O vakit geldi çattı. Planını son kez gözden geçirdi. Atladığı bir şey yoktu. Akşama geliyordu. Planını yaparken sıkça uğradığı bu tepeden binayı ve onu koruyan paralı askerleri izledi. Sırtına astığı çuvalı yere indirip içindeki kedilere bir baktı. Kediler ne olduğunu anlamamış sessizce duruyorlardı. Çuvalı tekrar astı ve sırtıyla çuvalın arasına kaykayı yerleştirdi. Omzundaki çantada da içinde yanıcı ve uçucu olmayan bir sıvı olan şişe vardı. Aynı zamanda bir tüp yanıcı ve zehirli gaz da koymuştu. Boynuna mor işlemeli siyah gaz maskesini astı. Elise güzelliğinden de hiç ödün vermiyordu. Üstüne o siyah elbisesini giymişti. Saçlarını güzelce düzeltmişti ve cadı şapkasını da takmıştı. Maskesi de bir hayli havalıydı. Bacağına da uzun bir bıçak takmıştı ne olur ne olmaz diye. Beline de kalın ve kesici bir tel asmıştı. Tırnaklarının altında da zaten o özel kibritlerinden vardı. Artık hazırdı.
-Şov başlasın.
Soğukkanlı gözükmek için kendini zorlasa da hayatında hiç bu kadar heyecanlanmamıştı. Çünkü bu plan başarısız olursa kendisi ve Hüso ölecekti. Başarılı olursa da Hüso kurtulacaktı. İlk adım olarak yerdeki borunun içine, uyku gazıyla dolu cam mermiyi koydu. Bu mermi ufak bir turp gibiydi. Arkasında düz uçsun diye takılan parçalar vardı. Ön ucunda da iki uçlu, sert bir iğne vardı. Arkadaki uç, içinde cam lamba olan ana gövdenin içindeydi. Yaylı bir sistem sayesinde öndeki iğne ucu bir yere değdiğinde bu cam lamba patlıyor ve içindeki yoğun uyku gazı bir anda üç metre çapında bir alana yayılıyordu. Bu mermi kendi tasarımıydı. Defalarca test etmişti. Aynı zamanda üfleme borusuyla çalışarak nişancılığını da geliştirmişti. Elise yükünü tekrar bırakıp uçurumun en yüksek yerine gitti. Aşağıda tam dört paralı asker vardı. Zaten bu askerler eğer o terk edilmiş binada neler olduğunu bilmeyen bir insan gelirse onu farklı bir yere yönlendirmek için veya bir tehdit anında içerideki iki İstihbarat Ordusu üyesine haber vermek için tutulmuşlardı. Hüso buraya kapatılalı dört gün olmuştu. Ve Elise'in gördüğü kadarıyla da kendisi dışında kimse gelmemişti. Paralı askerler bu nedenle işlerine çok odaklanmadan sadece orada bekliyorlardı. İki tanesi yemek yiyordu. Diğer ikisi de ayakta sohbet ediyorlardı. Elise yine işi şansa bırakmamak için adamların yemeğinin ortasına üflemek yerine biraz daha uzaktaki büyük kayalığa üfledi mermiyi. Lamba mermi kayalığa değer değmez patladı. Ayaktaki askerler hemen kayalığa doğru gitti. Kayanın arkasında bir şey olduğundan şüphelendiler. Kayaya silahını doğrulttu birisi.
-Çık orad...
İkisinin de gözleri ne olduğunu anlayamadan kapanmıştı. Yemek yiyenlerden birisi en son uykuya dalan olmuştu. O onları uzaktaki tepeden izleyen Elise'i görmüştü. Ama neyseki artık çok geçti. Elise hiç vakit kaybetmeden tepeden aşağı inmeye başladı. Yüzündeki tedirginlik git gide artıyordu. Bir an adımını atamadı ve aşağı kaymaya başladı. Sırtındaki kedilere bir şey olmasın diye sağ tarafını yer tarafına getirdi. Birkaç saniye kaydı. Gözlerini sıkıca yummuştu. Durunca tekrar açtı gözlerini.
-Vaktim yok.
Hemen kendine gelip ayağa kalktı. Sağ bacağı kesik kesik olmuştu. Sol bacağı bembeyazdı ve sağ bacağı o kadar kızarmıştı ki iki bacağı farklı renkte gibi görünüyordu. Elise bacağındaki yaraları görünce bir cesaret gelmişti. Kararlılığı da yüzüne yansıdı.
-Daha çok zevk almalıyım. Bu benim şovum çünkü. Gösterimi güleryüzle tamamlayacağım.
Elise'in bacaklarına da bir güç gelmişti. Koşa koşa aşağı inmeye devam etti. Binanın seviyesine ulaşmıştı. Ne olur ne olmaz diye askerlerin silahlarını alıp yanlarından uzaklaştıracaktı. Tam o anda günlerdir gelip de planlar yaptığı o uçurumun altında çok işe yarabilecek bir kayalık olduğunu gördü. Duvarda mağara gibi bir oluşum vardı ve tam mağaranın girişinde de yukarıdaki çıkıntıdan sarkan büyük kayalar vardı. Hemen askerlerin silahlarını alıp o küçük mağaraya koydu. Silahlardan birini yanına alamadı çünkü kullanmayı bilmiyordu ve onlardan birini almak onu yavaşlatırdı. Askerlerin de bombalarını o mağaraya dolduracaktı fakat aklına başka bir şey geldi. Mağaraya silahları sokup öylece bırakmak yerine o mağarayı bir kaçış olarak da kullanabilirdi. Belki kaçmakta başarısız olurdu ve buraya sığınması gerekebilirdi. Her askerde bir bomba vardı. İki tanesini çok uzaklara fırlattı. İki tanesini ise yukarıdan sarkan kayalıkların üstüne bıraktı. Bombalardan birini yanına almayı düşündü fakat üstünde patlama şansı vardı. Mağaraya girmeden bu bombaları tutuşturup kendini mağaraya kapatabilirdi. Hemen bu sığınağı hazırladı. Sonra gülümsedi.
-Ne zekiyim.
Planını uygulamaya koyuldu. Birazdan İstihbarat Ordusu üyeleri onun varlığını (enerjisini) farkedebileceklerdi. Kırık kapıdan içeri girdi. Kapı koridorun en sonundaydı. Koridorun başında ise Hüso'nun tutulduğu oda vardı. Koridor başka koridorlara da bağlanıyordu. İş burda ciddileşecekti işte. Elise'in yüzünde daha kararlı bir bakış oluştu. Şuanda tüm korkuları ondan uzaklaşmıştı. Bir makine gibi planını uygulamaya koyuldu. Çünkü yapacak bir şey yoktu. Ya hep ya hiç. Vazgeçip kaçma seçeneği yoktu. Ya ölecekti, ya da prensini bu kötü adamların elinden alıp gidecekti. İçinde yedi tane kedi olan çuvalı eline aldı. Ne kadar ağır olduğunu farketmedi bile. Kaykayı da yere koydu. Yanıcı ve uçucu sıvının olduğu büyük şişeyi de eline aldı. Kaykayın üzerine bir bez koyup biraz ıslattı ve bezi ateşe verdi. Birden duvara sürten metalin sesi geldi. Elise gözlerini kocaman açtı. Şuan içinde bulunduğu koridora bağlı ikinci koridordan geliyordu bu ses. Sonradan kalın bir kadın sesi de duyuldu.
-Aa, kimmiş bu küçük kedicik. Ben de çok acıkmıştım.
Elise hemen yanan kaykayın üstüne kedilerin olduğu çuvalın ağzını açıp koydu ve bunu yapar yapmaz kaykaya bir tekme attı. Koridordan gelen sesin sahibi tekrar konuştu.
-Ah. İkiye bölündü! Hangisine gitsem.
Elise'in yerleri ıslatıp gazı bütün koridora yayması için çok çok az vakti vardı! Çünkü kediler sıcaktan kaçmak için etrafa yayıldıklarında istihbaratçının hissedeceği en büyük enerji o olacaktı. Elise hemen koridora görünmeden koşabileceği en uzak yere koştu, zehirli ve yanıcı gaz tüpünü açıp en uzağa attı. Gaz maskesini takıp var gücüyle geri koştu. Hem de koşarken yanıcı sıvının olduğu şişeyle yerleri ıslatıyordu. Kediler Elise uzaklaşamadan kaçıp Elise'in yerini ele vermişlerdi! Artık Elise'in tek yapacağı ölememeye çalışıp planını uygulamaktı. İstihbaratçı kadın dışarı çıktı. Esmer ve kısa boylu bir kadındı. Aynı zamanda inceydi ama kasları çok belirgin görünüyordu. Elise şanssızdı, çünkü bu kadının işi öldürmekti. Avcı, Nargile... Tabii Elise de bu gezegendeki diğer tüm insanlar gibi İstihbarar Ordusu'nun hiçbir üyesini tanımadığı için bunu bilmiyordu. Zaten tanıyınca da başları Hüso gibi derde giriyordu. Nargile yavaşça yürüyerek dışarı çıkmıştı koridordan. Elise'in enerjisi o kadar düşüktü ki Nargile onu ciddiye bile almıyordu. Aklında onu korkutup sonra öldürmek vardı. Fakat Elise hiç korkmuş gibi değildi. Hemen parmağını şıklatıp yerdeki yanıcı sıvının izinin ucunu ateşe verdi. Alevler yürüyerek gazın yoğun olduğu yere ulaşacaklardı. Nargile birden öksürmeye başladı.
-Bu koku da ne!?
Gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Ve öfkesinden kıpkırmızı oldu. Gözleri kanlandı, alnında kalın damarlar çıktı. Çok yüksek sesle bağırdı.
-Seni geberteceğim! (Öfkeyle burnundan soludu.) Küçük kevaş-
Sırıttığından Elise'in bile haberi yoktu. Evet, alevler gazın yoğun olduğu yere ulaşmıştı ve koridorun o tarafında büyük bir patlama olmuştu! Nargile'nin ciğerleri de patlamış olmalıydı. Elise de patlamadan etkilenip sırt üstü yere uçtu. Kedilerden iki tanesi de patlamadan Elise kadar etkilenmişti. Geri kalan beşi çoktan kaçmıştı. Elise bir eline keskin teli, bir eline bacağındaki bıçağı aldı. Her tarafı patlamadan ötürü yara bere içinde kalmıştı. Birden dumanların arasından çıkageldi Nargile!
-Öldüreceğim seni!!
Nargile'nin sesi çok garip geliyordu. Boğazı delinmiş gibi ıslıklı gelmişti sesi. Elise ses gelir gelmez tepki verip keskin teli bir kırbaç gibi yukarıdan aşağı indirdi. Nargile tekrar o garip sesiyle çığlık attı.
-Gözüm.
Nargilenin hızla fırlattığı bıçak Elise'in elbisesini ve bacağını sıyırıp geçmiş ve arkadaki duvara saplanmıştı. Diğer bıçak da tam tavana saplandı. Çünkü Nargile'nin bilinci zehirlenmekten kapanmıştı artık! Elise yere düşen bu kadını öldürecekti. Fakat bir türlü kendini bunu yapmaya ikna edemedi.
-Daha fazla zaman kaybetmemeliyim!
Elise uzaklaşmalıydı. Uzaklaşmalıydı çünkü ancak o zaman Hüso'nun enerjisini mühürleyen lanetin etkisi zayıflardı. Diğer istihbarat üyesi olan Tobacco kaynaklıydı o lanet. Elise'in amacı başından beri Nargile'yi etkisiz hale getirip Tobacco'yu da Hüso'dan uzaklaştırmaktı. Tobacco olayı anlamıştı. Hemen bağırdı.
-Askerler!! O kızı yakalayın.
Elise binadan uzaklaşırken gülümsedi.
-Ne yazık ki mışıl uyuyorlar.
Ama durum Elise'in düşündüğü gibi değildi. Askerler yavaş yavaş uyanmış ve birbirlerini sarsarak uyandırmaya çalışıyorlardı. Tabii ya, uyku gazının süresini denememişti Elise, aynı zamanda gazdan az soluyan askerler de vardı! Elise hiç düşünmeden B planını uygulamaya koydu. Hemen mağaraya doğru koştu.
-Yakalayın onu, çabuk!
Askerler Elise'in peşinden geliyorlardı. Elise mağaraya girmeden önce hemen bombalara iki tane yanan bez parçası koydu. Siper alıp küçük yarığın içinde bekledi. İşte şimdi korkmaya başlamıştı, çünkü işin bu kısmı tamamen şansa bırakılmıştı! Elise korkudan titreyip ağlamaya başladı.
-Hüso, Hüso, Hüso, Hüso. Hüso!!!!!
Elise'in ateşe verdiği bombalar patlamıştı! Elise'in kafasına da bir kaya düştü. Kafası yarılmıştı! Acıyla daha çok şiddetlendi inlemesi... Tobacco olay yerine ulaşmıştı. Elise hala ağlıyordu. Tobacco devasa elleriyle kayaları kaldırıp Elise'e ulaştı. Elise mavi gözlerini kaldırıp ıslak kirpikleri arasından Tobacco'ya baktı. Tobacco elini havaya kaldırdı. Kızın gözünün yaşına bakmadan onu ezip mağarayla bir edecekti! Fakat tam o anda. Biri kükredi. Elise'in yüzü kanla sırılsıklam oldu. Tobacco'nun dev ve kafasız bedeni bir anda geriye uçtu. Sonra bacaklarının arasından ikiye bölündü. Hem de alev alev yanarak. Askerlerden biri korkudan altına işemişti, titreyerek bağırdı.
-Acı bize, çoluğumuz çocuğumuz var! Kulun köpeğin-
Adamlar saniyeler içinde patlayarak param parça oldular. Bu gelen Hüso'ydu. Bacağına takılı ağır gülle erimiş kor haline gelmişti. Sağ elini mavi alevlerle tutuşturup mavi kor haline getirdi. Artık eli etrafındaki havayı bile saniyeler içinde donduracak kadar soğuktu. Etraf buz gibi olmasın diye bu mavi kor elini kızıl alevlerle kapladı. Eliyle ayağındaki erimiş zincirli gülleyi alıp Tobacco'nun cesedinin üzerine attı. Elise kendine gelmişti. Mağaranın içinde taşların arasında baygın oturuyor, prensini izliyordu. Hava kararmıştı. Hüso güneşin yerini alan dolunaya baktı. Sonra aklında bir ses yankılandı.
-Acı bize, çoluğumuz çocuğumuz var!
Elleriyle yüzünü kapatıp çığlıklar atmaya başladı. Tüm vücudu işkenceden kalan yaralarla kaplıydı. Aniden böyle hareketler yapınca bütün kapanan yaraları açılmıştı. Sonra yaraların üzerinden yeşil alevler yükseldi. Yeşil alevler kanı pıhtılaştırarak yaralardan kanlar fışkırmasını engelleyebilmişti sadece. Hüso'nun iyileştirme güçleri pek iyi değildi. Hüso hemen Elise'in yanına gitti.
-İyi misin, iyi misin?!! Elise!
Elise'i kucağına alıp yarıktan çıkardı.
-Elise.
Hüso'nun gözlerinden yaşlar akıyordu. Elise yaşlı gözlerini kısık açtı. Elini Hüso'nun yüzüne götürdü. Yeşil alevler Elise'in yaralarına da ulaştı. Dudaklarını Hüso'nunkilere yakınlaştırdı ve öptü.
-Şükürler olsun, prensim...
Birden yeşil alevler Elise'in gücüyle o kadar şiddetlendi ki gökyüzüne, aya doğru yükseldiler. Tüm yaralar iyileşmişti. Hüso, kucağında Elise'le birlikte yere oturdu. Sıkıca sarıldı ona. Gözünden hala yaşlar akıyordu.
-Elise, beni her defasında kurtarıyorsun.
Hüso'nun içini bir anda stresle doldu. Gözleri az önce öldürdüğü adamlardan birinin paramparça olmuş yüzune gitti. Yüz birden gözlerini kocaman açtı ve bağırdı.
-Peki bizi kim kurtaracak!?
Hüso bir anda tekrar acı içinde kıvrandı.
-Onları öldürdüm! Çocuğum var dedi! Bir aileyi parçaladım.
Elise dizleri üstünde oturdu. Hüso'ya üzgünce baktı. O da ağlamaya başlamıştı. Arada bir hıçkırıyordu hatta. Gözleri dehşetle doldu. Hüso'nun onunla tanışmadan önceki haline tanıklık ediyordu. O paramparça olmuş içindeki karanlık Hüso'yu görüyordu. Hüso tekrar bölündü. Karanlık Hüso açığa çıktı. Hüso'ya arkadan sarıldı.
-Yine beraberiz, Hüso. Yine yok ettin, Hüso. Yine... parça parça, her yer. Ha, değil mi?
Hüso'nun gözleri bomboş bakıyordu.
-Neo... Nargile... Tobacco... Ve bu dört adam... Hepsinin canını ben aldım.
-Evet sen aldın, ama boşver, Hüso. Bak beni, Karanlık Hüso'yu tekrar görmüş oldun.
Elise, Hüso'ya tekrar sarıldı.
-Prensim artık iyiyiz, bir şey yok... Ağlama artık.
Elise'in sesi detone oldu. Tekrar Hüso'nun gözlerine baktı. Yine aynı... O korkunç boş bakışlar. Elise hıçkıra hıçkıra ağlayarak bağırdı.
-Hüso, kendine gel! İyileştin artık sen. Lütfen.
Birden Elise'in arkasından Çocuk Hüso'nun büyümüş hali yani kısaca Hüso 2 çıkageldi.
-Hüso. Evet, onları sen öldürdün ve adam öldürmenin haklı bir yanı yoktur. Fakat senin dünyan böyle. Bunu kabulleneceksin! Bu yedi kişiden çok daha fazlasını öldürebilirdin! Ama zor yolu seçip hepsinin canını bağışladın. Öldürmediklerin belki hala insanlara zarar veriyor, bu dünyanın güzelliklerini lekeliyor olabilir. Öldürdüklerin de belki daha bile zararlı olacaklardı. Fakat bunun da hiçbir önemi yok! Sadece adam olup tüm yaptıklarının sorumluluğunu alacaksın!! Güçlü mü olmak istiyorsun, al işte sana bir fırsat! Güçlü ol. Toparlan artık. Elise'i üzmeye hakkın yok...
Hüso'nun gözlerine tekrardan renk geldi. Diğer Hüsolar yok oldu, birlik sağlandı yeniden. Yavaşça elini kaldırdı. Yavaşça ay ışığının aydınlattığı siyah saçlara götürdü elini. Elise'in saçlarını okşadı. Elise ağlamayı kesti. Hüso'nun yüzüne baktı. Sonra mutlu oldu. Hüso yavaşça ayağa kalktı.
-Elise, sana çok teşekkür ederim.
-Ben de sana, Hüso.
Hüso, Elise'in ıslak gözlerine baktı.
-Bu adamların ailesiyle yüzleşeceğim. Her şeyi anlatacağım. Bana ne yaparlarsa yapsınlar. Sorumluluğu alacağım. Bu adamlar sana zarar verdiler, onu da söyleyeceğim. Herkes sorumluluğunu alacak.
Elise de ayağa kalktı.
-Tamam, prensim. Sana yardım edeceğim.
Hüso'nun koluna girdi.
-Hadi, gidelim.
-Nereye?
-Acıkmışsındır.
Hüso'nun aklını geç, bedeni bile unutmuştu bunu.
-Ah, açım ben!
Elise kıkırdadı. Sonra bir durdu.
-Olamaz!
-Ne oldu?
-Kediler. Kediler nerede.
-Kediler?
.....
Hüso ve Elise kedilere bakmaya gitti. Fakat hepsi kaçıp gitmişti. Elise biraz tedirgin olmuştu fakat elden bir şey gelmezdi.
.....
Hüso ve Elise, Elise'in kaldığı küçük klübeye ulaştılar. Elise, Hüso'nun elini bırakıp klübenin önüne koştu. Kürekle toprağı kazıp, toprağın altındaki kutuyu çıkardı. Bir sürü et vardı kutuda. Hüso'nun ağzından salyası akmıştı bile.
-Ateş yakar mısın, Prensim?
Hüso çok mutlu olmuştu.
-Elise sen en iyisisin! Hemen yakarım.
.....
Hüso ağzına yemeği atınca birden gözleri sulandı.
-Günlerdir yemek yemedim. O kadar zaman sonra böyle güzel yemek yemek insanı çok mutlu ediyor.
Elise güldü.
-Afiyet olsun.
Hüso az önceki üzüntüsünü unutmuştu bir anda. Deli olduğunu düşünüyordu artık. Bir çok üzgün oluyordu, bir çok mutlu. Ama onu en çok mutlu eden Elise'in gülüşüydü. Elise ona sarılırken dudaklarını öpmüştü, istihbaratçıların elinden kurtulduktan sonra. O aklına geldi. Yüzü kızardı. Bir anda heyecanlandı, düzgün nefes alamamaya başladı.
-Elise, sana bir dokunabilir miyim?
-Olmaz.
Hüso kaldırdığı elini geri götürdü. Bir anda daha da kızarmıştı. Elise bir kıkırdadı. Nereden çıkmıştı karşısına bu Elise, dünyanın en şanslı adamı gibi hissediyordu kendisini. Daha yeni farkına varmıştı Elise'in kendisinden on binlerce kat daha güçlü kişilerle başa çıktığının. Elise Hüso'nun gözüne birden çok havalı biri olarak gözükmüştü. Daha da heyecanlandı. Nasıl bunu başarabilmişti?!
-Elise, beni nasıl kurtarabildin?!
Elise'in gözleri birden parladı.
-Ah, hiç sormayacaksın sanmıştım, prensim! Hemen anlatıyorum. Şimdi çok uzun araştırma yaptım, senin güçlerinj mühürleyen lanet efsanevi büyücü Efsuna'nın bir buluşuymuş. Onun lanet kitabını okudum...
.....
-Ve işte böyle!
Elise neredeyse iki saat konuştu, Hüso ise her dakikasını heyecanla dinledi.
-Çok havalı!! Ah, Elise... Günlerdir hayattan zevk almayı unutmuşum. Bana tekrar tekrar hatırlatıyorsun yaşamanın ne kadar güzel olduğunu.
Hüso tekrar Elise'e baktı. Elise gözlerini kaçırdı.
-Prensim, beni utandırma!
Hüso gülümsedi. Gerçekten çok çok mutluydu.
-Elise, seni her şeyden daha çok seviyorum! Sonsuza dek yanımda kalmanı istiyorum. Sen yanımdayken her şey daha güzel. E-evet.
Elise birden sevinçle ince bir çığlık attı. Yanakları elma gibi kıpkırmızı olmuştu. Ayaklarını sallayıp yere vurdu.
-Yaa, sus artık!!
Hüso da utanmıştı.
-Ne var? Ne olmuş? Sana aşığım işte!
-B-ben de!!
Elise'in sesi bir garip gelmişti. İkisi de birbirlerine bakıp gülümsediler. Hüso hızla yemek yemeye devam etti. İkisi de yemeklerini bitirip ortalığı temizlediler. Hüso klübeye ilk defa giriyordu.
-Ne güzel bir yer.
Klübe çok küçüktü. Tahtadan ufak yatak vardı bembeyaz çarşaflarla örtülü. Bir iki tane daha ev eşyası vardı. Başka da hiçbir şey yoktu. Hüso'nun yatacak bir yeri yoktu.
-Ben dışarda yatarım, Elise. Sen rahat rahat yat.
-Hayır, olmaz. Zaten kaç gündür burada yatıyorum. Sen ise soğuk betonda yattın hep.
Hüso bir düşündü.
-Bak üstüm pis benim.
-Olsun pis pis yatarız, benim de üstüm pis.
Hüso, Elise'e baktı. Elise ellerini beline koymuştu.
-Tamam o zaman, ikimiz sığarız buraya Elise.
Elise göz ucuyla Hüso'ya baktı. Hüso konuşmaya devam etti.
-Hemen uyurum zaten, hiç uyumadım da orada.
Hüso yatağa oturdu.
-Ben yatıyorum, Elise.
Elise bir bağırdı.
-Olmaz! Pis üstünle yatma yatağıma.
Hüso sanki yatak yanıyormuş gibi aniden yataktan kalktı.
-Ama kıyafetim yok.
Elise arkasını döndü. Büyük çantanın yanına gitti.
-Merak etme ben sana yedek kıyafet aldım.
Hüso güldü.
-Ah, her şeyi düşünmüşsün.
-Ama olmaz. Bir takım kıyafet var. Yarın uzaktaki nehirde yıkanacağız. Sonra giyeceksin bunları. Temiz temiz.
-Hmm.
İkisi de sustular. Sonra Elise sessizliği bozdu.
-Tamam, sen üstünü ve altını çıkar. İç çamaşırlarınla yat. O temizdir en azından.
-...
-Bak hadi, arkamı döndüm çıkar.
-Ama, zaten arkanı geri döndüğünde aynı şey olacak. Neyse, ben donla kalmaktan utanmıyorum.
Hüso sadece donu kalana kadar soyundu.
-Bak yattım artık o zaman.
-T-tamam. Bakma bana biraz.
Hüso bir anda tedirgin oldu. Elise'in duyamayacağı şekilde fısıldadı.
-Sen de mi?
Hüso elleriyle gözlerini kapadı. Elise o sırada elbisesini çıkardı. Yerdeki şapkasının yanına koydu. Yere oturup çoraplarını çıkarmaya başladı. Sol bacağının yarısına kadar gelmişken bir durdu. Bir koluyla göğüslerini kapadı. Sonra yerden kalkıp beyaz sütyenlerden bir tanesini alıp taktı. Yatağa yattı o da. Hüso'nun tüyleri diken diken olmuştu. Hatta Elise'in yumuşak kolu sırtına değince bir ter boşaldı. Elise mumu üfleyip söndürdü. Ay ışığı aydınlatıyordu odayı. Elise, Hüso'ya arkadan yavaşça sarıldı. İyice sıkmaya başladı sonra. Tüm vücudunu yapıştırdı Hüso'ya. Nefesi de iyice hızlanmıştı. Hüso artık düzgün düşünemiyordu, ama utancı da geçmişti. Elise'in elini tuttu. İşte bugün Hüso, İstihbarat Ordusu'nun elinden kurtulmuştu. Acaba bu günden sonra onları ne bekliyordu?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
PertualanganBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...