-Teşekkür ederim, Hüso, Elise. Artık o yalnız değil sizin sayenizde.
Mahmut'un istediği kadar güçlülerdi onlar. Uni'yi lanetleyen büyüye dayanabilecek kadar güçlenmişlerdi. Uzun bir macera bitmişti. Hayatlarında bir çağ açılıp kapanmıştı.
.......
Hüso ve Elise zeplinden ayrıldıklarından beri beş ay olmuştu. Leo ve Işık'ın kızı doğmuş Nao ve Leo'nun köyünde büyüyordu. Halasının da yanında olması güzeldi. Kalabalık bir ailenin içine doğmuştu. İbo ve arkadaşları Hüso ve Elise ile geçen birkaç haftadan sonra güzel bir veda partisi verip arkadaşlarını uğurlamışlardı. Onlar da şuan kendi sahip oldukları topraklarda çalışıyor olmalıydılar. Hüso onları en son gördüğünde o L Şehri'ni güzelce tekrardan kurma planları vardı. Yuki'den hala haber alamamışlardı. Hepsinin içinde, Mahmut'un yanında yaşayan Sato'da bile, onu bir kez daha görme umudu vardı. Bu kadar gruba ayrılınca onu bulma şansları daha fazlaydı.
.......
Hüso ve Elise bir zamanlar kaldıkları o klübedeydiler. Bir motorsiklet almışlardı. Onunla geziyorlardı, uzaklara gitmek gerekirse uçağa biniyorlardı. O yaşlardaki normal insanların yapacağı gibi. Hüso'nun parası vardı. Ama o kadar para bile onları sonsuza dek beslemeye yetmezdi. İbolar'ın şehrinden birkaç ev alıp kira geliriyle kazancını sağlayabilirdi. Ya da güçlerini kullanacağı bir iş bulabilirdi. Zaten kendi evinden, okulu bırakıp, bu dünyaya bu yüzden gelmişti. Kendini geliştirmeye... Fakat şimdi her şey bitmiş gibi geliyordu. Hatta Kızıl Monarch'ın sırrını öğrendikten ve Mahmut'un ekibini yenmekle kalmayıp onun karısının yanında hayatta kalabilecek kadar güçlendikten sonra. Acaba Mahmut ve Uni'yi bu klübeye yakın bir yere mi taşısalardı. Ama Uni'nin bir yerdeki yaşamı daha yok etmek isteyeceğini biliyordu Hüso. Keşke Uni'nin büyüsünü kaldıracak bir yolları olsaydı, Kızıl Monarch'ı tamamen yok etmekten başka. Bunu da yapamazlardı. Sadece Uni için tüm dünya tehlike altına atılamazdı. Ah! Hüso'nun aklına bir fikir daha gelmişti. Elise ile geliştirdikleri büyü, Evergreen, bu sorunu çözebilirdi! Sonuçta o bir büyüydü ve diğer insanlar kullanabilsin diye geliştirilirdi. Eğer bir şekilde Evergreen'i kullanması için Uni'yi eğitebilirlerse onu lanetleyen büyü işe yaramaz kalırdı. Elise'in bu muhteşem gücünü bu iş için kullanabilirlerdi. Uni bir büyüyü kısa sürede öğrenip kullanabilecek kapasitede birisi olmalıydı. Çünkü o da En Güçlü'ydü. Elise hayatta olduğu sürece lanet ortadan kalkacaktı! Bir sonraki görevi buydu işte, Hüsolar'ın. Tabii Hüsolar deyince geriye iki kişi kalmıştı artık. Hüso ve Elise. Diğerleri kendi hayatlarını yaşıyorlardı, kendi yollarında ilerliyorlardı. Bu büyümek mi demekti? Yaşadıkları onca garip olaydan sonra böyle ayrılmak onu melankolik hissettirmemişti. Çünkü herkesin mutlu olduğunu ve onların yanına gidince hoş karşılacağını biliyordu. Fakat onu hoş hissettiren en büyük faktör Elise'in yanında olmasıydı. Yuki'nin kayboluşunu kolayca kaldırabilmesinin sebebi de Elise'di. Hiç ayrılmamayı umuyordu ikisi de.
.......
Tüm evreni yok edecekti. Yıllardır bunu iyice düşünüp tartmıştı zaten. Tek çözüm buydu ve bir sorun çıkmayacaktı. Evrenin sonundan başına kadar gezen birisi olarak, bunu anlamsız buluyordu. Tüm evreni, canlıları, gezegenleri... Tüm anlamsızların, umutsuzların tanrıçası ona gücünü ödünç verecekti zaten. İşte bu sayede bitecekti her şey. Bu anlamsızlığa son verebilecekti. Fakat bunun için En Güçlü denilen insanların gücüne ihtiyacı vardı. Neyse ki evrenin başından sonuna gidip gelmiş bir varlık olarak bu onun için çok kolay olacaktı.
... ... ...
"Bu size son dersim." demişti... Karısının mutluluğunu göremeden göçüp gitmesine mi üzülselerdi, yoksa Mahmut isimli bu adamın, En Güçlü olarak seslenilen, öldürülmesine mi. En Güçlü, daha ötesi yoktu bunun. Onu hiçbir şey alt edemezdi. Tabii ki onun dışında. Bu bugün kanıtlanmıştı. Hüso umutsuzluğa sürüklenmeli miydi şimdi? Mahmut yenilmişti. Hatta "oğlum ve kızım" diye seslenmişti Elise ve ona, ölmeden önce. Bu kadar kolay mıydı Mahmut'u sonlandırmak? Gerçi kolay da olmamıştı. Hüso ve Elise yeterdi. Gelip hiçbir şey demeden Mahmut'u ve neredeyse on şehir büyüklüğündeki yeri yok etmişti, doğal güzelliklere son verip tüm yaşamı bitirmişti. Evergreen bile yetmemişti... İki insanın hayatını kurtarmaktan başka işe yaramamıştı.
... ... ... ...
-Bu güç yeterli olacak...
Kollarını açtı, hakkında hiçbir şey bilinmeyen varlık.
-Beni yanına al, tanrıçam! Bu anlamsızlığa bir anlam vermeye buradan başlayacağız.
Hüso kaskatı kesilmişti. Neler olduğuna Elise de o da hiçbir anlam veremiyorlardı. Yok ettiği şeylerin arasında Hüso ve Elise'in tüm yuvası ve eşyaları da vardı hatta. Neden yapıyordu bunu? Tanrıça da kimdi, neden Mahmut'un gücünü çalmak istemişti bu kadar?
... ... ... ... ...
Bu ses tanrısaldı. Sanki havada yankılanmıyor da tanrıça doğrudan insanlıkla konuşuyor gibi bir sesti.
-Gel, oğlum. Senin yansıman olmayı kabul ediyorum. Sen beni gerçek kılmaya yetersin. Senin azmin benimle bir olmanı sağlayacak.
-Oh tanrıçam!! Al beni! Bu anlamsız evrene bir son verelim.
Hüso ve Elise biliyordu, bu ciddi bir "evreni yok edeceğim" çağrısıydı. Çünkü ikisi de bu gücü hissetmişti. Anlamsızlığa sürüklendiler. Saatler önce gelecek planı yapıyordu Hüso... Onu terk eden bir arkadaşı için üzülüyordu. Aşık olduğu kız sonsuza dek yanında olacağı için seviniyordu. Fakat bunlara ne gerek vardı? Gülümsedi Hüso. Ölüm varken yaşamaya ne gerek vardı? Bu kadar güzel bir huzur varken... Umutsuzdu artık. Hızlıca bitsindi bu dünya. Onu sonsuz huzura erdirecek şey yıkımdı. Kaybedecek hiçbir şeyinin olmaması gibi bir şeydi bu. Hiçbir şey yapamayacak kadar aciz olmak ama bu acizliğe karşı yapılabilecek hiçbir şey olmaması iyi hissettirirdi insanı. Çünkü sorumluluk almak gerekmezdi. Küçük bir çocuğun aç bir ülke için üzülmeyeceği gibi yani. Hüso da o küçük çocuk gibi hissediyordu hatta daha iyisi, sanki bir karınca gibiydi. Kıyamet kopacaksa kopsundu. Elden hiçbir şey gelemeyecekti çünkü.
-Elveda dünya... Bana bu kısa hayatımda yaşattıkların, hissettirdiklerin için teşekkür ederim. Bana bu kadar şans verdiğin için, bana Elise'i verdiğin için hatta bana tüm bu arkadaşlarımı verdiğin için teşekkür ederim. Güçlenmeme ve bundan zevk almama izin verdiğin için teşekkür ederim. Tüm bu renkleri, renkli dünyaları, gösterdiğin için teşekkür ederim. Milyarlarca yıllık hayatının on dokuz yılında bana da yer verdiğin için... Demek ki bu sonmuş ha. Nasıl hissediyorsun, dünya?
... ... ... ... ... ...
-Hüso... Oğlum, henüz bitmedi. Benimle bir ol, yansıman olacağım.
Bu tanrısal ses de neydi? Az önceki tanrıçanın umutsuzluk aşılayan sesinin tam tersiydi bu ses. Bu tanrı tüm anlamsızlığı silecek miydi? Bunun bir önemi yoktu da zaten. Sonuçta tüm dünya yok olacaktı birazdan. Neyse, kaybedecek hiçbir şey yoktu. Onunla bir olmak ne demekse olsa da olurdu olmasa da olurdu.
-Gücümü kabul ettin. Hüso, birazdan hissedeceklerini kaldırabileceğine inanıyorum. Senin burada olman tüm evren için büyük bir şans. Sonunda kendimi göstereceğim, insanlığa...
... ... ... ... ... ... ...
İşte bu güç... Bu güç evrenin yok edilemeyeceğinin kanıdıydı. Çünkü karşısındaki tanrıça ne kadar tüm evreni yok edecek kadar umutsuz bir güç yayıyorsa bu güç de tüm evreni koruyacağına herkesi inandırabilecek bir güçtü. Hüso tatmin olmuştu artık. Bu dünyanın daha yaşaması gerekiyordu. Ve bu olacaktı. Daha fazla zarar gelmeyecekti, hiçbir yere, hiç kimseye, hiçbir şeye! Bu güç dünya dışıydı. Hala nasıl tüm gerçekliğin bükülüp yok olmadığına Hüso anlam verememişti. Daha önce hissettiği tüm güçleri toplasa, aynı kendi yaşının evrenin yaşının yanında kaldığı kadar küçük kalırdılar. Başka bir evrende oldukları kesindi. Çünkü dünya bu enerjiye maruz kalsa çok kısa sürede bir seferde yok olurdu. İşte böyle kudretli hissediyordu Hüso. Tanrıçanın gücü de bu boyutlardaydı işte. Bütün bu gücü Hüso mu kontrol edecekti şimdi?
-Hayır, sen sadece uygun bir katalizör oldun. Benim geri gelmeme. Aynı o adamın Anlamsızlık Tanrıçası'na katalizör olması gibi. Fakat o benim gibi Orijinal İlah olmadığı için bu kadar fazla güç gerekti onun görüntüsünü elde etmek için. Şimdi işi bana bırak, Hüso... Kaos'un, hayatın anlamının, yaratıcısı Kaos'un Lordu'na.
... ... ... ... ... ... ...
Bu Üçüncü Dünya'ydı. Battle Dome, Sıfırıncı Dünya. Dünya, Birinci Dünya. Battland, İkinci Dünya. Burası ise, Üçüncü Dünya... İlahların dünyası. Gerçek dünyada yalnızca altın rengi enerji olarak açığa çıkıyordu. Fakat uygun bir katalizör bulursa kendini gösterebiliyordu da. Şimdi olduğu gibi. Fakat bu bir ilkti. Tanrıların dünyası ilk defa kendisini gerçek dünyaya gösteriyordu. Peki ama... neden? Neden birisi çıkıp tamamen bu evreni yok etmek istiyor ve neden diğeri de bunu engellemeye çalışıyor?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...