BÖLÜM 25: "BİLİNMEZ İZLER"

20.2K 915 271
                                    

Tut elimi burdan gidelim.

Kaç hadi korkularında, kaç hadi sana böyle bakan adamdan, kaç hadi Ahu! Kaç!

Zihnimde dönüp duran bir melodi gibiydi şimdilerde bu tekrar edilenler, her yere karanlık çökmüş gibiydi, ışıklar kapanmış ve ben yeni bir korku ile yalnız kalmıştım. Dudaklarım, ellerim ve ruhum titrerken buradan koşarak uzaklaşma isteğiyle doluyordum ancak bana adım adım yaklaşan bu adam ile yerimde nefes almayı bile beceremiyordum.

Titrekçe aldığım nefesler eşliğinde silahını beline yerleştirerek geldi yanıma, ellerimden kayıp giden notu aldığında okuduğu her saniye keskinleşti çenesi, dişleri birbirine kenetlenmekten kırılacak hale geldiğinde yutkunuşlarımın azapları siniyordu tenime. Benim kaçamadığım yerde elim kolum ipler ile bağlanmış, derin bir kuyu bizi içine çekmeye başlamıştı.

Ne hayatımı, ne de bu adamı tutacak gücüm vardı. O sinirlenirdi, yakardı, yıkardı ama okudukları ve hâlâ zihnimde yankılanan cümle ile darmaduman bir tek ben olurdum. Kapattım gözlerimi, canındaki acıyı çıkarsın diye bekledim. Dudaklarından döktüğü nefret ve küfürler yaşlarımı daha da hızlandırdığında evimin eski halinden eser kalmayacaktı ancak ben çoktan beter bir hale sürüklenmiştim.

Aynı acıyı ikinci kez yaşamak. Sımsıkı yumdum göz bebeklerimi, o da mı kaybetmişti sevdiği birini? Onunda mı yanmıştı canı? O yüzden mi bu kadar duygusuz olmak içindi çabası? Belki, ama ihtimallerin bir tanesi doğruydu. Kahvelerim acı ile aralandığında eline ne geçerse kırıyordu öfke ile, salonumun camları indi yere şiddetle, nefreti silinmeyecekti. Bana bulaşmasından korktum, acısını çıkarmak istediği çok şey varken dudaklarımın titremelerini durduramazken kendimi buradan silmeye çalıştığımda onun enkazındaki parçaların bedenime sıçramasını izledim.

Eline ne geçtiyse kırdı döktü, ortadaki cam sehpamı duvara fırlattığında neye korkacağıma şaşırıyordum. Onun bu hale dönüşmesine mi, yoksa aldığım tehditin bende bıraktıklarına mı? Bir sonucum olmadı, hem onun yakarışlarını dinledim hem de bedenimi duvar dibine bıraktığımda dizlerimi göğsüme kadar çekerek benim gibi mahvolmuş evimin içinde yok olmayı diledim.

"Anasını avradını siktiğimin çocukları." Ata'nın bana yeni ev hediyesi diye aldığı biblolarım camlarda patlıyordu, her yere saçılmıştı kırıklar. Televizyonumu yerle bir ettiğinde yığınlar dört köşeye yayıldığında kuzgunilerindeki o ifade ile kapattım gözlerimi.

"Allah hepinizin belasını versin! Yedi sülalesini siktiğimin it oğlu itleri." dinmedi, yaktı, yıktı.

Neydi onu bu hale getiren? Ben olamazdım, benim canım yanacağı için olamazdı. Onunda kırıklıkları vardı, onunda geçmeyen yaraları silemediği izleri vardı. Bir tek kendi başıma gelir diye düşündüklerimden bir tanesi ona da uğramıştı. Canı çok yanmış mıydı? Ağlamış mıydı o da gitmesin diye?

"İzin vermem! Bir kere daha buna izin vermem!" yaşlarımın görüşümü kapatmasına bile engel olmak için elimi kaldırıp silecek gücüm yoktu. Bir fırtına da kayboluyormuşum gibi hissediyordum, onun sert rüzgarı ile savrulup mahvoluyordum. Bende bıraktıklarını görmeden evimi ben gibi darmaduman ediyordu. Bu yıkımı daha fazla izleyemezdim, başıma yıkılanlar ile burada darmaduman olamazdım. Öfkesinin dinmesini beklemek hiçliğe sürüklüyordu, çaresizlik, hüsran hepsi bedenimde kol geziyordu.

Belki de acılarını ya da onu bu hale getiren sebeplerin bir tanesini anlamak yetiyordu kendimi dahi yok saymama. Korkuyordum burada durmaktan, onun öfkesinde yanmaktan. Peşimdelerdi, kim oldukları bilinmez ama benim almaya çalıştığım canımı da benden almak istiyorlardı. Ne yaptım dediğim yerde çıkmaza giriyordu her şeyim. Neden dediğim yerde tüm şehir üzerime çöküyordu.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin