Hüso, kendisi gibi yalnız bir maceracı olan Samuel Turf'den çoktan ayrılmıştı. Bembeyaz bulutların altında, yolundaydı. Özünü bulma yolculuğuna büyük bir neşe ve kararlılıkla çıkmış olsa da içine sık sık bunaltıcı duygular yerleşiyordu. Arkadaşlarını kaybetmiş olmak onu gerçekten de bu dünyada yapayalnız bir insan mı yapıyordu? Bunun cevabının "hayır" olduğunu kendisi de biliyordu. Fakat en fazla değer verdiklerinin onu terk etmesi onu gerçekten de öyle hissettiriyordu. Geçmişindeki çözülmemiş bir sorun, bir pişmanlıktı. Aklına geldikçe üzerine bir ağırlık çöküyordu.
-Yalnızlık daha iyidir, Hüso. İnsanlar zordur, iki yüzlüdürler. Bir gün yüzüne gülenin, iki saat sonra seninle ilgisi olmayan bir mevzu yüzünden sana öfkelenmesi çok olasıdır. Kimseye bir şey kanıtlamana gerek kalmayacak. Kendi dünyan daha büyük. Sen istemiyor muydun hem, yalnız bırakılmayı, kendinle baş başa kalmayı.
Karanlık Hüso gerçekleri her zaman biliyordu. Asla lafını esirgemezdi doğruluktan. Ama ne zaman ağzını açsa karamsar hava Hüso'yu boğar gibi oluyordu. Karşısında çaresiz kaldığı gerçeklerden nasıl kurtulmalıydı? Onları yok saymak basit bir çözümdü. Fakat doğru çözüm o muydu? Hayatın acımasızlığını, insanoğlunun doğası gereği yalnız oluşunu, birisi ne kadar da çabalasa da yine insanların birbirini yakacakları gerçeğini yok mu sayacaktı, yoksa onları sırtlanıp yaşamaya devam mı edecekti? Ama ya bu "gerçek" canavarın ağırlığı altında ezilirse, ya umudunu ona yem ederse... Zaten Hüso'nun kendi benliği onun geçmişi ve olağan durumu unutmasına izin vermeyecekti. Yükü sırtlanmasa peşinden sürükleyecekti. İnsan neden hayatın acımasızlığını bile bile, dün acı çekip yarın gülümsemeye devam edebiliyordu? Bu yaratanın insanlara bahşettiği unutma özel gücü müydü, basit hayvani bir yaşama içgüdüsü müydü? Hüso onu yaşatan gücün yaratıcı tarafından yazılmış bir kod olmasını istemiyordu, hiçbir şeyi unutmak da istemiyordu, hatta kendini kandırmayı hiç istemiyordu. Sonra günler önce kendisine söylediği cümleler aklına geldi. Karanlık odada geçirdiği günler onun özünü kaybetmesine neden olduğu için, o gecenin öğretileri aklından çıkmıştı. İnsan kendisini kurtarmadan başkasını kurtaramazdı. Hüso varoluşunu gerçekleştirecekti. Etrafında kimse olmadığı için faydasız olacaktı bu ama. Sadece kendine hayrı olan, bencil birisi olurdu sonunda.
-İnsanlar senin yardımını hak etmiyorlar, Hüso. Bu dünyada güzellikler içinde yaşayıp, keyif almaya bakacaksın. Dünyayı değiştirmeye bir insanın gücü yetmez.
Yine doğru söylüyordu. Dünyayı büyük ölçüde değiştirmeyi arzulamak, insanlara kendi fikrini ve yaşam tarzını empoze etmek gibiydi. Bu da sadece kendini yüceltmek değil miydi? Herkes tarafından görülmek istemek, güçlü olduğunu insanlara kabul ettirmek insanlığını reddetmek değil miydi? Sonuçta herkes insandı, kimse büyütülmemeliydi. Bunu son günlerde yaşadıklarından öğrenmişti. Birini sevmek için illa onun mükemmel olmasına gerek yoktu. Kusursuz olan bir şey itici olurdu zaten. Hatta biri hakkında düşünülebilecek en kötü şeylerden biri o kişinin insan doğasını yok sayıp onun mükemmel olduğuna inanmaktı. İnsanlar parametrelere ayrılıp bir program gibi incelenmemeliydi. Onlar daha çok yuvarlak hayal edilmesi gereken varlıklardı. İnsan küresinin kusursuz olan kısmının ışık alması, gölgede kalan o büyük kısmın da kusursuz olduğunu göstermezdi. Zaten yerden seken ışık, kürenin mantıken en karanlık olması gereken yerini parlatırdı. Kürenin rengini belirleyen faktörler; ışıklandırma ve çevrenin rengiydi. İnsanlar da aslında yuvarlak varlıklar oldukları için bulundukları ortama göre renk değiştirirlerdi. Bazısının malzemesi, onların ortamın renklerinden ve ışıktan çok etkilenmeksizin kendi renklerini gösterebilmesine neden olurdu. Zaman geçtikçe bu kürenin şekli ve rengi değişebilirdi. İnsanlar da küresel bir düzlemdiler. İnsanları doğrusal parametrelerin bir bütünlüğü olarak sınıflandırmak, onları basitleştirmekti. Hüso düşüncelerine bir ara verip gökyüzüne baktı. Bembeyaz bulutların arasından yeşil bir güneş kendini gösterdi. Bulutlardan daha özgürce havada süzülüyordu. Yeşil güneş yavaşça yeryüzüne indi. Bu İbo ve arkadaşlarının zepliniydi. Hüso'nun arkadaşları, içinde beş kişinin yaşamasına müsade edecek kadar büyük bir kara aracının içinde seyahat ederlerdi. İbo da havada süzülürdü. Hüso'nun bir dostuydu. Onunla iki gün görüşmüş olsa da sıkı dostlardı. Yaşadıkları maceralar mı onları kısa sürede birbirlerine bu kadar saygı duymalarını sağlamıştı, yoksa onları bağlayan büyülü bir bağ mı vardı, bilinmez. Resmen ona yalnız olmadığını kanıtlamak için gelmişti. Hikayeyi biraz ileri saracak olursak İbo'nun, Hüso'yu zepline davet ettiğini görürüz. Bu karşılaşma yeni bir ayrılık mı olacaktı, yoksa Hüso'nun özünü bulmasını mı hızlandıracaktı?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AventuraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...