BÖLÜM 115: "ÇİÇEKLER VE DÜŞLER"

6.9K 345 201
                                    

Teşekkür meselesi.

Ellerim bir yere sıkıca tutunmuş sırtım koltuktan hızla ayrılırken nefes nefese halde yüksek bir yerden düşüyormuş gibi korku dolu nidam dudaklarımdan firar etmişti. Gözlerimi art arda kırpıştırdım, yutkunuşum nerede olduğumu çözmeye çalışır gibi sertçe olmuş, kahvelerim her yerde gezinirken arabanın büyük ön camını iki koltuğun arasından görmüştüm. Daha hızlı kırpıştırdım gözlerimi, Cesur ani kalkışım ile dikiz aynasından bana bakmış, "İyi misin?" demişti.

Gözlerimi kıstım, yüzümü buruşturdum. Trip atar bir edayla burun kıvırdığımda camı yarıya kadar açmış temiz hava yüzüme çarparak aralık dudaklarımdan içime sızdığında yer edindiğim arka koltuktaki suyumdan biraz yudumlamıştım.

Evet. Trip atıyordum. Çünkü hak ediyordu.

Gözümü açtığımdan beri gün boyu ters ters bakmış, İstanbul'un birkaç sokağında eve alışveriş için gezinirken ufak bir oğlan çocuğu gibi peşimden gelmişti. Konuşurken verdiğim cevaplar ondan öğrendiğim gibi kısa kısa olurken geceye doğru çıktığımız yol şimdi tepeden vuran güneş ile saat kavramını sorgulatmıştı bana. Kaşlarım çatıldı, hafiften bir tanıdık gelirken merkeze yönelen tabela ile bir heyecan dalgası her zerremi kaplamıştı.

Eve gelmiştik.

Evimize. Bizim şehrimize.

"Ay geldik mi!" heyecanlı sesim arabanın içerisine doluşurken dizlerimi yanıma çekerek koltuğa biraz daha kurulmuş üzerimi düzeltip saçlarımı elimle rastgele toplamaya çalıştığımda sıcak tenime çarpan buz gibi hava bir an için titrememe neden olmuştu. Burası resmen kışa giriş yapmıştı.

"Geldik sevgilim." dedi sanki ona sormuşum gibi. Saçlarımı at kuyruğu yaparak ona aynadan ters bir bakış attığımda gülmek ister gibi gözlerini önüne çevirdi.

"Güldün mü sen?" dedim kızgın bir tonda.

"Hayır yavrum gülmedim."

"İyi." gözlerimi yana doğru yavaşça çekerek bir kez daha düzelttim kısa kollu tişörtümü. Altımdaki eşofman biraz sıyrılmış battaniyem her yeri kaplamıştı. Dağınık yatmışım biraz. "Rex'i alacak mıyız?" sabırsızlığım işte tamda bu yüzdendi. Geldiğimizden sanırım sadece Tim'in haberi vardı. Ata ya da Nazlılar ile pek konuşmamıştım.

"Yorgunsun bir daha yolu uzatmayalım. Gece gelirken getiririm ben."

"Hayır." dedim keskin bir tonda. "Önce oğlumu alacağız." çok, çok özlemiştim resmen burnumda tütüyordu ve hayır, oğlum şu an eve gelecekti.

"Sen nasıl istersen kardelen çiçeğim." iyi, en azından laf dinliyor. Arkada meşakkatli bir halde dağılan uykum ve serin havanın içeriye doluşu ile üşüdüğümü belli belirsiz hissederek yastıklarımı ve battaniyemi toplamış bir köşeye usulca koyduğumda telefonumu düşebilecek her yerde aramıştım. Yolda uyuma isteğim nereden çıktı bilmiyorum, gece boyu aralıklarla korkarcasına kalkmıştım ve doğru düzgün uyuyamadığım için yarı yolda arkada kendime yer yapmış bayılmış gibi uyumuştum. Cesur'un şikayet edeceğini pek sanmıyorum çünkü söylenmelerimle sınanabilirdi.

Beni o zımbırtıya bindirdiğine inanamıyorum. Ve bunun hesabını elbet ki misliyle vermek zorunda sadece şu an karargah yoluna dönmüşken birkaç saat daha müsaade ettim kendime. Tabii bu dün sabah elimin tersini yediği gerçeğini de değiştirmez.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin