Özlem, bazen öldürür.
"Abla, mendil ister misin?" önümde duran küçük çocuğa tebessüm ederek parayı uzattığımda aldım mendili. "Sen iyi misin abla?" dedi bu kez merakla.
"İyiyim, sen?" güldü. "İyi. Bunları satmaya çalışıyorum." elindeki mendil kutusuna baktığımda yeniden gözlerine çıktı kahvelerim. "Karnın aç mı?" dedim onu süzerken rahatsız etmemeye çalışarak. On iki yaşında duruyordu erkek çocuk. "Biraz." başımı salladığımda yanımdaki boşluğa vurdum elimi. Yanıma oturmuş, poşette dokunmadığım simiti ikiye bölerek bir parçasını ona uzattığımda ayranı da yanına bırakmıştı. "Oh, Allah razı olsun senden." büyük bir iştahla sıcak simitten ısırık alırken gülümsedim bu haline. Lakin biraz da buruktum. Denizin kokusunu derince içime çekerken suyumu yudumladım. Sahil kalabalıktı. Öğleden sonra insanlar bu güneşe aldanıp koşu yapıyordu, hatta bazıları denize mi girsek diye de atışırken vazgeçip gidiyorlardı. Bir banka oturmuş izliyordum denizi, aklım biraz bulanıktı lakin bundan sıyrılmaya bu sabah gücüm yetmişti. "Sen buralı mısın abla?" dedi simitini yerken.
Başımı salladığımda ayranını içiyordu bu kez. "Peki kimlerdensin? Gerçi tanımam ki." güldüm bu haline. "Bu sana yetecek mi?" dedim simiti işaret ederek. "Yeter abla, çok bile." yarım simitti, diğerine elim gitmezken ona uzattığımda mahcup bir halde almış cüzdanımdaki iki iki yüzlüğü ona uzattığımda, "Abla," demişti ki, "O zaman abla sözü dinle biraz." diyerek avucuna sıkıştırdım. "Seninle yemek yemek çok isterim, ama bulamazsam seni, geldiğimde üzülürüm ve bu çok kötü olur. O yüzden sen karnını doyur, eğer geldiğimde seni yine bulursam yemek sözüm olsun tamam mı?" başını öne eğdiğinde salladı aşağı yukarı. "Anlaştık o zaman delikanlı. Sen söyle bakayım var mı senin kardeşin?"
"Cık. Yok."
"Üzgünüm."
"He yok üzülme, kardeşim yok abim var iki tane." anlamamış bir halde kaşlarım çatıldığında, "Kardeş benden küçük olur, abim benden büyük." dedi açıklık getirerek. "Boş boş dolanırlar işte, aman bir işe yarayayım yok. Günaha girer çünkü yardım etse." diye de söyleniyordu. "Neyse," dedi ellerini çırparak kalktığında. "teşekkür ederim abla." dedi gülümseyerek. "Allah razı olsun senden." dudaklarımda büyüdü gülümsemem. "Sen iyi ol yeter, çok yorma kendini." el sallayarak uzaklaştığında gözlerim arkasından bakakalırken yeniden denize çevrilmişti. Güneşin hafifçe parlaklığı bulutların arasında vuruyordu lakin yağmur yağacak gibi de duruyordu. Omuzlarımı kaldırıp indirirken yavaşça kalktım yerimden, kenarda bekleyen arabaya ilerlediğimde gülümsedim. "İlla burada duracaksın değil mi?" arka kapıyı açtı. "İşim bu." dedi ardından kapatarak. Şoför koltuğuna oturduğunda dikkatle çıktı yola. "Ata'ya haber verdin mi abi?"
"Verdim Ahu Hanım."
"Abi, hanım ne?" kaç yıldır tanıyordum onu, hep hanım derdi, alışamazdım. "Resmiyetten." burukça bir tebessüm ettim bu kez. "Bırak resmiyeti şimdi abi, kim var Allah aşkına." Kadir abi, Zerrin teyzemlerin şoförüydü. Buraya geldiğimde havaalanından almıştı beni, biraz sahilde durmak istediğimde ise kırmamış, on beş dakika boyunca da gözünü üzerimden ayırmamıştı. Ata tembihlemişti, lakin ona haber vereceğim bir telefonum şu an yoktu. Cebimden düşürmüştüm ve ekranını açamıyordum. Kadir abi, Ata'ya haber veriyordu lakin aklım Cesur'daydı. Kızdığına o kadar emindim ki, düşünürken dahi aklımı kaçıracak gibi hissediyordum.
"Seni hangi rüzgar attı buraya o zaman?"
"Öylesine."
"Sizinkiler burada değilken?" başımı salladım bu kez. "İyisin değil mi?"
"İyiyim, kötü mü görünüyorum?"
"Yani," dediğinde kızacaktım ki güldü. "şaka yaptım, iyisin maşallah. Biraz durgunsun ama, eşinle mi kavga ettiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Acción"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...