Hüso bugünlük tek başına kahvaltı etti. Uzun zamandır ilk defa yalnızdı. Yalnız değilken yalnız başına kalmayı seviyordu. Ama en sevdiği Elise ile yalnız olmaktı. Yine de arada sırada tek başına kalmak iyiydi. İçerideki kızlar öğleden sonraya kadar uyurdu tahminine göre. Zaten biraz dinlenmek ikisi için de iyi olurdu. Nao'nun aklı çok karışık olmalıydı. Hüso kalkıp perdeleri çekti. Tüm zeplini kapkaranlık yaptı. Geceyi daha çok seviyordu, karanlık olunca dışarıdaki güneşten soyutlanmıştı mekan. Hüso koltuğa yatıp Mahmut'un yeni toplayacağı ekibin nasıl insanlar olacaklarını düşünmeye başladı. Belki de şimdiki güçleriyle bile asla yenemeyecekleri insanlar olacaklardı. Belki gücün işlemediği, tahmin edilemez güçleri olan büyücüler olacaklardı. Hüso kendinde neyin eksik olduğunu düşünmeye başladı. Daha doğrusu neyi geliştirebileceğini. Daha güçlü saldırılar yapabilmesi için daha çok enerjiye ihtiyacı vardı, enerjisini de arttırmalıydı bir de. Aynı zamanda daha çok hızlanabilirdi. Bunlar zamanla olan basit şeylerdi zaten. Uzaktaki şeyleri tutuşturma gücü halen çok zayıftı. Ona yoğunlaşmalıydı. İşe yarayacağı durumlar olacaktı. Bir de yeşil alevleri çok güçsüzdü. Kendisini iyileştirebilecek bir tek onlar vardı. Aslında bir büyüyle güçlendirebilirdi onları, çünkü yeşil enerji doğası gereği zaten o kadar güçlü değildi. Hüso'nun düşünceleri telefonun çalmasıyla bölündü. Kızlar uyanmasın diye telefonu çok çaldırmadan açtı.
-Hüso, biz gelemiyoruz kardeşim. Bizi alabilecek misin?
-Neredesiniz?
-Başkentteyiz, yükümüz var biraz çok uzaklaşamayız. Acele etmeden gel, daha otelden çıkış yapmadık daha.
-Tamam İbo. Şu kızlar uyansın yola çıkarız. Bir iki gün sürer buradan.
-Olur, biz bekleriz. Hadi, sağ salim gelin.
-İyi günler.
Hüso yerine geri oturdu. Leo ve Yuki nasıllardı acaba? Bir onlar eksikti takımda. Derken, evet. İyi insan lafının üstüne gelir.
-Ey, Hüso! Neredesin?
Hemen zeplinden çıkıp indi.
-Leo!
Hafif bir rüzgar esti. Leo yavaşça yürüyerek Hüso'nun önünde belirmişti.
-İyi görüyorum seni, Hüso... Bu arada beni Nao çağırmıştı buraya.
Hüso'nun yüz ifadesi ciddiydi.
-Hoşgeldin.
-Uzaklaşalım buradan.
-Nasıl istersen.
Leo'nun kendine güveni yerindeydi. Hüso onun ne istediğini anlamıştı. En son görüştüklerinde ettikleri kavganın rövanşını istiyordu. Bunu hakediyordu da, Hüso o kadar isteksiz ve tutkusuzdu ki o zaman, dövüşten sayılmazdı. Şimdi ise tam tersiydi. Leo'nun kalın, siyah kıyafetine rağmen vücudunun büyüdüğü belli oluyordu. Saçlarını da uzatıp toplamıştı. Kapalı olan lanetli gözü de kaybolmuştu. İki gözü de yeşildi şuan. Bacakları şort giydiği için açıktı ve daha çok kıllanmıştı. Leo çok daha güçlü görünüyordu eskisinden. Hatta Hüso onun günler önce ne yaptığından bihaberdi. Evet, kendi aklında Mahmut'un yeni takımı hakkında planlar yapabilmişti anca. Ama Leo bir tanesini yenmişti bile. Leo'nun yürüyüşünde bile güçlü bir his vardı. Hüso'nun ağzı kulaklarına varmıştı. Gerçekten bu hayatta en sevdiği iş buydu, zorlu dövüşler. Bu dövüş çok daha önemliydi, hayatındaki en önemlisi bu olmalıydı. Aylar öncesinden kalan bir borcu ödeyecekti bugün. Leo ile bir tepeden aşağı indiler, gölün kıyısında boş bir çayır vardı. Ormanın ortasıydı burası. Zeplin ve Zula'ya da yakındı, hatta zeplinin penceresinden bakan biri onları rahatlıkla görebilirdi. Hüso, Leo ile ilk dövüştüğü zamanı hatırladı. Onda da böyle boş bir yere götürmüştü onu. Hüso'nun heyecanla gülümsediğini gören Leo da gülümsedi. Siyah kıyafetinin fermuarını açtı ve onu çıkarıp rüzgara bıraktı.
-Hüso, eski dostum. Hayatım boyunca bu ana hazırlanıyormuşum ben...
Leo'nun kasları parça parçaydı. Tüm lifleri görünüyordu neredeyse. Omuzları zırh gibi olmuştu. Ama yine de fit gözüküyordu. Enerjisinin dışında fiziksel gücüne de çok yüklendiği belli oluyordu. Vücudunun üstünde hafif yanık izleri vardı. Bunlar Hüso'nun alevlerinin ürünü değillerdi. Leo konuşmaya devam etti.
-Sizden ayrıldıktan sonra çok düşündüm, benim hayatım o kadar da değerli mi diye. Biliyor musun, hiçbir şeyi umursamıyordum aslında.
-Evet. Umursamaz bir adamsın sen, eski dostum.
-Şimdi böyle düşünmüyorum. Kendi hayatımın değerini anladım. Hiç "Kaybedecek hiçbir şeyim yok." diye düşündüğün anlar oldu mu, biz ayrıldıktan sonra? Öncesinde olmadığını biliyorum. Sen bir şeyler için yaşardın, tutkun vardı hayata.
-Bazen olmuştur. Neden soruyorsun bunları?
-Birkaç kez hayatımı o düşünceyle tehlikeye attım. Güçsüzlüğüme ve tutkusuzluğuma bahane miydi bilmiyorum. Ama kendimi tatmin etmek için bu düşünceye sığındım, hayatımı kaybedersem eğer seçtiğim yolda kaybedecektim. Bu kötü bir şey değildi. Değil mi?
-Bir işi yapmazsan eğer, ölüden farkın kalmayacaksa... Seçtiğin yolda yürümemek seni yaşamıyor gibi hissettiriyorsa, o yolda ölümü göze almalısın. Ama-
-Evet, ama. Boş yere de hayatını gözden çıkarmamalısın.
-Aynen öyle. O kadar umursamaz olmamalısın. Ölü olmak da seçtiğin yolda yürümemekle aynı durum sonuçta. Hayatını tehlikeye sokarken defalarca düşünmelisin. Seni evde bekleyen dostlarına nasıl hesap verirsin ölürsen.
-Doğru diyorsun. Ben bunu düşünemiyordum eskiden. Benim için üzülecek sevdiklerim mi var? Farketmez, benim için sadece ve sadece üzülecekler. Bu onları öldürmez. Hiç de üzülmeyecekler belki de. Böyle düşündüm defalarca. Neyse, eskiden ne düşündüğümün bir önemi yok. Buraya tamamen başka bir iş için geldik. Bana olan borcunu ödeme vakti, Hüso.
Hüso'nun gözleri ışık saçıyordu.
-Borcu ödemeye hazırım. Ne kadar güçlendiğini göster!
-Tamam!
.......
Leo ilk hamleyi yaptı. Hüso'nun beklediğinin aksine kesici bir yumruk değildi. Sadece yüksek hızda uçup Hüso'nun yanına ulaşmıştı. Sonra ona farklı yerlerden yumruklar savurdu. Hüso yumrukların nereden geleceğini tahmin edemiyordu, Leo'nun stili değişmişti. Yine de onları bloklayabilmişti. Tam bir saniye sonra Leo tüm işini bırakıp havaya zıpladı. Birden sert ve yoğun bir rüzgar Hüso'nun kıyafetlerini ve derisini parçalayarak geldi. Hüso üstündeki kıyafetini tek eliyle çekip çıkardı, arkadaşı çok daha güçlenmişti artık. Bir şeyler düşünmesi gerekiyordu. Hüso sol elini mavi soğuk alevlerle, sağ elini kızıl yok edici alevlerle kapladı. Leo'nun peşinden uçtu. Fakat Leo tam Hüso ona ulaşmışken bir anda resmen yukarı ışınlandı. Yaptığı şey Zodiac'ın Laneti'ni kullanarak tepesindeki havayı bir anlığına aşağı çekip vakum oluşturmaktı. Aşağıya çektiği rüzgar da ufak bir alana yayılabilmişti sadece, bu yüzden bir yay gibi yukarı fırlatmıştı onu. Hüso yine peşinden gitti. Leo'nun sonsuza dek kaçmayacağını biliyordu. Bu daha çok bir koşu yarışı gibi bir şeydi. Hüso'nun hızını ve çevikliğinj test ediyordu. O da büyüsünü yapmaya başladı. Hüso'nun bacaklarını spiral şeklinde mor alevler sardı.
-PANDEMONIC ROSE.
Hüso artık havada istediği yere yönelebiliyordu. Bacaklarını saran bu büyü onun istediği yere roket gibi fırlayabilmesini sağlıyordu. Spirallerin üst kısmından aşağı kısmına püskürttüğü alevler yere gidip yeryüzünü yok etmek yerine spiralin üst kısmına geri dönüp bir döngü oluşturuyordu. Bu denli güçlü bir püskürtmenin momentumu da büyü tarafından Hüso'nun bedeninde kalıyordu. Hüso'nun bu büyüyle Leo'yu yakalaması kolaydı. Fakat Leo kendini gökyüzünün en yükseklerine kadar çıkardı. Etrafını yine Zodiac'ın Laneti'ni kullanarak bir hava tankıyla sarmıştı adeta. Nefes aldığında optimal oksijen değerlerine sahip bir hava geliyordu burnuna, ama etrafındaki hava aslında yoğundu. Bunu sırf Hüso'ya "Bak, burada istediğim kadar durabilirim. Sense etrafındaki az yoğunluktaki oksijenleri alevlerinle tüketip nefessiz kalacaksın." demek için yapmıştı. Fakat Hüso bu blöfe kanmamış aşağı inmek yerine tam tersi yukarı çıkan bir meteor gibi yukarı uçmuştu. Mavi alevlerle vücudunu kaplamıştı ve kızıl alevlerleri de elleri ve kollarında yoğunlaştırıp onları kızıl korlara dönüştürmüştü. Bu korlar yıldız gibi füzyön yapıp daha çok ısınıyorlardı. Oksijeni ve diğer hava elementlerini yavaşça daha ağır atomlara dönüştürüyorlardı. Demire kadar füzyon devam ediyor ve elleri erimiş demirle kaplı oluyordu. Bu da kızıl alevlerle olduğu için elleri yok edici oluyordu. Hüso adeta bir kuyruklu yıldız gibiydi! Leo'nun kaçabileceğinden çok daha hızlıydı. Hüso'yu biraz küçümsediğini farketti o anda. Hemen o gözdağı vermek için topladığı havaya etraftan daha fazla hava ekledi ve Hüso'nun gelişine karşılık verebilmek için tüm bu havayı sağ yumruğunda yoğunlaştırdı. Bu havayı da yüksek hızda rastgele yerlere doğru hızla oynatarak olabildiğince keskin bir hale getirmişti. Hava bu kadar yoğun olunca buz gibi olmuştu bir anlığına, sürtünmeden kıvılcımlar çıkarıyordu hava yani bu soğukluk uzun sürmeyecekti. Tabii Hüso ona bu soğuk hala varken çarpmıştı. Leo işte tam bu çarpışma anında kendini bu kadar yükseğe atarak köşeye sıkıştığınj anlamıştı. Bir yıldıza karşı kesici bir rüzgar topu işe yaramayacaktı. Zaten Hüso tam Leo'nun burnunun dibindeyken yıldıza dönüştürdüğü kollarını patlatmıştı. Leo da tüm gücünü kendisini korumaya harcasa da doğrudan hasar görmüştü. Hüso onun suratından bir eliyle tuttu ve onu kendisiyle birlikte yere uçurmaya başladı. Leo gülümsedi, aynı Hüso gibi. Çünkü yıkıcı güç ve hızda Hüso'dan biraz daha başarısız olsa da yakın dövüşte ondan daha iyi olduğundan emindi. Bir koluyla Hüso'nun onun suratını tutan kolunun üstüne vurdu, diğer eliyle ise alttan. Hüso'nun sol kolunu kırmayı başardı. Hüso aşağı doğru başaşağı ve dik düşüyordu, Leo ise sırt üstü yere paralel. Bu yüzden Leo'nun yapacağı en mantıklı şey Hüso'nun suratına saldırıp boynunu kilitlemekti. Hüso daha henüz kırılan kolunun acısını hissederken Leo onun çenesinin altından tutup burnuna sert bir kafa attı. Sonra iki gözüne de sertçe parmağını batırıp bir koluyla arkadaşının boynunu sıkıca sardı. Bu gidişle Hüso'nun boynunu ya Leo sıkarak kıracaktı ya da yere düşünce omurgası paramparça olacaktı. Leo yere düşüşlerini hızlandırmak için rüzgarlarını bile kullanmıştı! Hüso'nun bir plan yapması için sadece iki saniyesi vardı. Leo üstüne üstlük bununla kalmayıp Zodiac'ın Laneti'yle Hüso'nun kemiklerini tir tir titretecek ve de kıracak kadar şiddetli ses dalgaları göndermeye başlamıştı. Eğer yere çarparsa bir kemik torbasına dönecekti Hüso! Hemen hiç düşünmeden kilitleme saldırılarından rahatça kurtulmak için kullanabileceği en iyi yöntem olan kendini patlatmayı denedi. Tüm gücüyle mavi alevlerle bir patlama yarattı. Fakat Leo tüm bu soğuğa dayanarak onu bırakmadı! Bu mavi alevler ateş gibi yarı plazma halinde değillerdi aslında. Kesin sıfırdan daha soğuk olabilmek için atomaltı boyutlarda başka bir hale geçiyorlardı. Atomlar birbirlerine katıdan bile daha çok yaklaşıp hayalet parçacıklara dönüşüyorlar ve etraftaki ısıyı emip etrafa negatif enerji gönderiyorlardı. Leo'nun doğrudan buna dayanması imkansızdı, tabii bu yüzden Zodiac'ın Laneti'ni kullanıp Hüso'nun kemiklerini parçalamaya çalışmaktan vazgeçmişti. Leo bu soğuğa dayanamayıp bilincini kaybedeceğini anlayınca hemen Hüso'yu bırakmıştı. Yere uçup yuvarlanmaya başladı, kemiklerinde kırıklar oluştu. Tabii beyni daha kendine gelememişti bu yüzden Hüso'nun ona tüm gücüyle mor alevli bir yumrukla, aynı zamanda bacaklarındaki o büyüyü kullanarak geldiğini yeni görmüştü! Hatta bu mor alevin yanında o soğuk mavi alevler ve yok edici kızıl alevler de vardı. Bu Hüso'nun en güçlü iki saldırısından biriydi!
-PANDEMONIUM COMBUSTER!
Leo'nun durumu mu daha vahimdi, yoksa az önceki Hüso'nun durumu mu tartışılır. Leo hemen iki yüz metre çapındaki tüm havayı elinin etrafında topladı. O kadar yoğun hava ufacık bir alanda toplanınca bir anda ısınmıştı. Ama Leo havayı zorla elinin etrafında tutmakta ısrar ediyordu. Leo'nun eli Hüso'nun yumruğuna çarpınca nasıl bir patlama ortaya çıkacaktı kim bilir! Hüso'nun yumruk attığı kolu az önce kırılan sol koluydu, yani Hüso kolunu feda etmeye hazırdı. Leo da aynını yaptı. Kolunu feda etmeye hazırlandı. Elli metre çapında vakum ortamı olsa da Hüso'nun alevleri sönmeye başlamadan önce olacaktı bu çarpışma. Leo ayağa kalkıp bacaklarını kırdı. Onlardan da güç alacaktı. Ve evet, çarpışma gerçekleşti! Bir anda tüm alevler Leo'nun yoğun havasına karışıp patladı ve iki yüz metre çapındaki alana yayıldı. Tüm çayırı yok etmişlerdi! Çarpışmadan sonra birkaç saniyeliğine tüm enerji akışı bloklanmıştı ikisi için de, çünkü tüm güçleri bir anda boşalmış ve yenisinin akması için saniyelerin geçmesi gerekiyordu. Hüso ve Leo'nun kollarına bekledikleri kadar büyük bir yük binmemişti ama yine de birkaç yerden kırılmıştı kolları. Hüso o kırık koluyla attığı yumruğa devam etti. Leo ise attığı yumruğu açıp Hüso'nun kolunun iç tarafından boynuna saldırdı. Hüso'nun bacaklarının arasına bacağını soktu ve boynuna saldırdığı eliyle onu yan tarafa itti. Leo'nun bacağına takılan Hüso yüz üstü yere uçtu. Hayır, kırık olmayan elinin üstüne düştü ve iki bacağıyla Leo'nun aradaki bacağını sıkıştırdı ve kaval kemiğini kıracak şekilde hızla yere çarptı. Leo da bu düşüşü lehine kullanarak Hüso'nun kaburgasına topuk atmış ve göğüs kafesinin bir tarafını kırmıştı. Hüso kanlar kusmuş fakat bunları hiç umursamayıp ayağa kalkmıştı. Leo aylar önce Lu Go Bonzu'dan öğrendiği hareketi kullanacaktı. Hüso onu saldırmaya gelir gelmez kırık bacağının ayağını Hüso'nun ayak bileğinin arkasına koydu ve sağlam ayağıyla da tüm gücüyle bir tekme attı. Hüso'nun bacağı kırılmış ve sırt üstü yere düşmüştü! Leo hemen ayağa kalkıp Hüso'nun üstüne atladı. Bacağı kırıktı ve az önce yaptığı hareket durumu daha da beter yapmıştı. Hüso tam Leo kontrolsüzce onun üstüne düşmeden iki ayağıyla Leo'nun diyafram bölgesine öyle hızlı bir tekme attı ki Leo kanlar kusarak havaya uçmuştu resmen! Hüso hiç beklemeden tam yanına sırt üstü düşen Leo'nun karnına kendi dizlerini basırarak çıktı. Buradan Leo'ya birkaç yumruk atabilirdi. Fakat Leo, Hüso'nun ilk yumruğundan kafasını çekip kaçmış ve dirseğinin iç kısmıyla kavradığı yumruğu kendi boynu ve kolu arasında sıkıştırmıştı. Dirseği Hüso'nun koluna çarpacak ve onu iç tarafa itecek şekilde kendi sırtını iç tarafa döndürdü. Şimdi diğer eli Hüso'nun koluna yetişebilirdi. Hüso'nun kolunu eklem yerinden kırıp ayırmıştı. Aynı zamanda onun dengesini bozmuştu. Hüso'nun üstüne çıktı. Sağlam koluyla sağlam bir yumruk atıp Hüso'nun burnunu da kanlar fışkıracak şekilde kırmıştı. Hüso yakın dövüşte yenildiğini kabul etti. Leo hem ondan neredeyse yirmi kilo daha ağırdı hem de bu teknikleri nasıl olduysa çok iyi geliştirmişti. İkisinin de enerjisi iki saniye önce gelmişti, fakat az önceki dövüşün raconu enerji kullanılmadan yapılmış olmasıydı. Hüso alevlerini kullanarak bu dövüşü kaybettiğini açıklamış oldu. Şimdi bir elini Leo'nun karnına koyup büyük bir patlamayla onu uzaklara uçurmuştu. Hemen diğer büyüsünü yaptı. Tüm büyüleri Ateşlerin Prensesi Ignis kaynaklıydı.
-PANDEMONIC LOTUS.
Evet, o geliyordu. Hüso'nun en güçlü diğer saldırısı.
-PANDEMONIUM IGNITER!
Hüso bunu iki eliyle yapardı. Bir eli kızıl kor, diğer eli mavi kor olur ve bir anda ateşleyince iki farklı alev bazı yerlerde karışarak mor alevleri oluştururdu. Aynı az önceki en güçlü teknik gibi bu da hem mor hem mavi hem de kızıl alevlerle vuran güçlü bir saldırıydı. Şimdi onu tek eliyle yapmayı öğrenmişti! Elinin bir kısmı mavi, bir kısmı kızıl alevleri ateşleyecekti. Büyüsü ise ateşlemenin geri tepmesini durdurup yok eden bir büyüydü. Hüso'nun yanan kanatları vardı sanki! Leo buna nasıl karşılık verecekti? Hiç düşünmeden saf gücünü kullanma kararı aldı. Tüm gücüyle yoğun bir rüzgar estirdi. Ama bu rüzgar o kadar sert ve güçlü esiyordu ki onlarca fil kadar ağır bir şekilde geliyordu. Aynı zamanda çok hızlı olması onu daha da parçalayıcı yapıyordu, ve de üstüne üstlük keskindi de. Karşısına ne çıkarsa yok ederdi! Leo yeni geliştirdiği teknikle Hüso'nun en güçlü tekniğini yenmeyi planlıyordu. İki saldırı birbirlerine çarptılar. Renk cümbüşleri içinde birbirlerini yok etmeye başladılar. Fakat Hüso'nun parçalayıcı gücü daha üstün gelmişti ve Leo'yu içine almıştı! Leo'nun son çaresi kaldı.
-Hüso, bu seni yenmek için kullanabileceğim son şey! Artık ne seninle baş edecek enerjim kaldı ne de ayakta durabilirim.
Hüso'nun da durumu çok farklı değildi. Bıraksa kendini bayılacaktı. Leo'nun dediğinin ciddiyetini bile kavrayamamıştı yorgunluktan. Bir anda Hüso'nun etrafındaki tüm hava boşaldı. Bir vakum küresinin içinde kalmıştı. Hatta ayaklarının altındaki yerle temasını da kesiyordu bu vakum. Yani Hüso'nun alevleri asla çalışmayacaktı! Leo'ya yakınlaşmaya kalktı. Fakat vakum küresi onunla birlikte yürüyordu. Nefesini bu gidişle ve bu kan kaybıyla sadece bir dakikadan az bir süre tutabilirdi. Hüso güldü. Bu sabah düşündüğü şey başına gelmişti. Şuan vücudundan hiçbir şekilde alev üretemezdi. İşte bu kadar kolaydı Hüso'yu etkisiz hale getirmek. Etrafındaki tüm maddeleri yok et ve hiçbir şey yapamasın.
-Bu olamaz, Leo.
Tabii, Hüso'nun sesi duyulmuyordu. Sabah uzaktaki bir şeyi yakma gücünün üstüne gitmesi gerektiğini düşünmüştü. Onda ustalaşsa Leo'yu şimdi yenebilirdi. Ama artık çok geçti. Leo'nun yanına koşmayı denese Leo yine o vakum ışınlanmasını kullanıp kaçardı. Leo'yu fiziksel gücüyle yenmek olamazdı. Zaten kemikleri kırık kırık olmuştu. Ani bir harekette organlarını tehlikeye atabilirdi. Hüso saniyelerce, ki bu onun için çok uzun bir zaman, yapabileceği şeyleri düşündü. Ve son çare olarak Leo'yu uzaktan yakmaya karar verdi. Fakat Leo, Hüso'nun enerjisini hisseder hissetmez hareket etmiş ve Hüso'nun tekniğini bozmuştu. Bu da Hüso'nun nefesinin daha hızlı tükenmesine neden olmuştu. Hüso hırsından bir damla göz yaşı döktü. Sonra yenilgisini kabul ederek yere attı kendini. Leo, Hüso'ya en çok karşı saldırı olacak teknikte ustalaşmıştı. İleride Leo'dan daha güçlü olsa bile kendini o tekniğe karşı koruyamazsa onu asla yenemezdi. O yatıp dinlenirken Leo kendini her konuda geliştirmeye vakit harcamıştı. Hüso bu düşüncelerle uykuya dalmıştı bile. Leo galibiyetiyle mutlu şekilde Hüso'nun yanına kadar gitti. Onu biraz taşıyarak, biraz sürükleyerek zepline ulaştırmıştı. Zeplinin kapısına hızla vurmaya başladı.
-Nao, Nao!
Nao hala uyuyor olmalıydı. Kapıyı biraz geç açtı.
-Leo, hoşgeldi- Bu haliniz ne?!
Nao ikizi ve Hüso'yu böyle görünce korkmuştu. Leo onu sakinleştirdi.
-Hüso'yu yendim. Şimdi de hastaneye gitmemiz lazım. Her yerimiz kırık.
-Neden bu kadar öldüresiye kavga ediyorsunuz her seferinde?!
-Ya, bir şey olmaz. Sen en yakın yerdeki hastaneye git.
O sırada Hüso uyandı. Yüzünde üzgün bir ifade vardı.
-Zula ve zeplini bağladın mı? Bizi başkente götür. İbolar orada bekliyorlar.
İçeriden Elise geldi. Leo ile daha önce tanışmamışlardı.
-Olmaz, prensim. Sizi en yakın şehirdeki hastaneye bırakmalıyız.
Hüso, Elise'i görünce birazcık sevinmişti.
-Sen öyle diyorsan öyle olsun. Ama ya yolda başınıza bir şey gelirse?
Nao oradan araya girdi. Henüz Hüso'yla rahatça konuşacak durumda değildi. İlk yine hararetle konuşmaya başladı, sonra tekrar sakinleşti.
-Sanki siz bu halinizle- Bu yaralarla kimseyi koruyamazsınız. Biz iyi olacağız. İstihbarat yok artık peşimizde.
Hüso cevap verdi.
-Koskoca İstihbarar Ordusu'nun bu kadar kolay biteceğini düşünüyor musun gerçekten? Ya peşimize polisleri takarlarsa?
Elise, Hüso'ya yardım edip onu koltuğa yatırdı.
-Tamam. Ben yaralara ilk yardımı yaparım. En hızlı şekilde başkente gidelim. Ama prensim, eğer kemikler yanlış kaynarsa tekrar kıracaklar. Bundan emin misin?
Hüso kararlıydı. Leo'ya cevap hakkı tanımadı.
-Olur.
Elise endişeyle Hüso'ya sarıldı. Hüso onun endişesini yatıştırmaya çalışarak elini onun kolunun üstüne koydu.
-Merak etme, cidden. Artık, acımıyor...
Elise'in aklına özel gücünü kullandığı iki an geldi. Bu sefer de belki Hüso'yu iyileştirebileceğini düşünerek ona sarılmıştı ama olmadı. Elise onu bırakıp kararı verdi.
-Tamam, Nao. Bizi bırakmak istemiyorlar. Zula ve zeplini dün gece bağlamıştık. Şimdi test etme zamanı.
Nao gülümsedi.
-Ben Zula'ya iniyorum. Bir günde ulaştıracağım sizi.
Elise güldü, Nao ile birlikte kurmuşlardı o sistemi. Şimdi çok işlerine yarayacaktı.
.......
Leo yattığı koltukta oracıkta uyuya kalmıştı. Hüso da aynı Leo'nun onu taşıdığı gibi arkadaşını İbo ve Hüso'nun odasına taşımış ve İbo'nun yatağına bırakmıştı. Elise ikisin de yaralarını temizleyip sardı. Uykuya dalmışlardı.
.......
Birkaç saat uyuduktan sonra uyandı Leo ve Hüso. Nao ve Elise yemek yiyorlardı. Onlar da kahvaltı etmemişlerdi zaten. Ve zeplin hala hareket ediyordu. Düz yolda gidiyor olmalıydılar. İki genç adam kırıklarına rağmen yürüyebiliyorlardı. Nao onlara da tabak koymak için kalktı.
-Üstünüzü giyinin, üşürsünüz. İçeri mi getireyim yemeği?
Sonuçta Hüso ve Leo yataklarında yemek yediler. Leo ilk konuşmaya başlamıştı. Bir güldü.
-Hüso, güzel bir şey oldu.
Hüso ona dinlediğini işaret etti. Leo devam etti.
-Bir çocuğum olacak.
-Ne, senin de mi?!
Leo biraz şaşırmıştı.
-Senin de mi çocuğun olacak, Hüso?
-Hayır hayır. Yeğenim olmuş. Erkek.
-Eren abinin? Çok iyi.
-Nasıl çocuğun olacak? On dokuz yaşındasın daha.
-Olsun. Bir aile kurmak için erken değil.
-Leo, garipsin ha. Kaç aylık? Abimin oğlu bir yaşındaydı daha.
-Yedi aylık hamile. Işık.
Hüso şaşkınlığını gizleyememişti.
-O kadar oldu mu?!
-Nao Zula'ya dönmeden önce tanışmıştık. Bir daha görüşmeyeceğimizi düşünüyormuş ama görüştük. Onun yanında kalacağım. Sizin yanınıza temelli dönmüyorum. Tek başına çok zor olur diye, nenemlere bıraktım. Nenem onu çok sevdi. Bizim köy çok güzeldir, sen de hatırlarsın. Sadece kocakarılar biraz çok konuşur. Yoksa herkes sakin ve mutludur orada. Onun olabileceği en iyi yer orası.
Hüso, Leo'nun böyle bir anda kararlar aldığına şaşırmamıştı.
-Bizimle Mahmut'un yeni ekibini yenmeyecek misin, Leo?
Leo düşünceli, uzaklara baktı.
-Onu dert etme. Ben bana düşeni yaptım. Lu Go Bonzu'yu yendim.
Hüso işte buna çok şaşırmıştı. Nasıl olur, daha onlar merakla bu adamların nasıl birileri olduklarını beklerlerken Leo bir tanesini yenmişti bile. Leo uykuya dalana kadar aylardır yaşadıklarını anlattı. Hüso da Elise'den bahsetti. Leo'yu özlemişti. O en iyi dostuydu çünkü Hüso'nun.
.......
Bir sonraki gün uyandıklarında sağ salim başkente ulaşmışlardı. İbo, Hüso'nun başındaydı.
-Günaydın kardeşim. Ambulans çağırdım gelir gelmez. Sizi alacaklar birazdan.
.......
Hüso ve Leo ameliyata sokulmuşlardı. Tedirgin olacak bir durumları yoktu ama Elise heyecanlı davranıyordu. Bir de kalabalık oldukları için, Leo ve Hüso dışındakileri hastaneden resmen kovdular. Doktor onların gerçekten hiç ciddi bir durumları olmadığını arkadaşlarına inandırabilmişti.
.......
Ameliyat sonrası Hüso ve Leo'yu aynı odaya koydular. Uyanmışlardı. Hemşire beş dakikalığına odadan çıkınca olanlar oldu. Hüso'nun bile varlığını unuttuğu biri çıkageldi, Sato. Hüso onu hatırlayınca birden şaşırdı.
-Sato! Nasıl çıktın benim iznim olmadan?
Sato tamamen çırılçıplaktı. Açık mavi saçları eskisinden daha da fazla uzamıştı. Hatta kahkülü iki gözünün arasından geçip kulak memesine kadar gidiyordu. Sato sırıta sırıta konuşmaya başladı.
-Ha onu mu diyorsun, böcek seni. Sen yıkık yıkık gezerken ben mührü çoktan kırmıştım. Siz iki bok böceği bensiz bütün manitaları götürüyorsunuz, ben senin içinde mühürlü mü duracaktım yıllarca? Ha, cevap ver.
Leo'nun aklında bir soru vardı aslında.
-Sato, eğer sen bizim dövüşümüzde Hüso'nun içindeysen bu Hüso'nun tam gücünü kullanamadığı anlamına gelir değil mi?
Sato bir kahkaha attı.
-Kuş beyinli, diyorum ki kırdım mührü. Hiçbir bağımız yok aylardır Hüso'yla. O kadar depresyona girip yatınca çok güç kaybetti. Artık tüm gücü onun kontrol edebileceği boyutta... Neyse, sizinle daha çok vakit kaybedemem. Tamam, Hüso'nun Elise'i götürdüğünü biliyorum ama sen de mi Leo? Artık dayanamam. Şu Mahmut'un ekibinde taş hatun vardır diye umuyorum.
Sato anadan doğma bir şekilde pencereye yürüdü.
-Sato kaçar, böcekler.
-Dur! Çıplak mı çıkacaksın?
Sato bir kahkaha attı.
-Doğru söylüyorsun, Hüso.
Sato, Hüso'nun battaniyesini çekti. Sonra hastane kıyafetini çıkarmaya çalıştı.
-Lan, Sato dur!
Leo oradan umursamaz bir şekilde olaya karıştı.
-Sato, gel benimkini al. Ben rahatsız olmam.
Sato yine bastı kahkahayı.
-Hassiktir lan oradan! Hüso'nunkini alacağım. Hahahay!
Hüso'nun belden aşağısı tamamen çıplaktı artık. Tıpta utanma yoktur deyip kaderine razı geldi. Sato camdan aşağı atladı.
-Evet, yeniden. Sato kaçar. Manitalara selam söyleyin beyler.
Hüso tedirgin olmuştu. Manyak herif ortalığı birbirine katabilirdi çünkü. Neyse, Hüso boşverdi. Birkaç hafta daha bu şehirde mahsur kalmıştı İbo ve arkadaşları. Hüso uykuya daldı ve bir ses duydu.
-Merhaba. Hüso. Hatırladın mı beni? Seni karanlık odaya sokanım ben! Evet, şimdi yeni bir oyun vakti. Bu sefer arkadaşların da bizimle olacak.
Hüso neler olduğunu anlayamadan bilincini kaybetmişti. Bu oyun da neyin nesiydi böyle?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...