Kayboluyorum, düşüyorum ve yeniden ayağa kalkıyorum.
Göğsüme çektiğim dizlerimin etrafına biraz daha sardım kollarımı. L koltuğun orta yerine sinmiş, büyük cama vuran yağmur damlalarını birer birer kayıp giderken izliyordum. Üşümüyordum ya da soğuk değildi lakin titriyordum ara sıra bu karanlığın içerisinde. Salonu aydınlatan küçük lambaderin turuncu ışığı ile ayak ucumda uyuyan Rex'in tüylerini okşadım yavaşça. Yanağımı diz kapağıma yaslamış, dudaklarımdan sızan nefesim ile yağmurun melodisini dinler olmuştum.
Saat sekizi geçiyordu, lakin ne televizyonu açacak hevesim, ne de bu karanlıktan çıkacak halim vardı. Aklım, düşlerim, her şeyim o kadar karışıktı ki bazen uzunca dalgınlaşıyordum Rex'i severken, elim yavaşlıyor kesik bir soluk vererek şimdi olduğu gibi gözlerimi kırpıştırmakta buluyordum çareyi. Dizlerimi çözerek yana doğru uzatmış kolumu koltuk başlığına yaslayarak başımı üzerine koyduğumda usul usul sevmeye devam etmiştim Rex'i.
Eve geleli birkaç saat oluyordu, ancak oradan çıkmak, yol boyu sessiz kalmak ve evde olmak eziyete sürükler gibi bir kasvete itiyordu ruhumu. Babamın arayıp çaresizce yardım isteyişi silinmiyordu kafamın içinden. Edemezdim, etmek de istemiyordum ancak öldürüleceğini söylüyordu... elimi kolumu bağlıyordu. Bir çıkış yolu arıyordum, bu düşüncenin içine Cesur'un sessizce kapı eşiğinde tüm konuşmayı dinleyişi dahil oluyordu. Tam olarak ne duyduğundan emin değildim, ancak son söylenenlere şahit olduğunu bizzat kuzgunilerinde hissetmiştim. Ağladığımı gördü, canı sıkıldı, babamla konuştuğumu anladı. O an, kendimi o kadar kötü hissettim ki bu saatlerdir aramızda bir histen öteye sızdı.
Ellerim arasında titrekçe tuttuğum telefon kayıp düşecek oldu kapandığını belli eden sesi ile. Gözleri öylesine derinden ve öylesine canı yanmış gibi bakıyordu ki bunu silmesi ve uzun zaman sonra benden kendisini gizlemesi saniyelerini dahi almadı. Sureti keskin, gözleri buz gibiydi.
"Kim?" dedi çenesinin ucuyla telefonumu göstererek. Avucuma hapsettiğim telefonu daha sıkı tutarak indirdim yanıma. Biliyordu kim olduğunu buna rağmen soruyordu. Bedeni kasılmış, biraz önce anlattıklarımın öfkesi katlanırcasına avuçlarına doluyordu sanki. Akan gözyaşlarımı izledi, yanaklarımda ıslak izler bırakışına şahit olurken toparlamaya çalıştım kendimi.
"Babam." fısıltı gibiydi sesim lakin duydu onca gürültünün arasında, başını ağırca aşağı yukarı sallamış titreyen bedenim hoşuna gitmemişti.
"Açmamanı söylemiştim." sesi kapalı camdan sızıp bedenimi savuracak rüzgar kadar soğuktu. "Ne olursa olsun o herifin telefonunu açmaman konusunda defalarca uyarmıştım." dudaklarımı yavaşça birbirine bastırdım. Kafamın içindeki seslerden ona ulaşamamak korkutuyordu beni.
"Biliyorum." kısık bir tondu. "Biliyorum ama günlerdir arıyor bıkmadan usanmadan. Bir şey olduğundan şüpheleniyordum, yanılmadım. Yardım etmemi istiyor."
"Ve sende edeceksin öyle mi?" bir bıçak gibi kesti aramızdaki ipi.
"Hayır." bedenim titremesi katlanır oldu. "Hayır etmek istemiyorum. Ama zor durumda, benimle, benimle vedalaştı az önce. Peşinde adamlar varmış, zarar vermek istiyorlar."
"Seni ilgilendiren kısım ve ağlamana neden olacak yer neresi? Telefonu açtığını geçemiyorum dahi ve sen, o herife yardım etmeyi mi düşünüyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Aksi"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...