-İbo! Hüso ne yapıyor?
Zen olaylara anlam veremeden göz kamaştırıcı ışık gösterisini izledi. İbo gözlerini heyecanla kocaman açtı, ağzı kulaklarına vardı.
-Savaşıyor o. En büyük düşmanıyla yüzleşiyor.
Zen'in yüzünden anlaşılıyordu:
-Hiçbir anlam veremiyorum. Kendi kendine konuşup gücünü tüketiyor gibi görünüyor.
İbo tepeden aşağı atladı. Yokuştan kayarak Hüso'nun yanına ulaştı. Hüso yüzünü döndü. İbo bir anda ciddileşti. Hüso'nun yüzü bembeyazdı, saftı. Bu gözlerin görebileceği bir renk değildi. Yürekler görebilirdi ancak. İbo gülümsedi. Arkadaşına sarıldı.
-Dönelim, Hüso. Bugün iyi yemekler olacak.
Hüso arkadaşının gülümsemesine karşılık verdi.
-Dönelim.
.......
Zeplinin olduğu yere geri döndüler. Sofra hazırdı. Zen'in ustalıkla hazırladığı ve sosladığı etleri, Yume o ustalığa yaraşır bir şekilde mangala dizmiş kızartıyordu. Herkes sofraya oturmuş yemeği bekliyorlardı. Sofrada bir kişi eksikti.
-Hmm.
Etin kokusuna uyanmış olmalıydı. Saçları darmadağınıktı. Saçlarını düzeltti. Artık daha fazla dağınıklardı. Heyecanla sofraya uçtu.
-Elini yüzünü yıkamadan sofraya oturma! Saçlarını da topla, hep masaya dökeceksin.
Işığa alışamamıştı daha. Kendisine bağırana tek gözünü açıp baktı.
-Aman be Zen. Zaten yıkayacaktım. Daha yeni uyandım hem.
-Tamam işte, uyanır uyanmaz sofraya oturma. Hem gece uyumayıp öğlen uyuyorsun hep.
Kız gözlerini yukarı kaldırdı. Ne söyleyeceğini düşündükten sonra sevinçle çığlık attı.
-Haha, yeni uyandım dedim ya. Sen yanlış anladın. Uyandığımda sofradaydım.
Kız düşünmeye başladı.
-Yemeğin kokusu beni buraya kadar taşımış olmalı.
Zen'in tahammülü kalmıyordu artık. Yine de sakinleştirdi kendini.
-Tamam... Peki saçını kim düzelttirdi. Onu da etin kokusu yapmış olamaz.
-Hah, o mu. Onu da masa kendini korumak için yapmış olmalı. Ne de olsa hiçbir masa üstünde saç telleri istemez.
Yume kıkırdamaya başladı. İbo insanları böyle görünce mutlu oluyordu.
-Hem saçlarını düzeltmedin ki. Zen seni kandırıyor.
Yume, İbo'nun dediklerini duyunca bir kez daha karşısındaki kızın saçlarına baktı.
-Cidden he. Zen, neden hepimizi kandırmaya çalışıyorsun?
Zen bu sefer sinirlenmişti işte.
-Siz! Her gün böyle mi yapacaksınız.
Yume, İbo ve kız kahkahayı bastılar. Zen de sonradan gülümsemesine engel olamamıştı. Hüso onları uzaktan izliyordu. Bu huzurlu ve mutlu ortamda o en farklı hissedendi. İçinde ortamın huzuru ve kendi içindeki huzursuzlukla karışıp kaosu sağlayan bir his vardı. Huzursuzluğun kaynağı geçmişiydi. Ya da, daha farklı bir şeydi. Bir hatasında bu huzursuz ortamı bozma ihtimali miydi? Hayır, bu sefer böyle olmayacaktı. Yoksa bu ortamdan ayrılacağı gün hissedeceklerinin bir öngörüsü müydü? Bu olayların anılaşacağı gün hissedeceği nostalji, bu kaosun kaynağı olabilirdi.
-Neden konuşmuyorsunuz, benim prensim?
Hüso kendine gelmişti. Daha az önce birliği sağlamamış mıydı. Onu bu huzursuzluğun içinden alıp çekmişti, o kara gözler, kırmızı dudaklar. Onun gibi birisi olmak istemişti. Onun gibi birisiydi de eskiden. Hayatın meydan okumaları onun zevkle aştığı oyunlardı. Tek başınayken de yalnız değildi. Bir kere yalnız kalınca insan, bu kadar acınası olabiliyordu. O kız asla acınası değildi. Hüso'ya hayranlıkla bakan, ona "Prensim" diye seslenen kız, Hüso'nun bütünlüğü sağlamasındaki en büyük etkenlerdendi. Hüso ona aşık değildi. Bundan emindi. Aşk gibi saçma sapan bir his, ona layık olamazdı. Hüso böyle düşünüyordu. Hiç göstermese de ona çok hayranlık besliyordu. Uzattığı eli tuttu ve düşünceler aleminden geri döndü. Huzurun kucağına düştü. Kızın gülümsemesini gördükçe içinin yağları eriyordu fakat asla, asla aşk olmazdı. Böyle iyiydi. Bütünlük bozulmamalıydı. Kaos böyle dengedeydi.
-Şimdi ellerimi yıkamaya gidiyorum. Sakın bütün etleri bitirmeyin, prensim.
Hüso'nun içi umutla doluyordu. Birkaç ay önce, İbo onu bulmadan olanları bilmiyordu kız. Neyse, bilmese daha iyiydi. Zamanı geldiğinde öğrenirdi. Yume etleri servis edip sofranın başına geçmişti. Prens Hüso'ysa eğer, kraliçeleri de Yume'ydi. İbo'nun kraliçesiydi o. İbo, sen nasıl hissediyorsun ona karşı? Hüso kendi kendine sordu.
.......
Herkes sofrada oturmuş yemeklerini yiyorlardı. İbo, Hüso'nun taklidini yapıyor insanları güldürüyordu. Birden mangaldaki bir etin yağı kömürlere düştü ve ufak bir alev yükseldi. Hüso ateşin o mavi gözlerdeki yansımasını gördü. O gözleri ilk gördüğü andaki gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
PertualanganBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...