İlmeği çözülmüş sevda yeminleri.
Çerçevenin bir rüzgarla savrulup boşluğa düşmesi, yere sertçe çarpıp binlerce parçaya ayrılmasıyla yaktı canımı sanki her bir sözün ardında kalan. O cam parçaları bedenime sıçrayarak kesik kesik izler bırakmıştı, lakin bu göğsümün içindeki sızının bir anlamı olamazdı. Bu, göz bebeklerime dolan hayal kırıklığını ifade edemeyecek kadar uzak bir acıydı. Her bir cam parçası öylesine battı ki tenime, içimde bir boşluk yaratıp buğuları gözlerime dokundurdu, öylesine bir histi ki kalbimi kıran, bedenimi uyuşturup akacak gözyaşını durduran, nefesimi dudaklarımda kesendi.
Biz, biz sanırım yanlış yolda yanlış cevaplar arayanlardık. Biz kırmadan konuşamayan, her yarayı paylaşmak isterken aslında o kadar da güçlü olmadığımızın farkına varmalıydık. Biz aslında iki yaralı insanken, dudaklarımızdan çıkan her şeyin bize ait bir izi silinmemiş acı olduğunu unutmamalıydık. Ya çok öfkeliydik, ya da çok kırgın. Ya çok dağılmıştık, ya da binlerce kez daha parçalanacaktık. Biz iki hayal kırıklığı, iki damla gözyaşı, biraz da acıydık.
Anne olmak.
Minicik bir bedeni sarmak. Düşüncesinde keserken nefesimi, buruk bir gülümseme bırakırdı. İster miydim, yoksa kendimi hayal ederken annem gibi bir anne olmaktan mı korkardım. Annem gibi sevip gözünden sakınan bir anne mi olacaktım, yoksa... buydu işte korkum. Ahu'nun durup düştüğü, bazen tutunduğu, hayal ederken dahi düşlerine buruk hissin dokunduğu.
Rüzgar o kadar sert doldu ki salona, bedenimi savuracak kadar kudretliydi aramıza sızışı. Yüzüme çarpan gerçeklik kendime sorduğum soruların cevabını vermemişti bana. Gözlerime batanlar cam parçası mıydı yoksa can kırığı mı bilmiyorum. Hissettiğim tek şey boğazıma kadar dolu olduğum, göğsüme gökyüzünü sarmış gri bulutların dokunması ve kasvetin evimize sızmasıydı.
Tüm acıyı çıkarmak ister gibi vuruyordu yağmur camlara, sanki akıtamadığım gözyaşını benden alıp şehre esiri yapar gibi. Kendimi ne zaman hüzün dolu hissetsem olurdu bu, kendimi ne zaman nefes alamaz hissetsem boğardı.
Bana bakıyordu dolu dolu gözlerimle ve ben ilk kez değmesin istedim gözleri gözlerime. Bir mahcubiyet vardı içimde, bir sızı, bir belirsiz acı. Susup da geçmesini beklemekten başka bir çarem yokmuş gibi hisseder oldum. Susup da arkamı dönmem gerekliymiş gibi hisseder oldum. Lakin adımlarım mı kilitlendi yoksa kendimi adım atacak kadar iyi hissetmiyor muyum, onu da bilmiyorum.
Ve bazen susmak, çekip gitmekten daha kolaydı. İnsan evinden gidemiyordu, insan yuvasını ardında bırakamıyordu. İnsan sevdiğini yarı yolda bırakmaktan korkuyordu. Ve bende susmayı seçtim, susarsam geçer diye düşünmeden de edemedim. Aslında bakılırsa ben her zaman haddimi bilmeli ve bazen de yerime sinmeliydim.
Şimdi kapalı bir kapının ardında olmak sanki kapanmayacak bir yarayı bırakıyordu gönüle. Aynı evin içerisinde iki yabancı olmak acı veriyordu sarf edilen her sözün bıraktığı iz gibi. Dizlerimi kendime çekmiş çalışma odasında koltuğuma kıvrılmıştım kendime sarılarak. Kahvelerimin içi dolu doluyken dalgındı gözlerim, akan damlalar hissizleşmiş gibi yastığıma süzülerek bir göl oluşturmaktan kaçınmıyordu. Ruhuma batan cam parçaları sanki kırılmış çerçeveden fotoğrafımızın yırtıldığını hissettirdi.
Titremeye yüz tutmuş dudaklarımın arasında bıraktığım kesik nefesim ile aktı bir damla daha. Cama vuran yağmur damlalarının ardında belirdi şehirde gök gürültüsü. Gözlerimi ağırca kapatmama ve bir damlanın daha şakağımdan yastığıma süzülmesine neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Action"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...