-çekirge sesleri-
Güneş yeni doğmuyordu fakat Hüso'nun gözkapaklarından içeri yeni yeni ışık girmeye başlamıştı. Bedeni onu uyandırmak için hazırdı artık. Hüso yanağını topraktan kaldırdı. Uyuduğu zaman çamur olan zemin şimdi kuruyarak toprak olmuştu. Başından beri neden ıslaktı ki? Bulunduğu yerde tek tük birkaç ağaç dikilmişti. Genellikle kurak bir alandı. Hüso ayağa kalktı. Yanağındaki toprağı temizlemedi. Böyle dağınık ve kirli olmak hoşuna gitmişti. Neden? Belki içini dışına yansıtmak istemişti. Ya da ruh halini bedeniyle de hissetmek istemişti. İkisi aynı şey değil mi?
Köyün girişine baktı. Ağaçların gölgesi bulunduğu yeri karartmıştı. Bu yüzden köy çok aydınlık görünüyordu. O parlak yerden biri ona doğru yürüyordu. Düşmanlık hissettirmiyordu. Silüeti onun uzun boylu sıska bir adam olduğunu gösteriyordu, da, Hüso bunları düşünene kadar adamı bütünüyle görmüştü zaten. Adam yaklaştıkça gülümsemesi büyüdü.
"Çirkin." Hüso adamı damgalamıştı şimdiden. Ama adam da bir garipti. İnsan sarrafı olduğunu idda edenler bile bu adamı analiz edemezdi. Evet, tanıştıktan dakikalar sonra bile, hatta saatler sonra. Asla adamın amacı anlaşılmazdı herhalde. Diye düşünüyordu Hüso. Sadece gülümsemesi bir çirkinceydi ama o yapmacık, zorlama gülümsemelerin çirkinliğinden değildi. Rahatsız ediciydi kendi tarzıyla. Adam ağzını açtı ve biraz da eğildi.
-Köye gelsene. Ne orada yatıyorsun? Yoksa sen deli misin?
Hüso adamı kaşlarını çata çata süzdü yavaş yavaş.
-Yo.
"Dertliyim sadece."
-Haa? Hangisine dedin, deli olduğuna mı yoksa köye gelmeye mi?
-Deli olduğuma.
Adam boğazından sesler çıkara çıkara güldü biraz.
-Deli olduğunu kabul eden deli mi olur?! Gel.
Adam Hüso'yu bileğinden yakaladı, köye doğru götürdü. Hüso hissizce yere bakıyordu. Ne olduğu umrunda değildi artık. Adam köyün girişi olan taşla kaplı zeminin başına kadar sürükledi onu. Sonra da bileğine bir nazar boncuğu taktı. Hüso neler olduğunu anlayamamıştı. Fakat normalde bunun bir kazık olduğunu anlardı. Şimdi beyni pek çalışmıyordu mağlesef. Adam üstünde katlı renkli kağıtlar sokulmuş olan açık kutuyu aldı tezgahtan, Hüso'ya doğrulttu. Hüso hala neler olduğunu düşünmüyordu.
-Ne? Bu ne?
-Aaa, böyle olmaz deli delikanlı! Çek! Hadi hadi.
Hüso bir kağıt çekti. "Turuncu. Onun saçları gibi." Kağıdı açtı, içinden okudu. "Bu ayrılığınız uzun sürmeyecek. Bir araya geldiğinizde birbirinizi affedeceksiniz. İş hayatınızda da mükafatlar sizi bekliyor olacak." Son cümle diğerlerinden biraz ayrı gibiydi. Hüso'nun üzerinde bir etkisi olacaktı. "Şimdilik onu düşünme. Başka derdin yok mu?" Hüso öfkelenmişti ama dışa hiç vurmadı. Adam gülümseyerek elini açtı. Avcunun içinde "10 BL" yazılıydı. Hüso şimdi öfkesini dışa vurmuştu. Cebinden 10 BL çıkarıp adamın eline vurdu. Adam kıkırdadı. Hüso köyün içine doğru öfkeyle yürümeye başladı. Küçük taştan kulübelerde kalan köy halkı Hüso'yu görünce pencerelerini ve kapılarını kapattılar. Tetikte bekliyorlardı. Adam Hüso'nun yanına kadar koşup onun omzundan tuttu.
-Gece dışarda o şekilde çamurda uyuduğun için senin kötü şans getirebileceğini düşünüyorlar. Benim yanımda dur, bu sayede çok dikkat çekmezsin. Buralara genelde turistleri ben getiririm. Şurada bir han-
Hüso adamın sözünü kesti.
-Ne türistinden bahsediyorsun sen?! Niye gelir ki biri buraya?
Adam ellerini ovuşturdu.
-Buraya genelde şehirlerden gelirler. Köy hayatına özenen zengin şehirliler.
-Hah. Anca aptalları kandırıyorsunuz yani!
-Aptal demeyelim. Seni hana götüreceğim. Buranın tek hanı. Orada kal gece. Zaten bu zamanda tek müşterisi sen olacaksın. İyi bakar sana.
Hana ulaştılar. Hancı şişko, bıyıklı bir adamdı. Kızı Hüso'dan bir iki yaş küçük örgülü, kocaman gözlüklü, kısa boylu bir kızdı. Hancı, Hüso'yu görmezden gelip adamın elini hızla sıktı.
-Ömer kardeş, hoş geldin, sefalar getirdin!
Sonra Hüso'yu yeni farketmiş gibi yaptı.
-Oho, görünüşe göre müşteri de getirmişsin. Ellerine sağlık.
Kızına döndü.
-İsmini al.
Hüso ne yaptığından emin değildi. Neyse, görünüşe göre bugün ve yarın buradaydı. Kızın gittiği kürsüye gitti. Hancı ve Ömer isimli adam hala konuşuyorlardı. Para. Konu bu olmalıydı. Hancının kızı başını kaldırıp Hüso'ya bakamıyordu. Hiçbir şey demeden bir süre durdu. Nefes alışları hızlanmıştı. Çok kısık sesle sordu.
-İ-isminiz?
-Duyamadım.
Kızın zorlandığı belliydi. Hüso'nun yüzüne çok hızlı bir şekilde tekrar baktı. Sanki ona baktığını kimseye göstermemeye çalışıyordu. Bu bakıştan sonra da yanakları kızarmıştı. Bir an geçti. Kız bu sefer daha yüksek sesle sordu.
-İsminiz?
Hüso'nun asabı bozulmuştu.
-Haaa!!? Bu ne lan! Kendinizi tatil köyü mü sanıyorsunuz?!
Hancı hemen işi gücü bırakıp bu çirkef müşteriyle ilgilenmeye başladı.
-Aman efendim. Ne sorununuz varsa söyleyin de çözelim. Ne bağırıyorsunuz hanıma gelmiş.
-Bu ne kaba bir dil böyle? İsmim Hüso! Tek müşteri benim, bu otel tavırları neden?
-Formalite icabı efendim.
Hüso memnuniyetsiz bir bakış attı. Biraz sonra yalnız kalınca kendine gelecek ve bu tavırların kaba olduğunu anlayacaktı. Ama bu adamın, hancının, tipini beğenmemişti. Hancı da aynı şekilde. Arkasına dönünce öfkeli bir yüz ifadesi takınıyordu. Hüso hancıya seslendi.
-Odam hazır olmasa da olur. Ama geceye kadar hazırlayın. Bir dolaşacağım.
Hancı kızına döndü.
-Anahtarı ver.
Kız farkettirmeden gülümsedi. Anahtarı alıp Hüso'ya doğru götürecekti. Fakat yolda babası anahtarı kızın elinden çekti ve Hüso'ya kendisi verdi. Kız o an boş hayallere kapıldığını anlamıştı. Ne de olsa bir iki ay sonra babasının bulduğu bir adam evlerine onu istemeye gelecek, sonra da "formalite" icabı ona adamı beğenip beğenmediği sorulacaktı. Hele bir beğenmediğini söylesin, o zaman başına gelecekleri biliyordu. Sonra o adamla, büyük ihtimalle büyük dayısının oğluyla, evlendirilecek. Bir hafta içinde o iş yapılacak, o istese de istemese de. Aylar sonra ilk çocuğunu doğuracak. Sonra ikincisini doğuracak, sonra üçüncüsünü. Belki daha da sonra dördüncüsünü ve beşincisini... Öyle çocuk büyüterek hayatını geçirecek. Anası yaşına geldiğinde de torun torba derdine düşecek, kendi kızına veya başkasının kızına aynılarının yaşatılmasına izin verecek. Ve asla buraya bir geceliğine gelmiş bu Hüso denilen çocuğa bir kez gidip "N'olur beni de yanında götür." diyemeyecekti. Bu "boş" hayallerden baştan vazgeçmişti.
Hüso anahtarı alıp hiçbir şey demeden dışarı çıkmıştı. Köy halkı ona karşı mesafeli davranıyordu. Köyün ortasında küçücük bir meydan vardı. Meydanın ortasında da çalışmayan bir fıskiye ve onun altında boş bir süs havuzu vardı. Uzun zamandır çalışmadığı sarmaşıklardan belliydi. Orta halli bir ailenin evindeki salondan azıcık büyük olan bu meydanın ortasındaki banka oturdu. Bulutsuz gökyüzüne baktı. Güneşe baktı. Gözleri acıyana kadar baktı hem de. Meydanda oynayan çocukların topu kafasına gelip kucağına düşene kadar baktı. Bu top Hüso'nun kaderini nasıl değiştirecekti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventuraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...