Özünü taşıyan kutusu. Onun erginliği. Doğruyu bilen parçası. Onu görüyordu. Hüso 2, son kez bir parça olarak ona seslendi.
-Hüso, senin kalbin temizdir. Özünü tekrar yakalayabileceksin. Bu andan itibaren sen ve ben ayrı değiliz, ayrılmayacağız. Sen ve biz yok artık, ben var, Hüso, ben varım.
Hüso derin bir nefes aldı. Bir an nostaljik hissetti. Geçmiş arkadan gelen bir güçtür. Bazen seni karanlığına çeker ve eritir. Bazen de seni ileriye iter... Hüso'nun hikayesi, bu güne kadar. Bu ana kadar bu kadardı. Samuel Turf'ün hikayesi nasıldı peki?

Battland Maceraları Vol. 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin