BÖLÜM 98: "DOKUNULMAMIŞ YARALAR"

11.1K 447 351
                                    

Bazen susmalı, dokunmamalı. Sessiz kalıp içine attığı o denizde boğulmalı. 

Nefesim kesikçe kaldı dudaklarımda. Firarı yorgundu, tıpkı ben gibi, yankılananların dokunduğu kabuğu tutmaya yakın yaranın ardından sızan bir küçük kan damlası gibi. Bazen sızardı kan, alışırdım, dokunmazdım, geçtiğini sanır, yanılırdım. Bazen acıtırdı, düşünmemeye çalışır unutmak için yaranın üzerini bir tutam tebessüm ile kapatırdım. Dokunmazdım, dokunursam acıyacağını bilir silerdim zihnimden, çünkü biliyorum susmayı öğrenmeli gönül yarası.

Susup da içine atmalı, belki de o denizde bir kez daha boğulmalı. Belki de bir kez daha yanmamak için yaranın üzerine bir tebessüm daha bastırmalı. Ama olmuyormuş, kaçmak değildi niyetim veyahut es geçip üzerini kapatmak, olmamış gibi yok saymak, önemsizmiş gibi geçiştirmek... ya da herhangi biri. İstediğim dudaklarından dökülenlerin ben tarafından mürekkebe sızmış damlaları ile ortadan kaybolması, ve hiç dokunulmamış olmasıydı. Lakin buna gücüm yetmemiş belli ki, birkaç parça kağıda akıttığım acı ve gözyaşı o gecenin izinde kalmamış, gelmiş benimle, aynı gecenin altında kapının diğer tarafında beklerken ben gibi, görmüş, bakmış, bende bıraktığı eski yaraların yerini hatırlatmak ister gibi dokunmuş, oysa sildim attım demek isterdim. Bir önemi yok, eskidendi, eski bir düşünceydi demek istedim.

Dilim lâl, harelerim koca bir sessizlik ile titrek hale bürünmeye meyilliydi. Aramızda yoğun bir his vardı bir sis dalgası gibi sardı bedenlerimizi. Susmak hiçbir zaman çare olmadı, tıpkı şimdi ki gibi. Susmak bazı şeyleri aşmazdı lakin gerekirdi, kelimelerle dökemediğini susup da göstermeli insan, belki o zaman dudaklarından sızanlar ile değil, susup içine attıklarıyla anlaşılır. Belki o zaman çabalamanın boşa olduğunu anlayıp bir kaldırım taşında sessizce uçurumun eşiğinden bakakalır. 

Boğazımdan kayan ılık nefesim ciğerlerime doldu usulca, soru sormak ne olduğunu bilmiyormuş gibi safa yatmak istedim. Biliyorum ki bir şekilde yine karmaşık olacaktı her şey, ve ben bundan sonuna kadar kaçmayı tercih ederdim. Çünkü farkındayım, o uçurumun kenarına gideceğimin farkındayım. Ruhumda verdiğim savaşın elbet bir gün geleceğinin, er meydanında karşıma geçeceğinin farkındaydım. O yüzden susmalı, belki de göstermeli dokunulmaması gerektiğini. Belki de dokunmalı, daha fazla yara almadan en derine biraz daha bıçağı dayamalı, akacak kan kalmadıysa o da tattığı bir damla gözyaşında hüzün ile kalmalı.

"Ne," sesimi bulmak zor oldu aramızda geçen nefeslerimi sığ bir hale bürüyen yoğun his ile. "ne mektupları?" yalan söylemek istemiyordum, sadece ne kadarını biliyor bunu duymak istiyordum.

Bana bakıyordu, öylece bakıyordu. Harelerimde bir şey görmek ister gibi, her ne biliyorsa yalanmış gibi ifade etmemi belki de inkar etmemi. Ancak benden bir şeyler duymak istiyordu.

"Bana söyleyemediğin her şeyi birkaç parça kağıda dökmüşsün." bir yığın kağıt değildi, birkaç deste ya da onlarca parçada değil. İnsan hayal kırıklığını sayfalara dökmeden tek bir cümle ile de anlatabilirdi, benimkisi farklıydı. Birçok hayal kırıklığı, daha fazla cümle kurdurur kalemi eline aldırırdı ve ilk kelimede yorardı insanı. Kalem düşer, kelimeler ağırlığı altında ezerdi, o yüzden düşüncelerine hapsetmeli insanoğlu, kimse erişemez, kimse dokunamaz, okuyup da yargılayamaz. Görüp de hırpalayamaz. Her şeyini zihninde taşımalı, bir tek kendi şahit olmalı.

"Sana her şeyi söyleyebilirim içime attığım ya da kağıda döktüğüm bir durum olmadı." böyle düşünmesine neden olan şey öğrenmesi miydi, yoksa zihninin boş şeyler ile dolması mı emin değilim.

"Olmuş demek ki." sesi sakindi, biraz da nefeslendi, yorgundu. Düşünürken, bakarken, dururken, konuşurken, bana gülümserken, severken, dokunurken. Her şeyiyle yorgundu, bir de ruhuna sızmış heveslerini almış gibiydi. Gelecek olan yıkımı o da biliyordu, korktuğunu görebiliyordum kuzgunilerinin ardında. Korkuyordu. Başa döneriz, ama bir daha bu hale gelemeyiz diye. Parmağımdaki yüzük ağır gelir, el gibi hisseder diye korkuyordu. O haklıydı, Cesur kendince sebepleri ile bu hale sürüklenirken artık bize adım atamaz haldeydi. Belki de biraz durmalı, nefes almalı.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin