Hüso ve Elise nişanlandıklarından beri iki gece geçmişti. İlk gün bütün gün uyudular, iyice dinlendiler. İkinci geceden sonraki gün olan bugün Hüso erken kalkmıştı. Kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Ama ne yazık ki yemek yapmak konusunda hiçbir zaman iyi olmamıştı. Tost mu yapsaydı, yoksa yumurta mı kırsaydı? Tost daha kolay geldi bugünlük. Tostlar olurken boş boş oturmaya başladı. Boş gözlerle duvarı izledi, izledi.
-Yeter. Bu kadar aylaklık yeter.
Hüso'nun amacı bir an bile aklından çıkmamıştı. Kim bilir Mahmut'un topladığı yeni ekip nelerle meşguldü? Mahmut onların önüne bir sınav koymuştu. Onu geçmeleri gerekiyordu. İlerlemek için, aynı okul gibi. Hüso daha fazla dayanamayıp hemen bir kağıt kalem aldı, planını yapmaya başladı. Hüso plana odaklanmışken Elise uyanmıştı.
-Günaydın, prensim.
-Günaydın, Elise. Bak artık vakti geldi diye plan yapıyorum. Bu Mahmut ve onun yeni ekibini yenmeliyiz, ilk iş olarak. Diğerleri geldiğinde onlara da anlatacağım.
Elise yeni uyandığı için biraz uyku sersemliği vardı. Cevap vermeden pencereye gitti, açılmak için. Zeplinin dışındaki kişiyi görünce şaşırdı.
-Ah, diğerleri çoktan gelmiş.
Sonra Elise'in burnuna güzel kokular gelmeye başladı. Bugün ilk o kalkmayı planlıyordu, bu yüzden biraz üzülmüştü kahvaltıyı hazırlamadığı için.
-Ellerine sağlık.
-Bir şeyler hazırlamaya çalıştım. Bu arada, diğerleri mi dedin? Hepsi mi gelmiş?
-Bilmem, bakayım.
Zula'dan sadece Nao çıkmıştı. Zeplin penceresinden Elise'in baktığını gördü. Elise'e zorlama bir gülümsedi, selamlamak için. Elise de geri el salladı. Nao'yu zeplinin içine aldı Elise.
-Hoşgeldiniz, Nao.
-Hoşbulduk, canım.
Hüso hala durumu garipsiyordu. Nao'ya selam vermek için bir türlü arkasını dönemedi. Tüm dikkati de önündeki kağıt kalemde olduğu için selamlama işini otomatik pilota bıraktı.
-Açlık durumun nasıl? Yediniz mi yemek?
Nao, Hüso'nun bu tavrını beğenmemişti ama yüzüne yansıtmamaya çalışıyordu.
-Hee, yedim ben. Diğerlerini şehirde bıraktım. İşleri uzadı, biz gidip alacağız onları.
-Hmm.
Nao gerçekten de yemişti ama acıkmıştı da. Bir türlü bu Hüso'yla yemek yemeyi isteyemedi yine de. Elise bu ortamda gerilmişti biraz. Yumuşatmak için Nao'yla bir sohbet konusu açmak istedi.
-Ee, nereleri gezdiniz, Nao?
Nao, Elise'in hareketini yapmacık bulmuştu. Aslında istemsizce Elise'den soğutmaya çalışıyordu kendini. O Hüso'yu "kardeşini" ondan alıp gitmişti. Evet kardeş, Nao bunu tekrar hatırladı. Onun Hüso'ya olan sevgisi kesin kardeşler arasında olan bir sevgiydi, değil mi? Değil miydi yoksa? Neyse, Nao, Elise'e tekrar zorlama gülümsedi.
-Çok acele etmeyin, küçük hanım. İlk bir elimi yüzümü yıkayım.
"Küçük hanım", Bu da neydi? Tamam. Elise onlardan iki yaş, hayır, bir buçuk yaş daha küçüktü ama yine de neyi ima etmeye çalışıyordu? Elise yavaş yavaş Nao'yu bir tehdit olarak görmeye başlamıştı. Sonra Nao dediği gibi tuvalete gidip elini yüzünü yıkamaya başladı. Bir öfke vardı içinde ve hoşuna gitmişti biraz. Ama bunu inkar ediyordu. Elise ise Nao'nun kıskanç birisi olduğunu düşünmüştü. Bu olmamalıydı. Nao gidince Hüso'nun yanına oturmuştu. Hüso'nun yüzündeki ifadeyi görünce biraz sakinleşmeye karar verdi. Öyle bir bunalmıştı ki Hüso! Elise bunu iki şekilde açıklayabilmişti, ya bu ortamdan gerilmişti o da, ya da Nao'ya daha hazır değildi. Tabii ikincisinin daha olası olduğunu düşündü o. Hüso'nun dikkati de dağılmıştı. Kağıtlarını bir rafa kaldırdı. Sonra tostları aldı, bir tabağa koydu, oturdu sofraya. Sofra boştu ama, ne gerek vardı tosttan başka şeylere. Hüso tostlardan birini yemeye başladı. Elise de biraz bekledikten sonra ilk ısırığı ağzına attı. Nao'nun işi biraz uzun sürmüştü. Geldiğinde o ikisini biraz uzaktan izledi. Sonra sofraya kadad yürüdü.
-Oturabilir miyim yanınıza?
Elise onu da sofraya buyurdu. Nao da ikisinin karşısına oturdu.
-Siz ne yaptınız ben yokken? Bol bol, yalnız kalmışsınızdır artık.
Elise bir an sinirlenmişti. Onlar neler yaşadı bilmiyordu, hatta dolaylı yoldan Nao yüzünden yaşamışlardı bunları. Tamam, bu Nao'nun suçu değildi ama, olanları bilmemesi... Kaşları çatılmasın diye bir gözünü yumdu.
-Ah, bir şey kaçtı herhalde?
Nao hemen çok umurundaymış gibi ayağa kalktı.
-İyi misin, prenses?
Elise'in öfkesi gittikçe artıyordu artık. Kimse onun prensine nasıl seslendiğiyle bu şekilde alay edemezdi! Hatta öfke başına vurunca aklını komplo teorileriyle doldurmaya başladı. O kadar eşya arasında neden üzerinde GPS olanı zeplinde kalmıştı? Peki ya neden, Hüso onu o kadar zorluğa katlanıp kurtarmaya geldiğinde reddedip sonradan hiçbir şey olmamış gibi geri dönmüştü? Elise bu düşündüklerine inanmaya daha yatkındı bugün. Nao artık onun gözünde bir tehditti! Nao'ya baktı, gülümsedi.
-İyiyim kraliçem, oturunuz lütfen.
Nao sırıttı. Elise'i kızdırmıştı. "İçindeki şeytanı açığa çıkarıyorsun, küçük melek seni." Nao'nun hoşuna gitmeye başlamıştı bu iş. Madem Hüso onun kardeşiydi, yani o Hüso'nun ablasıydı, kardeşine bu kızın gerçek yüzünü göstermek de onun göreviydi. Nao sorusunu yineledi.
-Ee, ne yaptınız ben yokken?
Elise gülümseyip cevap verdi.
-Nişanlandık biz.
Nao şaka sandı ilk, bir kahkaha attı.
-Gerçek değildir o, hani yüzüğünüz nerede?
Hüso'nun yüzündeki somurtkan ifade daha da kötüleşiyordu. Elise neden onların bu özelini sırf başka bir kadını kıskandırmak için kullanmıştı ki? Hüso ilk tostunu yiyip sofradan kalktı. Arkası dönük bir şekilde Nao'ya seslendi.
-Benim diğer tostumu sen ye, aç olduğunu biliyorum...
Hüso ellerini yıkamaya gitti. Böyle bir olayın içinde olmanın hiç bu kadar depresif olacağını düşünmemişti. Elise en sevdiği, en aşık olduğu insandı bu dünyada ama Nao'yu da aralarında bu kadar şey olmasına rağmen çok seviyordu. Onunla seneler geçirmişti. Bu iki değerli insanın, geçmişte olan saçma şeyler yüzünden böyle sidik yarıştırmaları onu çok üzmüştü. Düşününce güzeldi tabii, iki kadın, hem de dünyalar güzeli kadın, onun için kavga ediyordu. Fakat yaşamadan bunun ne kadar iğrenç bir durum olduğunu anlayamazdı kimse. Elise bile, o kadar tanrılaştırdığı o saf ve temiz Elise bile, bir kadındı sonuçta... Bunu neden daha önce fark etmemişti? Böyle düşünmekte haklıydı, hiç cinsiyetçi değildi düşüncesi. Çünkü iki seferdir ruhunu sömürmüştü bu entrikalar. Bir şeyler mi yapmalıydı, bilmiyordu ki iki kadının arası nasıl düzelir. Kendi hallerine mi bıraksaydı onları? Şimdilik öyle yaptı, ilerde bir fırsat çıkarsa önüne onu değerlendirirdi. Hüso, diğer arkadaşları gelince bu durumun nasıl devam edeceğini düşünmek bile istemiyordu. Şimdilik ikisini yalnız bırakıp, ama yine de bedenen onların yanında olup onları incelemek istiyordu. İçeri geri gitti.
......
-Köyde nişanlanmak çok önemli bir şey olabilir ama Hüso'nun bunu bu kadar büyüttüğünü düşünmüyorum. Zaten senin bizimle gezebilmen için yapılmış bir şeye benziyor.
Elise, Hüso'nun onu ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Nişanla bunu Nao'ya gösterememişti ama. Bunun işe yaramayacağını düşünmüştü zaten, ama bu kadar iyi bloklayacağını bilmiyordu. Elise verecek cevap bulamamıştı. Ama gülümseyerek konuyu değiştirdi.
-Haklısın, bu nişan sadece formalite icabıydı. Ee, siz ne yaptınız... karliçem?
Nao bu konuşma tarzından artık rahatsız olmuyordu.
-Ben mi? Bu arada canım, bana öyle seslenmez misin? Aramızdaki samimiyetin bozulduğunu hissediyorum. Nao de bana? Nao, Nao, Nao.
-Nao... ne yaptın, Nao?
Nao göğsünü gere gere anlatmaya başladı.
-Pek bir şey yapmadım canım. Sadece gittim bizim Zula'yı biraz modifiye ettim. Şimdi zepline de birkaç operasyon yapıp Zula'ya bağlayacağım. Artık ikisi birbirlerine özel bir sinyalle bağlı olacak. İstihbaratçılar bile bulamayacak bizi.
Elise, Nao'dan daha fazla süphelenmeye başlamıştı. Artık kesin olarak onun ajan gibi bir şey olduğuna inanıyordu.
-Güzelmiş, artık yalnız kalmazsın orada.
Kahvaltısını da etmişti. Nao'nun da tostu bitince tabakları aldı, yıkamaya başladı. Nao da arkasından geldi.
-Olur mu öyle, ben de yardım edeyim.
Hüso da ayağa kalktı.
-Geçin ikiniz de. Ben hazırladım kahvaltıyı, ben yıkayım bulaşıkları.
Nao kıkırdadı.
-Çok suratsız değil mi bu, Elise?
Elise ve Hüso, birden Nao'yu suçlar gibi ona baktılar. Elise son anda yüzündeki yanlış anlaşılabilecek ifadeyi sildi. Gülümsedi.
-Yok canım.
Hüso'ya arkadan sıkıca sarıldı.
-Aklında bir şey vardır prensimin.
Hüso hiçbir şey olmamış gibi işine odaklandı. Eskiden Elise ona her sarıldığında bir kızarırdı, hoş hissederdi. Şimdi böyle olmayınca kendisi de üzülmüştü. Bir hafta olmuştu daha, bir hafta. Elise, Hüso'nun sevgisizliğine dayanamayıp onu bıraktı. Sonra gülümsemeye devam etti. Nao hiç beklemeden lafı yapıştırmıştı.
-Çok seviyorsunuz birbirinizi.
Nao az önceki bakışları aklından çıkaramıyordu. Gözleri sulanmıştı. Bu kadar aydan, olaydan sonra, arkadaşıyla arasının kötü olacağını biliyordu fakat, acıtmıştı. Arkasını döndü.
-B-ben sizi yalnız bırakayım. Yolda çok yoruldum da biraz uyumam gerek.
Elise somurtarak onu uğurladı.
-İyi uykular sana.
-Sağol.
Nao zeplinden çıkıp Zula'ya indi. Hemen kendini yatağına attı. Ağlamaya başladı. Bu kadar dışlanacağını hiç düşünmemişti. Diğerleri ona iyi davranmıştı ama Hüso ve Elise'in ondan bu denli nefret ettiklerini bilmiyordu. Eden bulur, bunu düşündü Nao. Ne yaptığının farkına vardı. Hüso da aynı onun gibi Elise'in aklını doldurmuş olmalıydı. Evet, kardeşim dediği kişi şimdi yeni tanıştığı insanlara onun ne kadar iğrenç biri olduğunu anlatıyordu, arasını dostlarıyla nasıl bozduğunu anlatıyordu. Nao tüm yüzünü yastığa gömdü. Günlerdir kendini mi kandırıyordu yoksa, Hüso'ya aşık mıydı? Kardeşini sevgilisinden kıskanan bir abla gibi değildi, kızcağızı düşman bellemişti. Aklına hala Elise, Hüso'ya sarıldığında Hüso'nun nasıl tepkisiz kaldığı geliyordu. Ve üstüne üstlük bu onu çok keyiflendirmişti. Böyle düşününce ne kadar kıskanç olduğunu anlayıp daha çok üzüldü. Ayaklarını hızla yatağa vurmaya başladı.
-Neden böyle yaptım ki?
Nao ağlaya ağlaya düşüncelere daldı.
......
Elise, Nao gidince biraz bekleyip Hüso'nun yanına gitmişti. Tehdit, yani Nao, uzaklaştığı için artık Hüso rahat olmalıydı, diye düşünüyordu. Fakat Hüso daha da çok üzgün görünüyordu. Elise de üzülmüştü, kendini suçluyordu.
-İyi misin, prensim?
Hüso, Elise'e baktı o boş gözlerle. Elise hala durumun Nao olduğunu düşünüyordu.
-Sana bir şey söylemem gerek. Dinle lütfen.
Hüso dikkatini ona verdi. Elise tam anlatacakken vazgeçti.
-Boşver. Neden üzüldün böyle?
Hüso nasıl anlatacağını bilemedi. Ama dürüst olacaktı artık. Kendisine söz vermişti. Bir daha hiçbir arkadaşıyla arasının açılmasını istemiyordu.
-Elise, neden Nao'yla öyle yaptınız? Neden birbirinize laf sokuyorsunuz hep? Beni düşün, ne kadar üzüldüm. S-sana, sana da yakıştıramadım bunu. Aylar önce sırf böyle şeyler yüzünden arkadaşlarımdan ayrıldım ben. Her şey kötü oldu. Gerek var mı böyle işlere?
Elise iyice gerilmişti. Birden aklı başına gelmişti, anladı Hüso'yu neyin üzdüğünü. Yanaklarından yavaşça yaşlar süzüldüğünü anlayınca arkasına döndü. Hüso'yu, prensini, bu kadar üzmüştü. Hüso, Elise'in hatasını artık anladığını biliyordu. Arkadan sarıldı ona.
-Çok üzülmedim, Elise. Kendini suçlama, lütfen. Sen bizim aramızdaki olaya sonradan karıştın. Zaten düzelir aranız. Yani sana güveniyorum. Nao'nun aklı karışık olabilir bu sıralar. Hepsini anlayabiliyorum artık. Sen de haliyle savunmaya geçtin.
Elise elini Hüso'nun elinin üstüne koydu. Ne kadar saçmaladığının farkındaydı. Ama yine de hala Nao'dan çok şüpheleniyordu. Hüso'ya zarar verebilirdi o.
......
Nao uyuyamayıp zepline geri dönmeye karar vermişti. Bir karar verdi, Elise ile iyi anlaşacaktı. Ona kendisini sevdirecekti. Nao iyi bir insan olduğunu kanıtlayacaktı ona. Böylelikle Hüso da ona inanacaktı. Her şey çok güzel olacaktı. Nao gülümseyerek, hoplaya zıplaya zeplinin kapısına kadar gitti. Sonra duydukları yüzünden dehşete düştü. Elise ayağa kalkmıştı.
-Hüso, bunu söylemezsem kafayı yiyeceğim artık. B-ben Nao'dan şüpheleniyorum. İstihbaratçıların takip cihazı taktığı tek eşya zeplinde kalmıştı. Seni kaçırdılar.
Hüso gözlerini dehşete düşmüştü.
-Ne demek istiyorsun?
Elise gözyaşlarını sildi. Çok korkmuş gözüküyordu.
-Neden sen onu istihbaratçıların elinden kurtarmaya çalıştığında beyni yıkanmış gibiydi, neden seninle gelmedi? Peki ne oluyor şimdi hemen nerede olduğunu bulup buraya temelli geldi? Hepsi beni şüphelendiriyor. Endişelendim artık. Ya İbolar'a da bir şey yaptıysa?
Hüso korktu. Çünkü Elise'in dedikleri çok mantıklıydı. Ve Elise'in kıskançlıktan böyle bir şey düşünmeyeceğini biliyor, hatta yüzünden de onun gerçekten endişelendiğini görüyordu.
-Elise...
Hüso'nun gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Bir zamanlar aşık olduğu, o kadar şey yaşadıkları Nao, o onu arkadan mı bıçaklamıştı? O sırada içeri Nao girdi. Az önce yüzündeki mutlu ifadenin yerini çok üzgün bir ifade almıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
-B-ben...
Nao nefesi kesilip dört ayak üstüne yere düştü. Hiç bu kadar üzgün hissetmemişti hayatında, hatta midesi bile bulanmıştı. Sanki karnını parçalayıp yiyordu birisi.
-Ben yapmadım!
Artık düzgün düşünemiyordu, sesi incelmişti. Elise ve Hüso da ağlayarak onun kahroluşuna tanıklık ediyorlardı.
-Nasıl düşünürsünüz, hık, bunu?!
Yerler gözyaşından sırıl sıklam olmuştu hatta. Çok canı yanıyordu, katıla katıla ağlıyor, dehşetle Hüso'ya bakıyordu. Yere oturmuştu. Gözleri kıpkırmızıydı. Korkuyla bakıyordu karşısındakilere. Gözleri o kadar korkulu bakıyordu ki.
-Ben, hık.
Nao ayağa kalkmaya çalıştı.
-Gidiyorum buralardan!
Nasıl bir iftiraydı bu?! Neden kimse onu sevmiyordu? Nao İbo ve diğerlerinin de ona aslında güvenmediklerini düşündü, tabii bunu aklından atmıştı. Artık hiçbir şey gerçek gibi gelmiyordu, herkesin sevgisi yalan gibiydi. Yoldaşları olacak bu kişiler güvenmedikleri için korkuyorlardı ondan. Tam geri yürüyecekken ayağı kayıp yüzüstü yere düştü. Burnundan kanlar gelmeye başlamıştı. Nao eline gelen kanları görünce kusmaya başladı. Elise hemen Nao'nun yanına koştu. Nao aklından senaryolar kurmaya başladı. Elise ona hala güvenmiyordu senaryosunda.
-İstihbaratçılar sana iyi öğretmişler oyunculuğu, kahpe. Defol, yuvamızı daha kirletme!
Hüso da gelip daha beter edecekti onu.
-Sen benim dostumdun, yoldaşımdın. Şimdi beni öldürmek için mi geldin? Bana çektirdiklerin yetmiyormuş gibi bir de bunu mu yapacaktın?
Fakat hiç de Nao'nun düşündüğü gibi olmadı olanlar. Elise, Nao'ya sarıldı.
-Aptallık ettim...
Nao'nun ağlaması durdu. Ama hala hıçkırmaya devam ediyordu. Sonra bir çığlık attı. Elise'e güvenmemişti.
-Gideceğim, bırak! Mutlu, hık, mutlu yaşayın!
Ağlamaya devam etti. Hüso, Nao'nun önüne çıktı. Onun gözyaşları kurumuştu ama yüzündeki ifade hala içten içe ne kadar parçalandığını anlatıyordu. Nao onu itmeye çalıştı.
-Çekil! Burada kalmaya dayanamam artık! Yok olup gideceğim!! Hayatını zehir ettim, senin yanında olmaya hakkım yok, seni sevmeye hakkım yok, seninle gülmeye hakkım yok. Mutluluğunu çaldım, geri alabilirsin.
Hüso kaşlarını çatıp Nao'ya bağırdı.
-Kaçma!
Nao'nun nevri döndü bir anda. Birden Hüso'yla empati kurabildi. Kim bilir o nasıl hissetmişti, bir değil, tüm yoldaşları artık ona güvenmeyince... Ama o kaçmamıştı. Tüm bu olanlara rağmen kendini toparlamıştı. Leo geri gelse onunla yüzünde gülümsemeyle dövüşür, sonra sarılır. Hiçbir şey yaşanmamış gibi davranırdı. O kin gütmemeyi, ilerlemeyi öğrenmişti... Fakat yine de, Nao kaçmak zorundaydı.
-Çekil diyorum!! Çekil!
Nao çığlık çığlığa, kendini parçalarcasına ağlıyordu şimdi. Nao masum olduğunu biliyordu. Çünkü gerçek şuydu ki, aslında İstihbarat Ordusu'nu dağıtıp da gelmişti Nao! Sırf arkadaşları zarar görmesin diye, hatta ordu başkanı Uni ile çok iyi dost olmuştu, onu da değiştirmişti. İstihbarat'ın ve Kızıl Monarch'ın aslında ne kadar emperyalist ve kötü olduklarını Nao'dan iyi kimse bilemezdi. Daha sonra Hüso'nun ve arkadaşlarının yanına döndüğünde bunları anlatmamıştı, sonra o olaylar patlak vermişti. Evet, cesareti yoktu onun! İlk geldiğinde aslında Hüso düzelsin, tekrar mutlu olsun diye arkadaşlarını Hüso'ya karşı örgütlediğini söylemişti. Fakat bu Nao'nun uydurduğu bir yalandı! Pişman olduğunu söyleyecek cesareti yoktu!
-Ben kötü biriyim! Sizinle olmaya hakkım yok! Sana yaptıklarımdan pişman olduğumu söylemekten acizim.
Hüso bağırdı.
-Biliyorum! Her şey beni düzeltmek için planladığın bir şey değildi! Biliyorum. Pişman olduğunu söyleyemedin, o yüzden o yalanı uydurdun! Hem benim de çok büyük suçum var. Hepsini biliyorum. Ve senin ne kadar kötü biri olduğunu da biliyorum!
Nao ölmüş gibi hissediyordu artık. Hüso onun kalbini söküp ezmişti resmen. Tekrar yere düştü. Gözleri boş boş yeri izledi bir an. Hüso onun seviyesine indi, gözlerinin içine baktı. Nao tekrar ağlamaya başladı.
-Kendine bu kadar işkence eden biri, birine kötülük yapmış olur, birilerinin çok sevdiğine işkence etmiş olur, ona zarar vermiş olur! Ben bunu öğrendim. Senin de öğrenme vaktin geldi artık! Senin için de güçlenme zamanı!
Nao da onun gözlerinin içine baktı.
-Senden nefret ediyorum!
Hüso güldü.
-Evet. Nefret etmeden bunları yapamazsın! İstihbaratçıların uşağı olmadığını biliyorum, merak etme. Hem olsan da bana hiçbir zarar veremezsin sen! Çünkü ben senden çok daha güçlüyüm.
Elise, Nao'ya sarıldı tekrardan.
-Hüso, lütfen, daha üstüne gitme onun!
Hüso, Elise'i dikkate almadan devam etti.
-Eğer şu kapıdan çıkıp gidersen her şeyden kaçmış olursun! Bunu mu istiyorsun?
Nao hiçbir şey düşünemiyordu artık. Öylece yere bakakaldı. Elise de kendini paralamaya başlamıştı. Gidip pis yere oturdu, Nao'ya tekrar sarıldı.
-Özür dilerim, özür dilerim! Bir şey bilmeden seni suçladım!
Hüso, Elise'e döndü.
-Senin bir suçun yok, Elise.
Nao'nun başı, Elise'in bacaklarının üstüne düştü. Boş gözlerle tavanı izliyordu, hıçkırarak. Elise'in yüzüne baktı. Bir melek gibiydi o... Nao'nun hiç olmadığı kadar iyiydi.
-Neden senin gibi olamadım, Elise? Neden aşağılık biriyim ben?
Hüso tekrar bağırdı.
-Yeter! Kendine küfretme artık! Hala bunları mı soruyorsun? Senden hiçbirimiz nefret etmiyoruz. Peki ya neden sen?
Nao topuklarını yere kırarcasına vurarak çığlık attı. Ayakları çok acımıştı, bir tanesi kırılmış bile olabilirdi.
-Sus! Ne dediğini anlamıyorum artık! Rahat bırak beni.
Elise hüzünle Hüso'ya baktı. Başıyla gitmesini istedi ondan. Hüso onaylayıp gitti. Dışarı çıktı. Nao kanlı elleriyle Elise'in beyaz elbisesini tuttu. Yüzünü onun karnına sürüp tekrar ağlamaya başladı.
-Ayaklarım, ayaklarım!! Acı- hık, acıyor!
Elise, Nao'nun üstüne kapandı. Durumun ne kadar kötü olduğunu anlayamamıştı. Nao acısından Elise'in elbisesini yırtarcasına çekmeye başladı. Sonra biraz kıvranıp oracıkta uyuya kaldı. Biraz sonra Hüso içeri girdi. Suçluluk duygusuyla Elise'e baktı. Elise gülümsedi ona.
-Uyudu.
-Kimse kendisi tarafından bu kadar aşağılanmayı haketmez. Biz, hepimiz onun arkadaşıyız. Ne olursa olsun öyle de kalacağız.
Birden Nao'nun eli kıpırdadı. Elise'in elbisesini bıraktı. Sırıtarak ayağa kalktı.
-Öyle mi?
Nao'nun içine sanki başka biri girmişti. Bir gözü düz bakıyordu, diğer gözü de hızla farklı yerlere bakıyordu. Hüso neler olduğunu anlamış gibiydi.
-Bu gözler, Puro'nun.
Nao sırıtışını bozup ağzını tekrardan açtı.
-Onun beynini tamamen yıkamama izin verdiğin için teşekkür ederim size, Hüso. Sanıyorum ki istihbarattan sadece benim kaldığımı düşünüyorsunuz. Fakat yanılıyorsunuz, Nao da, o da yanılıyor. Uni ile birlikte kaçmadan önce onun beynini yıkama teşebbüsünde bulundum hep. Sandığının aksine arkadaşınız çok güçlü, hiçbirisi işe yaramadı. Çelikten bir azimle hepsini göğüsledi. Hatta bizi bir süre kandırmayı da başardı. Şimdi sonunda onun beynine girebildim, Zodiac'ın Laneti de yardımcı oluyor diyelim.
Kandırıkçı Kral Puro, İstihbarat Ordusu'nun sona kalan üyesi. Elise'in dedikleri dolaylı yoldan doğruydu. Hüso sakinliğini koruyordu.
-Neden bunları bize anlatıyorsun?
-Neden mi?
Nao (Puro) kahkaha attı.
-Arkadaşınıza böyle iftira atmanıza dayanamadım diyelim, ne de olsa benim de arkadaşım sayılır.
-Benimle dalga geçme, ne istiyorsun?
-İşbirliği. Kızıl Monarch sizi çok büyük bir tehdit olarak görüyor, Mahmut'la da bağınız olunca tabii. Onu yok etmenizi istiyor. O da düşmanınızın düşmanı, yani sizin dostunuz.
Hüso'nun gözleri birden parladı.
-Benim zihniyetim böyle çalışmıyor, aşağılık!
Nao (Puro) güldü.
-Tekrar düşünün. Zaten onu yok etmeyi amaçladığınızı biliyorum.
-Ee, ne olmuş? Size bağlı kalmak istemiyorum. Koskoca gezegenin yöneticisi Kızıl Monarch bir Mahmut'la başa çıkamıyor mu?
Söz konusu Kızıl Monarch olunca işin içine başkası da girmişti. Sato. Hüso bile onun varlığını unutmuştu, tabii bunun bir nedeni vardı. Sato sesini çıkarmamıştı, varlığını Hüso'ya hatırlatacak başka bir anı bekliyordu. Hüso, Nao (Puro)'ya doğru gitti. Omzuna dokundu.
-Nao, güçlü olduğunu göstermek için bir fırsat. Bizi sadece sen koruyabilirsin!
Aynı zamanda Sato da kendisini Nao'nun içindeki Puro'ya gösterdi. O kadar korku saldı ki Puro'yu dehşete sürüklemeye yeterdi bu. Bu açıktan faydalanan Nao da kendi aklını geri almaya başladı.
-Çık kafamın içinden!!
Puro daha fazla dayanamayacağını hissedip Nao'nun beynini saldı. Nao çığlıklar atarak bayıldı. Elise onu yine tuttu. Merakla Hüso'ya baktı.
-Demek seni bu şekilde kaçırdılar. O kapişonluyu burada bırakan Puro'ydu.
-Evet. Dediklerin tesadüf olamayacak kadar garipti. Neyse.
Hüso gülümsedi.
-Nao benim çok sevdiğim bir arkadaşım. Onu da koruyacağız, böyle şeylerden. Uyanınca nasıl hissedecek bilmiyorum. Ama kendisini affetmek zorunda artık. Siz de artık kocakarılık yapmayın lütfen.
Elise birden bu sabah olanları hatırladı.
-Tamam. Ortalığı temizlemeliyiz.
......
Nao uyanınca Elise'in yardımıyla duşa girdi. Elise de onun yanında ona yardım edecekti fakat Nao'nun bir topuğunun çok kötü şiştiğini fark ettiler. O ana kadar hiç konuşmamış Nao ağzını açtı.
-Merak etme.
-Taman o zaman, temizlendikten sonra doktora gideriz.
-Hayır, iyiyim ben.
Elise kaşlarını çattı.
-Olmaz.
-İstemiyorum!
Elise onu duymazdan geldi. Birlikte duşa girdiler. Suyu açtı Elise. Sabun Nao'nun önündeydi, o yüzden tüm vücudunu Nao'nun arkasına dayamadan ona ulaşamamıştı. Bu olunca Nao bir şey hissetti. Bir an tüm banyo yeşil ışıkla doldu. Nao şaşkınlıkla geriye düştü. Elise'i de yere düşürmüştü. Hemen ayağına baktı.
-İyileşmiş!
Elise'in aklına hemen Hüso'nun bahsettiği o güç gelmişti. Elise düşünmeye başladı. Nao, Elise'e baktı.
-Nasıl yaptın bunu?
-Bilmiyorum.
Elise konuyu değiştirmek için Nao'nun saçını sabunlamaya başladı. Nao uzun süre hiçbir şey demedi. Ama buralardan gitmekten şimdilik vazgeçmişti. O akşam yemek yediler. Yine sessizdi Nao. Yatma vakti gelmişti. Nao, Zula'ya inmek istedi.
-Ben orada kalacağım.
Hüso onu durdurdu.
-Hayır. Burada bizimle kalacaksın.
-İşim var orada.
-O zaman hepimiz Zula'da kalacağız.
-Of.
Nao istemeden de olsa kabul etti. Yalnız kalmak istemiyordu aslında o kadar. Gece hepsi yataklara yattılar. Hüso aylardır yatmadığı eski yatağına geri yatmış, düşüncelere dalmıştı. Son aylarda iyisiyle kötüsüyle güzel şeyler yaşamıştı. Ama bugün olanlar onu üzüyordu. Ve kendi elinde değil gibi hissediyordu bu. Yine bir yorgunluk çökmüştü üstüne. Uyuya kaldı... Tabii birkaç saat sonra ufak tefek tıkırtı sesleriyle uyandı. Nao ve Elise sohbet ediyorlardı, hatta Nao'nun üzerinde çalıştığı o zeplin ile Zula'yı bağlayacak proje üzerine konuşuyorlardı! Ve Nao'nun yüzünde içten bir gülümseme vardı. Hüso yine çok hoş hissetmişti. Elise bu sefer de Nao'yu kurtarmıştı. Hüso bu kadar hoş hissedince bunu durdurmak istiyordu bazen. Uyumaya devam etti.
......
Kalktığında Elise ve Nao'yu göremedi Hüso. Bir an uyku sersemliğiyle çok korktu. İlk iş zepline koştu ve karşısında gördüğü manzara onu yine çok mutlu etti. Elise ve Nao küçük çocuklar gibi bir yatakta yatmışlardı. Çok güzel de görünüyorlardı. Hüso rahatladı, onları uyandırmaya kıyamayıp koltuğa oturdu. Bütün gece birlikte bir proje üzerinde çalışmışlardı. O kadar olayın üstüne hatta. Uzun süre dinlenecekler gibi görünüyordu. İbolar gelecekti bugün. Biraz beklemek istedi. Hep birlikte yemek yiyebilirlerdi böylelikle. Arkadaşları arasında bu huzur devam edecek miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventuraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...