Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.-stefan zweig
Bir elimde telefon diğer elimde hâlâ sıkmakta olduğum yumuşak bir yastık. Sağ dizim stresin esirinde titreyerek sallanmaya başladığında sol elimin parmakları etli kırmızımsı dudaklarımı zedeliyordu. Kahvelerim karşımdaki boş duvarda asılı kalmışken önüme gelen salık saçlarımı arkaya doğru atıp parmaklarımı daha yeni yeni kurumaya başlayan nemli saç diplerimde gezdirdim.
Sinirli veya öfkeli değildim, heyecanda bedenime uğramamıştı. Belli ki bu başyapıtın sebebi stresti. Saatler önce aldığım üç satırlık mesaj tüm bedenimi yorgunluk düşmüş gibi hissettiriyordu. Sanki koşup da yorulmuşum gibi tüm uzuvlarım isyandaydı.
Cesur. Tüm dengemi alt üst eden adamdı. Yazdığı her kelime elimdeki telefonu hırsla duvara fırlatma isteği uyandırıyordu içimde. Sonra ise zorlukla nefeslenerek sakin kalmayı diliyordum. Elimdeki telefonu duvara fırlatırsam bu sadece benim aleyhime olurdu, o yüzden sakince yan tarafıma bırakıp harelerimi salonda gezdirdim.
Nazlılardaydım. Bir saat önce gelmiştim ve o büyük bir telaş ile yemek hazırlıyordu ayak altında dolaşmamam için ise beni salona göndermişti. Neymiş, çok fazla ayağının altında dolaştığım için işleri aksıyormuş.
Dudaklarıma eziyet eden parmaklarımı çekip sallanan ayağımı zorlukla durdurduğumda ayağıma terlikleri geçirip kalktım yerimden. Geldiğimde Nazlı bir eşofman altı ve temiz çoraplar vermişti, bedenim muhtaç kaldığı sıcaklığa kavuştuğu için mutluydu ancak oturmaktan sıkılmıştım. Yavaş adımlarla salondan çıkıp çaprazda kalan mutfağa girdiğimde büyük bir telaşın izleri vardı her yerde. Yemek masasının üzerinde servis tabakları, bardaklar, çatal kaşıklar dururken ocakta pişmiş ve altı yanan yemekler birkaç tencereydi. Tezgah ise, orayı sormayın.
Sol kolumu kapı pervazına yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdiğimde, Nazlı üst dolaptan geniş bir cam kap çıkartıyordu. "Yardım edeyim mi?" bunu kaçıncı kez sorduğumu bilmiyordum ve her defasında olduğu gibi, "Git otur içeride, ayağımın altında dolaşma." demişti.
"Canım sıkılıyor ne yapayım, ver bir işle uğraşayım bari." durdu, arkasını yavaşça dönerek masadaki eşyalara baktı ardından sargılı koluma, sonra cıkladı.
"Sen git Melek'in üzerini değiştir. Güzel şeyler giydir kızıma." söylediğine karşın ufak bir göz devirme ile kollarımı çözüp Melek'in odasına doğru ilerledim. Geldiğimden beri boyama yapıyordu çocuk, hem de tahmin edin kim ile, tabi ki Ata. Aklınızdan başka biri geçmesin. Hafif aralık olan kapıyı iyice açarak pembe ve lila renklerin hakim olduğu odaya girdiğimde küçük beyaz bir masada aynı renk sandalyesine oturmuş Melek birkaç kağıdı önüne çekmiş ve sulu boya yapıyordu. Ata ise yere oturmuş sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibi Melek'in boya kitabındaki çizgi film karakterlerini pastel boyayla boyuyordu.
Sessiz bir şekilde yanlarına giderek yere diz çöktüğümde geldiğimi yeni fark etmişlerdi. "Ahu teyze güzel olmuş mu?" bir hevesle sorduğu soruya başımı salladım.
"Çok güzel olmuş Melek'im." fırçasını mor renge batırarak çizdiği çiçeğin yaprağını boyadı yavaşça.
Yan tarafımda duran Ata'ya döndüm bu sefer. "Bayağı kaptın bu işi," dedim hafif alaylı sesim ile.
"Sorma, aslında çok zevkli ama bir yerden sonra kolu yoruluyor insanın."
"Bileğini düzgün tut, ağrır tabi." bileğini öyle bir bükmüştü ki hafif bir açıyla kemiği dışarı çıkmıştı. Taşmasın diye özenle boyuyordu ve şekilden şekilde sokuyordu elini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Ação"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...