İyi ki doğdun Yüzbaşı Karaalp.
Küçük, keskin bir sancıydı bedenimi sızlatan. Başımdaki ağrı sessizliğin dahi uğuldar gibi beynimi karıncalandırmasına neden oluyordu. Dudaklarımdan sızan kısık nefes acılı bir inleyişle dökülmüş yüzüm buruşurken gözlerimi sıkıca yumarak başımı sıcacık boynuna daha çok gömmüştüm. Huysuz birkaç mırıltı ile kollarımı sımsıkı sararak midemden boğazıma gelen acımsı tadı yok saymak istedim, sırtımı okşayan el güven verircesine usul usul gezinirken yerime biraz daha sinmiştim.
"Başım ağrıyor." gözlerim acıyordu, sanki kafamın içinde binlerce ses vardı ve bu beni boğuyordu. Boynundan gelen sıcaklığı, içimi yakan kokusu ile küçük küçük nefeslenerek başımdaki ağrının geçmesini beklerken saçlarıma kondurduğu öpücük ile sanki tüm bedenim kamaşmıştı.
"O kadar içersen normaldir ağrıması." sırtımı okşayarak rahatlamamı istese dahi sesi kızgındı, haklıydı. Naz yapamayacağım kadar haklıydı. Biraz daha boynuna sokuldum, yerimden kalkmaya bile mecalim yoktu.
"Azıcık masaj yapsana." bir kolunu boynumun arkasından sarmıştı, diğeri ise sırtımı küçük küçük okşuyordu. Tişörtün bel kısmını hafifçe sıyırmış sıcak parmakları çıplak tenime değdiğinde daha da mayışırken avuç içiyle kasılan yerleri ovuyordu yavaş yavaş. Elimi üzerine biraz daha sararak koca yatakta ona hapsolmuşken dudaklarımda küçük bir tebessüm belirdi. Elleri rahatlatıyordu bedenimi. "Hiçbir yere gitmek istemiyorum, bütün gün uyumak istiyorum." bunu söylerken dahi ağlayacak gibi sızlanmam kendime sinirlenmeme neden oluyordu. "Saat kaç?"
"Yedi." dümdüz yedi, sevgilim, kardelen çiçeğim, can içim hiçbir şey olmadan bir cümle kurması çok yaralayıcıydı. Kaşlarım çatılmış, sırtıma masaj yapmayı sürdürürken başımı zorlukla kaldırdığımda gözlerimi açamamıştım. Bir daha denedim, gözlerimi kırpıştırarak onu görmeye çalıştığımda çehresi keskin, gözleri dümdüzdü, hayır biraz da şefkat dolu ancak bu kızgın olduğunu gizlemiyordu.
"Cesur, niye asabi asabi konuşuyorsun?" hiç hoş değildi, hem de hiç.
"Çünkü sana kızgınım." başımı omuzuma yatırarak baktım ona.
"Neden ki? Uyutmadım mı?"
"Sence?" içim sızladı biraz, başımı yastığa düşürdüğümde sızlanıyordum sanırım. "Üzgünüm." dinlenemeden birden fazla işle uğraşıyordu ve uyumamıştı. Benim yüzümden dinlenemiyordu bile, düşüncesi dahi vicdanımı kor bir aleve atmış gibi acıttı canımı. "O kadar içilir mi Ahu?" ah şey, içtiğim için mi kızıyordu yani? Tam anlayamadım, başımı yeniden kaldırdığımda sırtımı yumuşakça okşuyordu ki baktım kuzgunilerine. "Bir daha asla," dedi itiraz istemeyen o emreder tonda. "Asla ağzına değil içki sürmek aklından bile geçirmiyorsun." nefesimi tuttum. "Beni anladın mı?"
"Kardelen çiçeğim dersen anlarım." gülecek gibi de olmadı, çok kızmış. "Anladım. Bir daha içki yok." hâlâ kızgın bakıyordu. "Ya Cesur, tamam bir daha asla yok bakma şöyle." uzun, çok uzun bir süre insanlara dik dik bakabilirdi ve yüzünde bir milim dahi değişim olmazdı, bu... korkunç. Daha fazla bakamadım gözlerine, başımı boynuna gömmüş ona sığınarak kollarımı bedenine doladığımda bu daha iyi hissettirmişti. Sırtımı okşasa dahi yüz ifadesindeki sertlik huzursuz ediciydi, ciddi olduğunda koşarak kaçasım geliyordu. Lakin çok uzun sürmedi, birkaç saniye sonra göğsünü rahatlatacak derin bir nefes vermiş, saçlarıma küçük bir öpücük bıraktığında kollarını sıkılaştırırken sıcacık hissettirmişti okşayışı, saçlarımı öpüşü, sarılışı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Action"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...