Sonata ve Ersoy Bey yatmışlardı. Ersoy Bey'in yatmadan önce odada gördüğü duvara dayalı tabut onun dikkatini çekmişti. Tabut onu umutlu hissettiriyordu. Kaldıkları odada bir tabut olması absürd olsa da onun merakını hiç uyandırmamıştı. Aynı zamanda o tabutun içinde onlarla birlikte bu odayı paylaşan biri olduğunun farkında değildi. Ersoy Bey hemen bir sonraki güne geçmek için uykuya dalmak istiyordu. Tam zihnini tüm düşüncelerden arındırmışken Sonata'nın sesiyle kendine geldi.
-Söylesene, aylar önce gördüğüm o güzel rüyanın devamını bu gece görebilecek miyim?
Ersoy Bey bir kaç saniye şaşkınlıktan sessiz durduktan sonra cevap verdi.
-Nasıl bilebilirim bunu?
Sonata güldü.
-Haklısın... Sana rüyayı anlatmamı ister misin?
-Hayır.
-Çocukluğumda sadece birkaç sene okula gitmiştim. Buna rağmen o günler benim için çok önemli.
-Sana anlatma-
Ersoy Bey onu durdurmanın anlamsız olduğunu düşündü. O anlatırken uyumaya çalışacaktı. Yine de anlatacaklarının kısa sürmesi için dua etti. Sonata, Ersoy Bey'i hiç dikkate almadan anlatmaya devam etti.
-Okul günlerimdeki arkadaşlarımın hepsinin isimlerini unuttum. Öğretmenlerimin de. Hiçbir hatıram da yok. Fakat o günlerde nasıl hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bazen her şeyi unuttuğum için duygulanırım. Rüyamda da o okul zamanlarıma geri dönmüştüm. Arkadaşlarımla elma ağacının etrafında şarkılar söyleyip oyun oynuyorduk. Yorulduktan sonra da durup birkaç elma kopartıp yiyorduk. Ağaç bize gölge ettiği ve bizi beslediği için çok mutlu gözüküyordu. Parlıyordu. Her gün böyle mutluca geçiyordu okulda. Fakat yavaş yavaş hepimize elma yetmemeye başlamıştı. Ağaç yavaş yavaş yaşlanıyordu! Ve bunu sadece ben fark etmiştim. Arkadaşlarıma bunu söylediğimde bana bu ağacın yüzyıllardır burda olduğunu ve yaşlanması gibi bir durumun olmadığını söylüyorlardı. Birkaç gün sonra elma yemeyi kesmiştim. Arkadaşlarım oturup elmalarını yerlerken ben ağacın diğer tarafına yaslanmıştım. Ağaç sanki bana bir şey söylemek istermişcesine yapraklarını aralayıp güneşin yüzümü aydınlatmasına izin vermişti. Sonra da kucağıma bir elma düşmüştü. Ağaç, onun için endişelenmemem gerektiğini söylüyordu! Ne de olsa etrafında çocukların oynaması ve ondan elma alıp birlikte yemeleri ağacın en büyük mutluluğuydu ve son zamanlarını mutlu geçirmek istiyordu. Günler yine eskisi gibi geçmeye başlamıştı. Fakat ben günler geçtikçe daha çok hüzünlenmeye başlamıştım. Ağaç ilkbahar olmasına rağmen yaprak döküyordu! Bir gece hüzünlenip uyuyamamıştım ve ağacın yanına gitmiştim. Ağaca yaslandım ve ağlamaya başladım. Bunca zamandır bizi besleyen, gölgesinin altında oynamamıza izin veren o büyük ağaç ölüyordu. Gökyüzü de benimle birlikte ağlamaya başlamıştı. Fakat hiç ıslanmamıştım. Ağaç son zamanlarında beni ıslanmaktan korumuştu. Sonra da orada uyuya kalan beni tüm yapraklarını üstüme döküp soğuktan korumuştu.
Ersoy Bey dehşetler içindeydi. Böyle saçma bir hikaye nasıl gözünden yaş akıtabilmişti! Sesi titreyerek sordu.
-Devamını neden görmek istiyorsun? Hem devamı var mı ki, bitmiş işte.
-Ağaca veda edememiştim. Aynı zamanda arkadaşlarıma da, öğretmenime de. Gerçekte de böyle olmuştu. En azından rüyada onlara veda etmeye iznim olmalı.
Ersoy Bey hiç böyle hissetmemişti. Bu hüzünlüydü fakat bir o kadar da mutlu hissettiriyordu insanı. Bu neydi? Kaos. Çatışan duyguların uyumla aynı anda hissedilmesi bu kaosu doğuruyordu. Ersoy Bey kendini bu duygudan zorla soyutladı.
-Çok saçma. Alt tarafı bir rüya! Başka işin mi yok, bu rüyayı bu kadar kafana taktın.
Arkasını dönüp yattı. Sonata elini, pencereden odanın içini ışıkla dolduran aya doğru tuttu. "Bir gün sen de anlayacaksın, dostum." Ersoy Bey bir ay burda ne yapacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventuraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...