Saat sabahın yedisiydi.
Kar geceden durmuş, asfalttaki kalıntılarıyla kendini doğmaya yüz tutan güneşe bırakmıştı. Yalancı bir bahar havası ev sahipliği yapıyordu bugün şehre, aldanmamak gerekti aksi takdirde bu ayaz insanı donduracak cinstendi. Soğuk olmasına aldırmadan çıktığım balkonda, omuzlarıma bir battaniye alıp kendimi sandalyeye bırakmıştım. Yaklaşık bir saattir oturuyordum burada, soğuk havanın esiri olan bedenim alışıktı.
Omuzlarımdaki battaniyemi üzerime daha çok çekip sandalyemde küçük bir hâl aldığımda başımı arkamda kalan duvara yaslamıştım. Soğuğun esiri olan yüzüm artık üşüdüğümü bana hissettirdiğinde bir süredir kapalı olan gözlerimi aralayıp birkaç kez kırpıştırdım.
Dün gece, geç saatte uyumuştum ve bir hayli de erken kalktığım için şu an gözlerimin ağrısı beni yoruyordu. Hafiften acıkmaya başlayan karnımda cabasıydı. Gidip uyursam toplantıya yetişemezdim. Bir güç ile yerimden kalkıp omuzumdan indirdiğim battaniye ile odaya girdiğimde balkon kapısını kilitleyip ayaklarımı sürükleyerek koridordaki banyoya doğru ilerledim. Soğuk su bir nebzede olsun ayılmamı sağladığında musluğu kapatıp asılı olan beyaz havlu ile ellerimi kurulayarak banyodan çıkmıştım. Adımlarımı mutfağa yönelttiğimde gözlerim etrafta gezinmişti. İskender abi balkon kapısını aralamış parmakları arasına sıkıştırdığı sigarasını içerken bir yandan cam bardaktaki dumanı tüten çayını yudumluyordu.
O da benim gibi erkenciydi.
Ayağımdaki terlikleri sürükleyerek yanına doğru ilerlediğimde gözlerini bahçeden çekip bana döndü. Geldiğimi hissetmiş olmalıydı ki şaşırmadı. Balkonun kapısına tek elimi yasladığımda karşısındaki sandalyeyi işaret etti.
"Birileri dertli gibi bu sabah." dün gecenin emareleri suratımdan okunuyordu belli ki.
Gösterdiği sandalyeyi çekerek bedenimi üzerine bıraktığımda soğuk, ince pijamamdan içime sızıyordu. "Dertli değil de abi, kafası tonlarca düşünceyle dolu diyelim." baktı sadece, anlatsam anlar mıydı orası meçhuldü ama İskender abi her şeyi sezerdi, karısı gibi.
"Anlat bakalım." bardağını masaya koyduğunda biten sigarasını siyah küllüğe bastırarak söndürdü. Ne anlatayım ki, ben bile ne düşündüğümü bilmezken ne anlatacaktım.
"Boş ver abi, ben bile neyi dert ettiğimi bilmiyorum." kaçıp gidişimi mi yoksa sıcak nefesinin aralık dudaklarımdan içeriye sızıp beni bir aptal gibi hissettirmesini mi?
"İnsan hiç neyi dert ettiğini bilmez mi? Belli ki seni uyutmayacak kadar önemli bir konu." uyutmadı, nasıl uyurdum ki zaten.
"Sadece," dedim, başımı biraz eğmiş göğsümde bağladığım sargılı koluma bakarken. "Dert ettiğimden değil de abi, kendimden beklenmeyen bir şeyi yapmışım gibi hissediyorum. Anlat diyorsun ama anlatacak bir şey bile değil."
Anlıyordu, anlamasa bile gözlerinden belli ediyordu.
"Konu bizimki mi?" dedi oturduğu sandalyede geriye yaslanırken.
Ne diyecektim, evet mi? Konu, sizin en ufak bir hareketiyle aklımı alıp dizlerimin bağını çözen arkadaşınız mı diyecektim? Dün dudakları dudaklarıma teğet geçtiğinde eğer kaçıp gitmeseydim devamının geleceğinden mi bahsedecektim? Hayır, kimse bilmemeliydi.
"Hayır abi, başka bir şey." kaşları havalandı.
"Dün bir tabak vermeye gidip geldiğinde yüzündeki ifadeyi sana anlatmamı ister misin peki?" dudaklarım ağzımın içerisine yuvarlandı. Konuyu kapatsak olmaz mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Ação"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...