BÖLÜM 81: "KAR BEYAZ DÜŞLER"

11.7K 526 257
                                    

Ateş ve külleri.

Göz bebeklerim sızlıyordu. Camdan vuran huzmeler artık harelerimi acıtıyordu, içeriye dolan yaz esintisi tenimi sarıp sarmalıyor lakin dudaklarımdan kaçan küçük nefesler mahur hissimden beni sıyıramıyordu. Saatleri deviriyordum, bedenime çarpan güneşin yakmaya yakın sıcaklığı beni buradan gitmeye zorlarken dahi yerime mıhlanmışım gibi sadece aralıklar ile telefonuma bakıyor, ekrana bir kez bile düşmeyen bildirimler koltuğumda biraz daha küçülerek zamanın öylece geçmesini beklememe neden oluyordu. 

Sabaha karşı üşüdüğümü hissederek kalkmış, yanımda olmadığını anladığımda ise öylece günün aymasını beklemiştim. Yapacağım onlarca iş varken uyandığımdan beri koltuğuma sinmiş, sessizliğimi evim sahiplenirken pijamalarımı bile çıkarmadan tüm paspallığım ile köşeme çekilmiştim. Odamın camı sonuna kadar aralıktı, perdeleri kenara çekilmiş içeriye fütursuzca dolan esinti olduğum yerde mayışmama nedenler yaratmaya başlamıştı. Hiçbir şey yapmak istemiyordum, sadece burada öylece kalmak ve Cesur gelene kadar kıpırdamamayı seçiyordum. Onu özlüyordum, sesini özlüyordum, kokusunu özlüyordum. Çok özlüyordum. Elim bir kez daha telefonuma gitti, saat beşi geçmişti, bunca zaman bir kez bile arayamamıştı, elim gitse dahi aradığımda açmayacağını bilerek her defasında umutsuzca çalmasını beklemiştim.  Kendi düşüncelerime sırtımdan itilerek düşüyordum, ve boğuluyordum.

Uyuşan kalçam artık buradan kalkmam gerektiğini usulca kulağıma fısıldarken aldanmadan diğer tarafa dönmüş, bacaklarımı koltuğun üzerinden uzatarak kollarımı göğsümde bağladığımda iki büklüm kalmam beni rahatsız etmezken ılık esinti uykulu halimi harelerime kadar sızdırmış, mahmurluğum ile kahvelerimi kapattığımda süren sessizliğin telefonumun gürültüyle çalması bölerken irkilmeme neden olmuştu. İdrakım birkaç saniye kaybolurken kucağımda duran telefonumu hızla kavradığımda yazan isim eski halime dönmeme yetmişti. Aramayı yanıtlayarak bu kez biraz daha aşağıya kaydığımda hoparlöre alarak, "Efendim?" dedim. Sesim kilometrelerce uzaktan geliyordu.

"Uyuyor musun sen?" başka bir şey yaptığım söylenemezdi.

"Sanırım."

"Ahu," dedi hafif kızgın bir tonda. Ne zaman böyle umursamaz konuşuyor olsam irrite olurdu, dünya yansa bir tarafıma takmaz halim bir süre silinmeyecekti. "neredesin sen? Sesin niye öyle geliyor ne oldu yine?" bazen onun çok konuştuğunu düşünüyordum.

"Evdeyim Ata, uzanıyorum."

"Cesur nerede?"

"İşi var." geçiştirerek cevap veriyordum, uzun uzun cümleler kurmak bile beni yoruyordu.

"Bir şey olmuş, anlat bakayım sen."

"Olmadı Ata."

"Ahu." tamam, bu onun, daha fazla şansını zorlama dediği bir imayla bana seslenişiydi. Dudaklarımdan sızan sert soluk ile dizlerimi kendime çektiğimde şimdi burada olmasını istemem beni savunmasız bir kız çocuğuna dönüştürüyordu.

"Baybars vuruldu." düğüm düğüm oldu boğazım. "Yanına gidemiyorum, nasıl olduğunu bilmiyorum, Cesur'a ulaşamıyorum, evden dışarı çıkamıyorum, saatlerdir bir koltuğun tepesinde uzanıyorum, Ata boğuluyorum. Hiç kimse yok, hiç bir haber yok, iyi mi kötü mü bilmiyorum, telefonum çalmıyor kimse bir şey söylemiyor. Ata, boğuluyorum." burnumun ucu öylesine sızladı ki bu harelerimi sırılsıklam yaptı, damlalar süzülmek istiyordu.

Sessiz kaldı, dinledi. "Geliyorum, birkaç saate uçağım var gece yanında olurum."  kaşlarım şiddetle çatılırken söylediklerini sindirmeye çalıştım.

"Nasıl? Ne zaman, çıktınız mı?" derince bir soluk verdi.

"Geldiğimde anlatırım, düşünme bunları. Ne zaman oldu peki, yapabileceğim bir şey var mı?" parmaklarım alnımın köşesini sıvazladı sertçe.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin