Bölüm B1: Beyaz

2 0 0
                                    

Her şey beyaza dönmüştü sonunda. Ne kar saçlı kız kalmıştı, ne okul, ne metro, ne erik ağacı, ne de atölye... Beyazın içinden bir çift deniz mavisi göz açıldı.
-Benim gidebileceğim bir yer var.
Son gözyaşı elmas gibi parlak, düştü yere. Artık ağlamak yoktu, ona yakışmıyordu. Son bir ayda yaşadıklarını asla unutmayacaktı. Hepsi yalan olsa bile o insanların duyguları gerçekti. Ona bunca şey katmıştı o insanlar, yalan insanlar. O dünyayı kim yaratmıştı bilmiyordu. Düşününce çok hatalıydı o dünya. Bir oyun gibi bakmadığın yer beyaza gömülürdü. Az insan vardı bir de. Başka bir hikayeydi o dünyanın hikayesi. Sadece küçük yüreğinde saklayacaktı onu. Şimdi kendi hikayesini yazma vakti gelmişti. Onu bularak başlayabilirdi işe...
....
Günler geçti. Sonunda bulmuştu, koca dünyada her yerde olabilirdi aradığı. Ama onu burada bulmuştu, bu karlar altına gömülmüş yerde. O... konuştu.
-İkimiz aynı anda arayınca bulmak kolay oluyor ha, Yuki.
Mavi gözlü kız şaşırmamıştı. Cevap vermedi.
-Ee, beni neden arıyordun, söylemeyecek misin?
Pembe dudaklarını kıpırdattı.
-Ağabey, sen kimsin?
Karşısındaki beyaz saçlı genç adam güldü.
-Sen benim kardeşimsin. Neden sordun kim olduğumu?
-Kötü bir adam mısın sen?
-Yuki, neler soruyorsun? Ağabeyin kötü adam olur mu hiç?
İpek tenli kız sesini yükseltmişti farkında olmadan.
-Soruma soruyla karşılık verme!
Ağabeyi gülümsedi.
-Seni son kez görmek istedim. Biliyorsun, fazla vaktim kalmadı artık.
-Ne?
-Bilmene gerek yok. Kimin yanında olsam sonunda kayboluyor. Sana bir şey olmasını istemiyorum. Daha fazla arama beni.
Arkasına döndü genç adam. Gidiyordu. Ta ki karşısına çıkan dev buz kütlesi onu durdurana kadar. Geri döndü kardeşine. Buz kütlesi bir saniyede eriyip su olmuştu, mavi gözlü kız gözlerini açıp kapayana kadar.
-Beni zorla durduramazsın biliyorsun değil mi, kardeşim.
Sessizlik. Saniyelerce bakıştı iki kardeş. Ağabeyi kardeşinin yanına geldi. Kocaman sarıldı ona. Başını okşadı. Yuki tepkisizdi.
-Benimle ölecek misin yoksa? Hadi, gel. Onların yanına sen de gel. Ya da bırak beni, o iki arkadaşım gibi sen de kurtul... Seni arkandan bıçaklayamam, Eren ve Selene'ye yaptığım gibi. Sana tercih yapma hakkı veriyorum ama. Benimle gel, ya da kendi hayatına devam et. Ben burada buzdan bir heykel olarak asla ölmeyeceğim. Sen de ölümsüz olacak mısın benimle?
-Ölümsüzlük sadece bir hayaldir...
-Değiştin sanmıştım, kardeşim. Yine o soğuk kızsın.
Yuki ağabeyinin kollarından kurtardı kendini.
-Hayır. Değiştim ben. Ama yalanlar içinde yaşamaktan bıktım.
-Ağabeyini sinirlendirme. Neyi bilmiyorsun, sana kim yalan söyledi?
-Anlamıyormuş gibi konuşma. Ablama ne oldu?
-Bildiğin şey doğru. Neden yalan olduğunu düşünüyorsun? Hem o kadar yeni arkadaşın var artık, ablanın ne önemi var.
Yuki hüzünlenmişti.
-Hiç arkadaşım yok. Onlar gittiler.
-Hayır Yuki, biliyorum. Sen gittin. Sen bıraktın onları.
-...
-Şu Hüso... Seviyor musun onu? Seni yalnızlıktan çekip kurtardı.
-Hayır.
-Neye hayır dedin? O gün, Hüso'yla tanıştığın gün, evden bu yüzden kaçtın işte. Kimsesizliğe dayanamadın, monotonluğa dayanamadın. Amacın beni aramak değildi, o hiç tanımadığın Hüso'yu aramaktı amaç. Bunların doğruluğuna mı hayır dedin? Yoksa ilk soruma mı?
Kardeşinin arkasına geçti, elleriyle onun gözlerini kapadı.
-Düşün, Yuki. Eminim bir yerlerde, yepyeni insanlarla dost olmuş olsalar bile, akıllarının bir köşesinde sen duruyorsun hala onların... On altı yaşındaydın. Şimdi ise neredeyse yirmi olacaksın. Onlarla geçirdiğin üç seneyi çöpe mi atacaksın?
Kardeşinin gözlerini açtı tekrardan. Yuki arkasını döndü.
-Sen hiçbir şeyi bilmiyorsun. Bu dünyada herkes gelip geçici. Kimseyle "sonsuza dek mutlu" olamazsın. Her şey yavaşça anlamını yitiriyor.
-Peki o zaman neden benle gelmiyorsun?
Yuki gülümsedi.
-Çünkü... anlamlıyken her şey güzeldi. Anılar güzeldi. Şimdi gitme vakti. Belki yeni anlamlar bulacağım yaşamımda. Senin için hiçbir şeyin anlamı kalmadıysa eğer...
Ağabeyi de kardeşinin gülümsemesine karşılık verdi. Bir anda cildindeki tüm kızarıklıklar gitti. Tüm teni kar gibi bembeyaz oldu. Kardeşinin elini tuttu.
-Sen nasıl istersen, bir tanecik kardeşim. Bırak hepimizi. Hatırlarında sonsuza dek yaşayalım.
Genç adam yavaşça buz tutmaya başladı.
-Rüyalarında görüşmek üzere, kardeşim. Belki orada... onlarla olabilirim.
....
Yine sadece beyazlık kaldı ortada. Kar saçlı kız yürüdü, yürüdü, yürüdü. Hatıralarını aldı yanına. Bir elmas süzüldü yanağından aşağı.
.......
Aşık olmamak için çok geçti. Gece gece buz gibi gölde yıkanan ay kızı görmüştü artık. Bu kız dağın tepesinde ne arıyordu? Nefes almak bile zordu. Evren onu sırf antremanını bozsun diye mi yollamıştı? Kızın saçlarından aşağı süzülen damlalar donarak elmasa dönüşüyor, ışıklar saçıyordu. Soğuktan burnu ve yanakları kırmızı kırmızı olmuştu. Dedesinin evinde duvarda asılı tablodaki o çekik gözlü kadına benziyordu aynı. Boş Zihin'i korumak için çok çabaladı Sidartra. Zaten bir gün önce Hüso onun sınırlarını zorlamıştı. İnanılmaz bir çabayla sakinliğini koruyabilmişti. Kızla göz göze geldiler bir saniye sonra.
-Özür dilerim. Beni affedin, rahatsız ettim.
Kız göğüslerini ve belinin altını buzla örttü. Hiçbir şey hissetmediği belliydi. Mavi gözlerini Sidartra'nın gözlerine kilitlemişti, keskin bakışlarını. Sidartra hayatında pek karşı cinslerle ilgilenmemişti. Bu yüzden ne yapacağını bilmiyordu. Zaten Boş Zihin'i de bozulmuştu. Güldü.
-Ben gideyim artık.
Arkasını döndü, uzaklaştı. Beyaz saçlı kız bedenine sardığı buzları bozdu. Gölü dondurup üstüne oturdu. Yavaşça bacaklarını çekti kendine doğru, başını dizlerine koydu. Düşüncelere daldı.
.......
Sidartra şiddetle az önce gördüklerini unutmaya çalışıyordu. Aşka ihtiyaç yoktu, tek aşk evrene ve doğaya olan aşktı. Baharla çiçek açıp güzle solma aşkıydı.
-Bir daha bu dağa gelmeyeceğim, ay yüzlü kız. Ama seni de unutamayacağım.
Sidartra dediği gibi bir daha gelmemek üzere dağdan ayrıldı...

Battland Maceraları Vol. 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin