Bak bu son perde.
Varlığım dünyaya ait kılındığında bir kargaşanın içerisindeydim. Her günüm, her gecem kabuslarla doğup ışığını kaybediyordu. Bir intikam, bir ağıt, bir yakarış ile benliğim azaplarda sürükleniyordu. Çocukluğumda kaybolan her hissimin yerini bıraktığı burukluk ile hüsranın tenimde gezinişini anımsıyordum. Her geçen saniye kendimde kaybettiğim insanların, hislerin ve düşlerin hesabını soruyordum içimde bir köşeye sinmiş küçük Ahu'ya.
Onu anmayalı uzun zaman olmuştu, üst üste gelen her kabusta sığındığım küçük kız çocuğu. Varlığı dudaklarımdan bir dua olarak kalacaktı.
Dün, evimdeyken saldırıya uğramıştım. Bu denli bir nefret yayıyordum insanlara, herkes istiyordu yitip gitmemi. Nedenleri onlara göre çoktu, ancak bende bir cevabı yoktu. Zaten mahvolmuşken birde kahrolası bilinmez insanların nefreti ile boğuşmaya çalışıyordum. Sadece kendimce yaşayan, amacı iyi bir öğretmen olmak olan basit bir varlıktım. Ancak her seferinde peşimde takılan bu kabus dolu anlar ile hayatım sanki başkasının kontrolündeymiş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum.
Kimdi, kimin adamıydı ya da ne için beni soluksuz bırakmıştı bilmiyorum. Ancak istenilen benim gitmemdi. Bu yüzdendi sessizliğe gömülüşüm, bu yüzdendi bana her yaklaşana korkum. Zihnimde dönüp duran cevapsız sorularıma karşılık veren küçük Ahu'nun kulağıma fısıldadığı isim ile her yanımda buz kesiyordu amansızca. Bu yüzdendi kendimi soyutlayışım.
Sadece sessizlikte kendimi dinlemek istemiştim, buna bile izin vermediler. Cesur, biliyordu, görüyordu her hissimi. Dün de şahit olmuştu. Sırf dudaklarımdan birkaç kelime çıksın diye çabalamıştı. Bu, bu tarif edemeyeceğim bir şeydi. İnsanlar bana hayatı zehir ederken onun sesimi duymak için çabalayışı silinmiyordu göz bebeklerimin önünden. Kendimi kaptırmamaya çalışıyordum. Zihnimin hükmünü kaybetmemeye çalışıyordum ancak dün hastane odasında her söylediği, bana her dokunuşu sanki o kabusu yaşamamışım gibi dört bir yanımı sarıyordu.
Vazgeçtiğim düşlerin üzerinde ki yıllanmış tozları tek bir solukla yok ediyordu. Kuzgunilerindeki ifade sanki mahvolmamışım gibi beni daha da kahredeceğini söylüyordu, ancak elinin usulca tenimde gezinişi, iyi ol diyerek fısıldaması ve aklımı yitirmeme neden olacak o dudakları ile bana çoğu şeyi yaptıracak kıvama getiriyordu.
Ama biliyordum, olmazdı. O olmazdı. İçimde bu hissin tarifini daha kendim yapamıyorken, onca acı dolu an hâlâ hafızamdan silinmemişken onun bana iyi geleceğini düşleyemezdim. Bu bir hata olurdu, bana göre, belki de ona göre.
Kendime söylediklerim, yol boyu içimde sıkışıp kalmış o küçük kızı ikna etmeye çalıştığım her savunuş bundan ibaretti. Ancak beni dinlemiyordu, elleri ile kulaklarını kapatmış, harelerine sinen o ışık saçan ve minnet dolu ifade ile bana sağır olmuştu.
Bu sefer izin verdim, o da mutlu olsun istedim. Ellerimden gücüm kayıp gitmeden bir kez olsun teslim olmaya çalıştım. Belki de bu teslim oluş, her duygunun başlangıcı olurdu.
"Sen bir ağırlaştın sanki?" omuzuna doladığım elimi hafifçe üzerine savurduğumda kaşları havalanmış bir halde bana bakıyordu.
"Yürüyebilirim demiştim, sen istedin taşımayı. Ayrıca ağır falan değilim." sürekli itiraz ettiği şey kendi başıma yürüyemeyecek olmamdı, büyük yanılıyordu.
"Yok yok maşallahın var, ilaçlar işe yaramış herhalde." dengesizdi, kesinlikle dengesizdi.
"Elimin tersi ne hikmetse tamda yüzünün hizasında Cesur." tehditvari sesim ile gözlerimi kısarak ona baktığımda dudaklarının kenarı saniyelikte olsa titremiş ve bizi asansör kabininden çıkartarak evinin önüne getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Ação"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...