BÖLÜM 48: "YAKICI HİS VE SARINMIŞ DÜŞ"

13.7K 739 408
                                    

Yüreğimden zincire vurulmuşum.

On yedi saattir yoldaydık, tam on yedi saattir bu koltukta oturuyordum, tam on yedi saattir göz bebeklerimin önünde kuzguniler beliriyordu. Kah güldüğüm, kah yorulduğumda başımı ağırca koltuğa düşürdüğüm anda dahi o vardı dört köşemde. Sanki boğuluyordum, gözlerimi sıkıca yumuyordum ancak bu eziyet dinmiyordu, geçmiyordu, sadece canımı yakıyordu. Kendimi birisine bağlandığımı düşünmekten alıkoyuyordum bu olamazdı, olmamalıydı. Saatler boyu göremediğim, sesini duyamadığım için tükeniyormuş gibi hissedemezdim.

Boğazıma dayanıyordu yumrular, sakindim ancak sürekli dalıyordum, sürekli elim telefona gidiyor ve rehberde ismine dokunuyordum ancak arayamıyordum. Bana ne olduğunu bilmiyordum, göğsümde beliren sancının nedenlerini bilmiyordum ancak hissettiğim tek şey açık camdan fütursuzca tenime çarpan rüzgarın dahi bana yetmiyor oluşuydu. 

Elim kazağımın yakasında gezindi usulca, gittikçe yaklaşıyorduk ve buradaki hava değişimi de kendisini belli ediyordu. Sıcaktı, üzerimdeki kazağı çıkartıp kısa kollu bir tişört giyecek kadar sıcaktı hava. Güneş doğmaya yüz tutmuştu, Ata bir hayli yorgundu ve uyumamak için sürekli kahve içip duruyordu. Onu ayık tutmak içinde biraz çaba sarf ediyordum ama Ata kadar dayanıklı olduğumu düşünmüyordum. Çünkü düşüncelerimden kaçmak ve gözlerimdeki silüeti silmek için yolu uyuklayarak geçiriyordum.

"Son on." heyecanlı sesine karşın başımı çevirdim Ata'ya doğru, oturuşunu düzleterek daha dik bir hal aldığında kendi tarafındaki camı aralamıştı, o da epey sıcaklamıştı yol boyu söylendiği bir diğer şeyde buydu.

"Sıkıldım artık." dedim çocuksu bir halde, bacaklarım uyuşmuştu.

"Az kaldı Ahu'm birazcık daha sabret artık." onların evine gelmiştik, Haldun amca ve Zerrin teyze bizi bekliyordu. Birkaç gün burada kalıp sonrası için plan yapacaktık. Bunlar heyecanlı şeylerdi.

"Uykun geliyor mu hâlâ?" ellerimi saçlarımdan geçirerek bileğimdeki toka ile gelişi güzel bir at kuyruğu yaptığımda kendime doğru hava yapmaya çalışıyordum. Çok sıcak olduğunu düşündükçe fenalık geliyordu.

"Dayanıyorum ama bir uyusam yarın kalkarım herhalde." gülercesine söylemesi dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu. Belinin ağrıdığına emindim, o da ben gibi alışık değildi saatlerce oturmaya. Yol boyu bir süre dümdüz ilerlemiştik, akşama doğru ise bir yerde durarak neredeyse bir saate yakın yemek molası vermiş ve dinlenmiştik. Yolun devamı ise benim söylenmelerim, sürekli bacaklarım ağrıdı diye sızlanmalarım ile devam etmişti.

Ancak bu sıcak ile baş edemiyordum utanmasam çok sıcak diye ağlanıp sızlanacaktım, üstelik su da bitmişti, çantam da yarım şişe kalmıştı sadece. Güneş ön camdan yüzüme çarptıkça dilim damağım kuruyordu, her şeyden şikayet eder olmuştum, her şeye bahane bulup durması için onu ikna etmeye çalışıyordum ama gittikçe eve yaklaşmamız ile bunlar bir kenarda sonuçsuz kalıyordu. Çok fazla dayanamayacağımı bildiğim için çantamın içerisinde gezindi elim, plastik şişeyi aldığım gibi dudaklarıma yasladığımda kana kana içtim, ciğerlerim yanmıştı.

Ağzımdan grip bir ses kaçtığında şişeyi çantama geri atmıştım ancak kahvelerime çarpan o küçük çıkıntı ile kaşlarım çatıldı, çantamın ağzını daha da aralayarak baktığımda bunun küçük bir kutu olduğunu görmem aklıma anıları bir bir üşüştürdü. Nasıl unutmuştum bunu?

Aptalın tekiydim, üstelik o gün delicesine bir heyecanla aklımdaydı ama ben bu kargaşalar eşliğinde geçen günlerde bunu unutmuştum. Kendime yakınırcasına kutuyu aldım elime, kucağıma koyarak kapağını araladığımda Ata'nın gözleri üzerime düşmüştü.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin