Gül rengi şarap.
Arabanın kapısını hızla çarparak titrekçe etrafta dönüp duran harelerim ile takip ettim Cesur'u. Attığım adımlar birbirine dolanıyor, yere kapaklanıp acı ile kıvranmam için bir nedeni avuçlarıma bırakarak usulca zihnime kazıyordu, ve ben ne heyecanıma ne de içimdeki bu kargaşaya söz geçiremiyordum.
Kargaşa. Tam olarak hissettiğim, paçalarımdan tüm bedenime dolanıp boynumu saran ve nefeslerimi sekteye uğratan o şeyin adı tam olarak buydu. Bedenimde bıraktığı etkiler ellerimi buz kestiriyordu, parmaklarım Cesur'un avucuna hapsolmuş olsa dahi elimin üzerini okşarken o buz kesmişliği çözemiyordu. Adımlarım geriye düşüyor, yalpalıyordum, sanki titriyordum. Göz bebeklerim her köşede gezinirken korku emareleri hüküm giymek istercesine buluyordu beni, ancak hissettiğimin korku olmadığını biliyordum, heyecana eşlik ettiğini anımsıyordum.
Kata ulaştığımızda hangi oda olduğunu seçmeme, kapının önündeki üniformalı asker yardımcı oldu. Dik duruşu, sarsılmaz edası ile Cesur'un geldiğini adımlarından seçerken elini daha sıkı kavradığımda odanın kapısını açmış, bir asker selamı verdiğinde görüş açıma Akif girmişti, camın önünde kollarını birbirine yaslamış bir vaziyette yüzündeki sabır diler ifadesi ile bizi fark ettiğinde duruşunu bozmuş o da Cesur'a bir baş selamı verdiğinde odaya dolan sesler bir kez daha yerime mıhlamıştı. Sesi, epeyce dinç ve karşı konulamaz çıkıyordu.
"Kardeşim bir rahat bırak anasını satayım, çek şu elini, Demir gitsene az öteye." Baybars, yanı başında duran Demir'i serumunu çıkarmak için kendinden uzak tutmaya çalışıyordu, ve pek başarılı olduğu söylenemezdi.
"Asıl sen şu elini çek kanatacaksın şimdi bir yerlerini. İşin yoksa iki hafta daha götünü devirip yatacaksın." gözlerini kıstı, ve Baybars'ın elini serumdan uzaklaştırdığında sessizce, "Pezevenk." diye fısıldadı.
"Sizin gibi şeytan zekalı değilim ben, yapacak işim gücüm var," biraz daha uğraştı, Demir elini öylesine sıkı tutuyordu ki Baybars hareket dahi ettiremiyordu. "Bunun sonrası da var Kurtoğlu, sıçarım ağzına."
"Yaparsın kardeşim, yaparsın, sen bi iyileş de."
"Emrim dışında ne işin varmış Kılıç?" hepsi rahat tavırlarından silinirken Asaf yaslandığı yerden ayrılmış, Demir, Baybars'ın elini bıraktığında askeri tişörtünün yakasını çekiştirerek, "Komutanım vallahi baş edemiyorum, buyurun siz ilgilenin." demişti. Baybars, biraz inat olabilirdi.
"Siz de mi geldiniz?" dedi memnun olmamış bir ifade ile, gelmeseniz de olurdu dercesine.
"Gidelim istersen?" üzerindeki siyah renkli tişörtü yaralarını kapatsa dahi kolundaki beyaz sargıyı gizleyemiyordu, yüzündeki hoşnutsuz ifade ağlamamak için çırpınan bana gülme isteği bırakırken birkaç gün önceki Baybars gibiydi, hep tanıdığım Baybars.
"Sen kal diyeceğim de yengelerin gülü," mavileri yüzüme tutundu. "iki gündür sen neredesin gözünü seveyim? İnsanın hiç mi aklına gelmez, hiç mi uğramaz?" vicdanımda oynamak istiyorsa bunu başarıyordu. "Gelmeseniz de olurdu." sitemliydi. "Bu saate kadar gelmeyen hiç gelmesin zaten." bir burukluk yerleşti çehreme.
"Baybars," yatağın ucuna oturarak mahcup halimle mırıldandım adını. "çok üzgünüm." mavileri hadi oradan dercesine bir hal aldı.
"Tabii öyledir, şu kadarcık değerim olsaydı, bana karşı sevginiz olsaydı değil bir saat, bir dakika dahi olsa uğrardınız yanıma." parmaklarım elbisemin eteğine dolanırken göz bebeklerimin nemlendiğini anımsadım, çok sitemliydi, dargındı söylemleri.
"Gelmek istedim gerçekten." histerikle bir nida kaçtı dudaklarından.
"Ben anlayacağımı anladım yenge, üç gündür yaralı yatıyorum da bir kez gelmemişsin, ben de seni başımın tacı yapıyorum, yine yaparım da insanın kıymeti olmayınca neye uğraşsa boşaymış," içimi kaplayan hüzünden sıyrılamadım. "eyvallah."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Acción"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...