BÖLÜM 104: "ATEŞE DÜŞMÜŞ BEDENLER"

11.5K 571 403
                                    

Kavuşmayı bekleyen ruhlar.

Bir hafta sonra

Nefes alamıyorum. Düşüyorum, boğuluyorum, kayboluyorum, parçalanıyorum ve nefes alamıyorum. İçimdeki, kaburgalarımın altındaki baskı geçmiyordu. Gönlüme dokunmuş matem hissi anbean boğazımı sıkıyordu. Harelerimin ardında bir okyanus vardı, içime içime değil bedenimi esiri yapıp o serin sularda boğandı. İçimde bir okyanus vardı, deniz diyemezdim, gecenin vakti okşarken saçlarımı sevgisini okyanusa, ucu bucağı olmayan bir parçaya benzetirdi, deniz diye kısıtlardım ancak şimdi anlıyordum. İçimdeki bu yıkımın, boğazımı sıkıp her geçen saniye ağlama hissi ile dolduran varoluşların karşılığı okyanus kadar sonsuz olmasıydı.

Dönüp duruyordum, bu saatler sürüyordu. Günlerdir. Günlerdir gözüme bir gram uyku girmiyordu. Olduğum yerde bedenimin yorgunluğu ile içim geçer oluyordu ancak korku ile ansızın kalkarak etrafıma bakınıyor ve yanı başımdaki Rex benimle birlikte irkilirken kapkaranlık evde bir başıma olduğum anbean zihnime adını kazır gibi sızıyordu.

Yalnızdım. Aylin hanımlar gidip geliyordu, Kemal bey sürekli bir ihtiyacım var mı diye soruyordu. Beril garip bir şekilde bana alışmış gibi Alina ile sürekli yanımda durmak isterken ben onların arasında yalnızdım. Zerrin teyze ve Nazlı uğruyordu Aylin hanımlar ile birlikte, akşamları kalabalık masaya oturuyordum ancak yalnızdım. Melek gelip oynamak istiyordu, gülümsüyordum, yapabildiğimi sanıyordum, için için ağlıyordum.

Tükendiğimi hissettiğim oldu iki gece önce. Sürekli elim telefondaydı, attığım mesajlar düşmüyordu. Aramalarıma geri dönüş olmuyordu. Okuldan sonra bir saatimi yolda harcayarak karargaha gidiyordum ve Kenan komutan her defasında bana olumsuz yanıtlar veriyordu. Tükeniyordum. Üzerimdeki tişörtünden, hırkasından sızan kokusu ile içten içe ölüyordum. Ellerimin titrekliği yüreğime kadar ulaşmıştı. Attığım adımlarda dizlerim tutmuyordu. Harelerimde bir enkaz vardı, dik durmaya çalışırken yalnız kaldığım o an çöküyordum kapının arkasına, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum da ne bir haber ne de bir ses vardı. Gideli üç haftaya yakındı. Ona bakmayalı, kokusunu solumayalı, hissetmeyeli üç koca hafta oluyordu. Ben, ben mahvoluyorum. Ben artık dayanacak gücü kendimde dahi bulamıyorum.

Gözlerimin içi kıpkırmızıydı, yanaklarımın içe göçtüğünü tenimin solduğunu görebiliyordum boş bakan gözlerim aynadan kendime dokunduğunda. Zayıflamıştım. Bu her halimden belli oluyordu, kendimi yıpratırken dışarıya güler yüzlü olmaya çalışarak bir maske takıyor gibiydim. Onu... sızlıyor işte burnumun ucu dolduracak kadar gözlerimi. Özlüyorum, çok özlüyorum. Ne halde olduğunu bilmiyorum.

Yine oluyor. Yine gün doğuyor. Yine şafak söküyor yine ay geceyi teslim edip gri bulutlar ile gökyüzü aydınlanmak istiyordu. Yine gelmiyordu, yine o kapı çalmıyordu. Kalkmak gelmiyordu içimden, günlerdir uzandığım koltuk artık bedenimi ağrıtıyordu da yatmıyordum yatakta. Dizlerimin dermanı kalmıyordu, girsem dahi yalnız uyuma düşüncesi sızılar bahşediyordu. Yine öyleydi. Üzerimdeki battaniyeye daha çok sığınarak sızlayan gözlerimi yavaşça kırptım. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Ne kalkmak, ne kahvaltı yapmak, ne su içmek, ne telefona bakmak, ne de televizyon izlemek. Öyle bir haldeydim ki tuvalete bile gitmek için yerimden kalkmadan arkamı dönüyor saatlerce uzanarak zamanın geçmesini bekliyordum. Kuru bir ot bile benden daha canlıydı şu an için.

Ancak kalkmam gerekti, okula gitmem gerekti. Saat yaklaşıyordu, biraz daha yuvarlanırsam geç kalacağımı biliyordum. Yarının hafta sonu oluşunu sanırım ilk kez fırsat bilmekten uzaktım çünkü hafta sonu zaman geçmiyordu. İlgilenebileceğim hiçbir şey yoktu ve ben bundan nefret etmeye başlamıştım. Üzerimdeki battaniyeyi kenara çekerek boğazımdaki sızı ile yavaşça yerimden kalktım. Başım dönmüş, koltuğa tutunarak kendime gelmeyi beklediğimde kulaklarımdaki ve kafamın içindeki baskı şiddetlenirken açlığım midemi sancıtmıştı. Aldırmadım. Yastığı ve battaniyeyi öylece bırakarak Rex'i sevdim. Benden daha iyi durumdaydı, gün içerisinde bahçeye çıkıyorduk oradan oraya koşarken oynuyordu ve bir saat sonra eve dönüyorduk.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin