Beni sar, zaman, mekan değersiz.
Bir düş belirdi buğu düşmüş gözlerimde. Bir ağıt yakıldı, ruhu kan revan kalmış benliğimde. Çok acı, çok gözyaşı vardı. Silemedim hiçbirisini, gizledim matemin en derin hissini. Yitip gidenler ile bir başıma, yapayalnız, kimsesiz, hiç var olmayan sevgiler ile kaldım. Ne geri dönebildim bu saptığım çıkmaz sokaktan, ne de geri dönmelerini bekledim ben çıkmaz sokakta kaybolurken. Küçük Ahu'nun ellerinde kaldı tüm yaşamın çaresizliği, düştü, yara aldı, kendi kanını sildi, kalktı, dimdik ayakta durdu.
Yeniden, dedi. Her şey için yeniden. Vazgeçişler uğruna değil bu sefer bir zafer uğruna yeniden kalk ayağa, dedi. Dudaklarında her hissin tebessümü belirdi. Bu şehrin kasvetini de tattı, bin ah ile verdiği gülüşleri de. Acımasızdı, acımazdı bu şehrin kasveti kimseye. Yeni umutlar kaldı yeşermeyi bekleyen çiçekler gibi öylece bir köşede, tek damla suya muhtaçtı, o yağmur hiçbir zaman yağmadı. Gözyaşları yıkadı her yeri. Acıdan da olsa yeşerdi çiçekleri.
Harelerimde kalan gecenin hissizliği ile baktım ona, düzenli alıp verdiği solukları, kapalı gözleri, kızaran dudakları ve kusursuz çehresi. Bedenlerimiz yere serilmiş, beni sıkıca sarmıştı. Bir kolu boynumun altından sırtıma dolanmış beni tamamı ile göğsüne hapsetmişti, diğer kolu ise belimi sarmış ve kaçmamam, gitmemem için kendisine esiri yapmıştı. Başım göğsünde duruyordu, boynundan sızan kokusu beni güçsüz düşürüyordu. Her şeyim ile ona hapsolmuşken bu sert zemine serilen bedenlerimizin sancısını dahi düşünecek halde değildim. İzledim, sadece onu izledim. Yüzüme çarpan ılık soluklarını, bir gölge misali yüzüne düşen kirpiklerini, bronz tenini, dokunduğumda ruhumu yakan kuzguni saçlarını, her şeyini izledim. Sessizce durdum, sanki yeniden huzuru bulmuşum gibi, sanki buradan hiç gitmemişim gibi. Aramızda sıkışıp kalmıştı bir elim, diğerini ise ona sarmak arasında yumruk yapıp duruyordum. Dokunamıyordum, dokunursam uyanır diye korkuyordum. Göğsümde adı ile çağlayan adamı uyurken ilk kez izliyordum. Bu yapmanın ne denli güzel bir şey olduğunu söylemişti, seni izlerken yapacak daha güzel bir şey bulamıyorum demişti. Aynılarını hissediyordum, görmesine izin vermeden onu izliyordum, hissetmesine izin vermeden her santiminde kendimi kaybediyordum.
Usul usul, yana yana göğsünde duran elimi kaldırdım, rotasını biliyormuş gibiydi, yanağına geldiğimde dokunamadım. İçim titredi, santimler kala öylesine bir burukluk geçti ki yüreğimden, nice acıların hepsi en derinde kaldı. Dokunamadım, olurda dokunursam bir kez daha uzak duramam diye korktum. Dokundum, avucum, parmaklarım, tenim alevler ile yanarken dokundum yanağına. Dudaklarım milimler ile aralandı, karnıma sert bir tekme yemişim gibi boğazıma kadar acı yükseldi. Nefesim dahi kesildi, gözlerim yavaşça kapandı, bunun gerçekliğini tatmayı bekledim. Harelerim dayanamıyormuş gibi titreyerek açıldı, parmaklarım usulca kavradı yanağını, okşadı. Boğazımda kızgın demirin yakıcı hissi ile boğuşuyordum. İlk değildi ama ilk kez bu kadar acı doluydu dokunuşum. Gitmek istemedim, buradan, ondan gitmek istemedim.
Gittiğimi zannederken şimdi göğsünde yer edindim. Beni seviyordu. Bunu görüyordum, hissetmek de isterdim. Gerçekliğini kavrayamıyorken, daha dilinden dökmemişken görebiliyordum kuzgunilerindeki ifadeyi, görebiliyordum ben gibi yanışını. Dudaklarım titredi, biraz daha yaklaştım ona. Başımı çenesinin altına gömdüm, sanki bunu hissetmiş gibi kolları sıkılaştı, içimdeki o mutlu olmak isteyen ama bir tebessüm edecek hali kalmayan küçük Ahu dahi görüyordu halini. Sığınmak istedim, ona sığınmak istedim, her şeye rağmen, ama bazen sığamazdı insan bir yeri, bir gönüle.
Bir mırıltı döküldü dudaklarımdan, kendim dahi zor duydum. "Kızgınım hiç gelmeyişine," gözlerim kapandı yeniden. "bilmeyişine," kollarını sıkılaştırdı, uyanacaktı. "hissetmeyişine." oysaki ben ona göstermiştim, gitmiştim, hissettirmiştim. Ama avuçlarımda hiçlik ile kaldı hislerim. Ondan bir karşılık beklemiştim, gelmedi, ne kendisi ne de hisleri beni bulmadı. Düne kadar. Telefondaki konuşmaları zihnimdeydi, titreyen sesi, göremesem dahi pes eden hali, yorgunluğu, mahvolmuşluğu. Bir kez olsun bana kendisini göstermişti, bilmese dahi. Baybars'ın arayışını biliyordum, duymamı istemişti. Duyayım ki Cesur'u biraz olsun anlayayım istemişti. Ben onu anlıyordum ki. Yüreğindeki acısını, kaybedişlerindeki hüznü, gözlerindeki melankoliyi, alıştığı acıyı, maziye gömdüğü, en derine hapsettiği hisleri, yeniden yaşamak için bana gelişini, beni sevmek isteyişini, her şeye rağmen yeniden demesindeki nedenleri biliyordum. Sadece sessiz kalıyordum, Baybars'ın dediği gibi, kabullenmem gerekti. Onun önceki yaşamını kabullenmem gerekti. Bu ona hakaretler edip kaba sarf edişler sunacağım bir durum değildi, acısı vardı acılarımız vardı ve bizim zamana ihtiyacımız vardı. Biz. Bunu istiyordu, istiyordum, ama bu kadar kolay değildi. Ona gideceksem bu kadar kolay olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Action"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...