"Uçsuz bucaksız çölde sıcaktan bunalmıştım. Terden yapış yapış olmuştum. Pişik olursam kötü olacaktı. Zevkli değil. Tahta terliklerimin içine kum dolmuştu. Terliklerimi çıkardım ve kumu temizledim. Biraz da yalın ayak yürüyeyim dedim. Ayaklarımın altı sıcaktan yanmıştı. Gerçekten de zevkli değildi. Kum fırtınası çıkmıştı. Fırtına bir noktada sanki bir yere çarpmış gibi aniden dağıldı. O noktaki görünmez binanın yerini belli etmişti bu. Binanın olduğu yere gittim ve bağırdım.
-Burası benim mezarım olacak!"Eren ve Selene'nin ekibinin binasında her zamanki gibi sakin bir gündü. Eren bilgisayarın başında çalışmaya ara vermiş oyun oynuyordu. Ama bu ara sanki biraz uzun sürmüştü. Bunu farkeden Selene, Eren'in yanına gitmişti. Ne heyecanlı heyecanlı oynuyordu oyunu Eren öyle. Ses etmemeye karar verdi.
Ekibin diğer üyeleri Sonata ve İllium dinlenme odasında oturuyorlardı. Dinlenme odası binadaki her oda gibi küçücüktü. Tatlı bir küp olan bu odanın girişi içinde oturanlara rağmen hiç garip değildi. İşte bu garipti. Ahşap kapıdan girdikten sonra beş adım ötede iki kişilik suni deri bir koltuk vardı. Koltuğun hemen üstünde de perdesiz bir pencere. Koltuğun iki yanında kalorifer olduğu için oralarda başka mobilya yoktu. Sağ duvarda pembe boyalı metal bir dolap, sol köşede de dünyalar güzeli İllium'un oturduğu, odanın geri kalanıyla hiç uyumlu olmayan çok asil bir koltuk duruyordu. Uyumsuz, toplama mobilyalardan oluşan bu odanın tam ortasında tozlu, kısa boylu bir sehpa duruyordu, sehpanın tam üzerinde, tavandan da bir ampül sarkıyordu. Kare şeklindeki sehpanın ortası kare şeklinde oyulmuş ve bu oyuğa cam bir plaka oturtulmuştu. Camın üstünde yine kare şeklinde bir dantel vardı. Dantelin köşeleri camın kenarlarına denk geliyordu. Sehpanın kenarında da İllium'un ince parmaklarınca rahatça tutulabilen bir kahve fincanı vardı. Mavi, kırmızı, altın sarısı geometrik şekillerle işlenmiş beyaz porselen bir fincandı. Ağzı genişti. Altında da cam bir tatlı tabağı vardı. Tabakta özel bir şey yoktu. Cam tabaktı işte.İki kişilik koltukta ağırlığını sol omzuna vermiş, yamuk yumuk yatan Sonata oturuyordu. Müzik dinlerken düşüncelere dalmıştı. Öyle derin düşünceler değil. Akşam ne tatlı yese onu düşünüyordu.
İllium ise upuzun boylu, upuzun saçlı genç bir kadındı. Masum bakışlı kocaman parlak mavi gözleri vardı. Gözleri gibi bir o kadar da kocaman olan yuvarlak camlı gözlükleri de vardı. Tombul kırmızı yanaklarına ek olarak sağ yanağında tam gözünün altında küçük bir ben vardı. Kıpkırmızı dudakları ve teninin rengi uyum içindeydi. Soldan sağa uzayan kahkülleri kaşlarına kadar uzanıyordu. Kulaklarını kapatan saçlar da omuzlarından aşağı dökülüyordu. Geri kalan saçlarını da ucundan bir kurdeleyle tutturmuş kurdelenin altında kalan kısmı da örmüştü. Beline kadar gelen örgünün ucunda bir başka kurdele vardı. Sarı saçları o kadar gürdü ki arkadan bakan birisi sırtını göremezdi. Kolları ve bacakları kalın ve uzundu fakat hiç balık etli gözükmüyordu. Üzerine uzun kollu simsiyah bir gömlek giyinmişti. Kollarının ucu aşağı indikçe genişliyordu. İçinden de beyaz tüllü bir katman çıkıyordu. Gömleğin yakaları o kadar genişti ki göğüslerine kadar uzanıyordu. Gömlek bel kısmında dardı ama sonradan bir etek gibi genişliyordu. Gömleğin büyük düğmeleri beyazdı fakat içlerinde siyah çiçek şekilleri olduğu için uzaktan siyah görünüyorlardı. Altına da uzun dizlerinin altına kadar gelen simsiyah bir etek giyinmişti. Eteği tutan kemer bir kurdeleydi. Eteğin altında da gömleğin kollarında olduğu gibi beya tülden bir katman vardı. Bacaklarında da upuzun siyah, fileli çoraplar giyinmişti. Eteği çok uzun olduğu için çorapların nereye kadar çıktıkları anlaşılmıyordu. Ayakkabıları da simsiyahtı. Önlerinde de siyah kurdeleler vardı. Saçındaki kurdeler bunların aynısıydı ama saçını ilk tutturmak için kullandığı kurdele devasa boyutlardaydı.
İllium fincanı ince parmaklarıyla tutup küçük dudaklarına yavaşça yaklaştırdı. Tam bir yudum alacaktı ki kahvenin şiddetle titremeye başladığını fark etti. Sakin ve sessizce incecik sesiyle tepki verdi.
-Ah.
Bu kadar. Sonra fincanı tabağa bıraktı. Yavaşça koltuktan kalktı ve küçük siyah fötr şapkasını kafasına taktı. Dışardaki kumlardan yansıyan güneş ışığı odayı sarıya boyamıştı. İllium da bu sakin odadan çıkıp gürültülü bir yere gidecekti.Gürültü ve karmaşa yan odadaydı. Bu oda diğerinden biraz daha büyüktü. Bir pencere yoktu bu yüzden hep ışık yanardı burda. Kocaman altın sarısı bir cami avizesi tavandan sarkardı. Odanın kenarında pis bir koşu bandı vardı. Tavandan demir bir çubuk sarkıyordu. Sanki iki köşesinden tavana asılı olması gerekliydi bu çubuğun. Onun dışında yerde mor renkli bir jimnastik matı ve çeşitli demir ağırlıklar vardı. Aynı zamanda kocaman mavi bir plates topu. Sol arka köşede de küçük bir buz dolabı ve üstünde de de su sebili vardı.
İllium kapıyı çalıp bu odaya girdi. Her zamanki gibi havasızlıktan kokuyordu oda. İllium nazikçe yerde yatan esmer kadına seslendi.
-Shisha neden yerdesiniz?
Saçı başı dağınık kadın hızla yerden kalktı. Gülümsedi.
-Yerde değilim. Hehe.
İllium hüzünlü bakıyordu. Kim onu böyle görse o da hüzünlenirdi.
-Kafanız acıyor mu?
Shisha at kuyruğu yaptığı sert ve yağlı saçlarını düzelttikten sonra başının arkasını yokladı. Sonra İllium'u sakinleştirmek için zorla gülümsedi.
-Bak acımıyor. Hem bak, ben güçlüyüm.
İllium'un kırmızı yanaklarından aşağı bir iki damla yaş süzüldü.
-Gerçekten mi?
Shisha gözlerini heyecanla kocaman açtı.
-Gerçekten! Hadi gel sen de biraz spor yap, benim gibi güçlen. Spor, spor!
İllium gözlerindeki yaşları sildi ve tüm kuzey kutbunu eritebilecek sıcak gülümsemesini açığa çıkardı!
-Ama, hemen şimdi mi? Size yük olmayayım.
-Ne demek o!? Hadi git giy benim spor kıyafetlerimden.
İllium, Shisha'ya tekrardan baktı. Üstünde yalnızca o terli göğüslerini kapatsın diye duran siyah bir spor sütyen vardı. Altında da minik sarı bir spor şort vardı.
-Emin misiniz?
-Niye ki?!
Shisha biraz bekledi.
-Boşver ben de yoruldum. İçinden geldiğinde yaparsın.
Gidip sebilden su doldurdu. Bir bardak, iki bardak, üç bardak... İllium ne kadar içeceğini merak etmişti. Elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü. Heyecanlanmıştı. Yanakları daha fazla kızarmıştı. On üçüncü bardaktan sonra su içmeyi kesti Shisha. İllium heyecanla gülümsedi.
-Tam on üç bardak içtiniz! Midenize dokunmasın sakın.
-Dokunmaz be. Hem ben çok spor yapıyorum. Çok suya ihtiyacım var.
Shisha bir anda sağına keskin bir bakış attı.
-Birisi geldi, İllium.
İllium duygusuzca boşluğa bakmıştı. Gözleri bir anlığına solmuştu.
-Evet.
Binanın dış kapısından birisi hızla içeri girmişti. Bu da kimdi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AbenteuerBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...