Bırak, yandığım yerde küle döneyim.
Bir yıkımın ardında kalan enkaz parçası gibiydim. Oradan oraya savrulan bir yaprak parçası gibi, kimsenin görmediği gizlenmiş bir kutu gibiydim. Düzenliydi nefeslerim, ancak buğu düşmüş kahvelerimin önünde birkaç saat öncesinin kötü anıları vardı. Ellerimde hâlâ onun kanı vardı.
Bunu nasıl yaptığını anlayamıyordum, cevapsız soruların arasında kendimi kaybediyordum. Bir hiç olmak istemişti, gitmek ve bir daha gelmemek. Kendinden vazgeçecek kadar kötü hissetmişti. Yaralarını, bedenindeki kurşunları gizleyecek kadar beni dahil herkesi hiçe saymıştı. İyi olmam için bir şeyler zırvalıyordu, varlığımın bu şehirde fazla olduğunu söylüyordu bir zamanlar. Bir o sığamamıştı kasvetinde boğulduğum şehre, bir ona iyi gelmemişti düşen yağmur damlaların soğuk sarmaşığı. Oysaki ben her şeyden kurtulmak için bunları yeğlerdi, o ise ölmek için her şeyi sineye çekermiş.
Bir kez daha ayağa kalkmam için ellerimden tutmuştu, bıraktığında düşenin o olduğunu görmemişim. Hayatımda yer edindi sanmıştım, bende bıraktığı yıkımlarda içten içe mahvolanın o olduğunun farkına varmamışım. Merhametim yok demişti, vicdanım bir kara kutuda saklı diye dilinden dökmüştü. Oysaki şehit düşen onca askerin ahı üzerine binmiş gibi pişmanlığında kavrulmuştu. Yitip giden canların hesabını vermeyeceği için ölmek istemişti. Varlığını kimseye hissettirmemiş saatlerce o hastane bahçesinde gizlenmişti. Kan kaybetmişti, yarasına baskı yapmış ancak o akan kırmızı sıvıyı durduramamıştı.
Başaramamıştı. Cesur, ölmeyi yeğlerken başaramadı.
Duydular sesimizi, yakarışımı duydular, isyanımı göğü yarışını duydular. Yetiştiler bize, gitmeyeyim diye beni bir kez göğsüne saklayan adam engel olamadı yardımın gelmesine. Şimdi ise bir kapının önünde içeriden iyi haber gelmesini bekliyordum saatlerdir. Zaman geçiyordu, ancak hiç akmıyormuş gibiydi. Akrep yelkovanı takip etmek istemiyordu belli ki, ancak burada geçen altı saatin hesabını ona sormak için kendimi sakin tutmak bir hayli güç olmaya başlamıştı. Saat kaçtı bilmiyorum, ne haldeydim bilmiyorum. Ancak ruhumda izi kalanlar ile bir tek küçük Ahu'yla konuşuyordum.
Korkmuştu, hem de çok korkmuştu. Yine gözlerimizin önünde birisi daha gidecek diye korkmuştu, yine yetişemeyeceğimizden korkmuştu. Kabuslar geliyordu zihnimizden gözlerimizin önüne, her şey aynıydı. Yaralı bir beden, lanet ettiğim o kopkoyu sıvı ve gitmek için kapanan zifiri gözler ile her ânı aynıydı.
Bana bunu yaşatmış olmamasını diledim. Yeniden, bir kez daha aynı şeyleri kaldıramayacağımı benden çok o biliyorken hiçe saymıştı her şeyi. Beni, kendini, onu bekleyen onlarca insanı. Ama şimdi hepimizin dilinde bir dua vardı. Bir an önce uyanması içindi, bir an önce iyileşmesi içindi.
Kalkacağına inanıyordum, kalktığında ise yüzüne bir tokat savurmanın ufak hayali ile hislerimi koruyordum. Bana yaşattığı korkunun karşılığı olmalıydı. Bana yaşattığı hislerin bir karşılığı olacaktı. Ancak gizledim bunları, kahvelerimdeki buğu ile karşımda kalan bembeyaz duvara sığındım.
Beklemek her daim eziyetti, sonu yoktu. İyi bir haber mi yoksa yerle yeksan olacağım şeyler mi duyacaktım bir netliği yoktu. İnsanlara su gibi akıp giden zaman bana zehir oluyordu. Neden bilmiyorum ancak o içeride kaldığı her saniye kendimi tarifsiz bir şekilde kötü hissediyordum.
İnsanlara çabuk alışan birisiydim, mesafeler koyar ama hayatımda olduğu için varlığına da bazen şükrederdim. Cesur'da öyleydi. Aramıza ördüğüm duvarların ardında kalıyordu ancak hayatımda olduğu için bazen şükrettiğim oluyordu. Şimdi ise belirsizlikler içerisinde kendime bu konuda hesap vermem gerekti. Es geçmeyi yeğlerdim, karşımda bakışlarını bana dikmiş onlarca askerin arasında buradan silinmeyi dilediğim gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Action"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...