BÖLÜM 46: "KORKUSUZ KAHRAMANLARIN HİKAYESİ"

12.7K 666 102
                                    

Çaresi yok, bu yaranın.

Korku, hissettiğim tek duyguydu. Gecenin karanlığı üzerimize devrildi, göğsümde beliren o kırmızı ışık soluklarımı kesti. Cesur eliyle başımı göğsüne çekerek beni kendisine hapsettiğinde hızla üzerime kapaklanarak ikimizin gürültülü bir şekilde yere düşmesini sağladı. Saniyeler içerisinde yankı yapan silah sesi sıkıca onu tutunduğumda esir aldı koca semayı. Az öncenin şuh kahkahaları, müziği, eğlence nidaları yerini endişe, korku ve şehrin günahlarına bıraktı.

Herkesten duyulan çığlıklar ile arttı silah sesleri, göğsüm onun göğsünde saklıydı, beni sıkıca tutuyordu. Hiçbir şey hissedemiyordum, her yer karanlığa gömülmüştü, her yerde kurşunlar vardı. Parçalanan şişeler, tabakların kırıkları ile üzerimize devriliyordu.

Yapabildiğim tek şey Cesur'un kazağına daha sıkı tutunmak ve bu kabustan uyanmayı beklemek oldu.

"Ahu iyi misin?" eliyle yanağımı kavradı, donuklaşan bakışlarım ile belli belirsiz başımı salladığımı hatırlıyordum.

"Ben, ben iyiyim." korkuyordum, ancak onun yanımda olduğunu bildiğim için kendimi sıkıyordum.

Baktı, kahvelerime uzunca baktığında üzerimden kalkarak başımın altındaki elini yavaşça çekti, dizlerinin üzerinde hafifçe eğilerek hızla belindeki silahı çıkarttığında emniyetini açarak bana değdirdi koyu bir lekeyle bezenmiş irislerini. Hareket edemiyordum.

"Sakın buradan çıkma, sakın." dizlerimi kendime çekerek toz toprak olan üzerim ile sandalyenin arkasına sakladım bedenimi, onu onaylamak istesem de artan kurşunlar yüzünden kendimi dahi dinleyemiyordum.

"Gölge! Saat iki!" Baybars'ın gür sesi yankılandı, kalbim tüm karmaşa ile gürültüyle çarptığında yere kapaklanan insanlar korku dolu bağırışlar ile masaların altına saklanmaya çalışıyordu. Cesur, Baybars'ın söylediği komutu aldığında ise elindeki silahı sıkıca tutarak nişan aldı, bedeni dahi geriye tepmeden art arda atışlar yapmaya başladı. Ellerimi kulaklarıma kapadım, geçecekti, bitecekti.

"Fırtına çatı!" bir masanın devrildiğini gördüm, arkasına Akif ve Asaf gizlendiğinde iki ayrı yandan ikisi de çatıyı hedef alarak göremediğim ancak orada olduğunu bildiğim şerefsizleri ateş altına aldılar.

Kurşunlar her yere düşüyordu, çakıl taşlarına değer değmez ortalık toz duman oluyordu. Korkuyordum, ancak yanımda onlar vardı, onlara bir şey olmasından da korkuyordum.

"Kılıç! Pusu sekiz! Merkeze anons geç!" elindeki şarjörü saniyelik bir hızla değiştirdi silahın emniyetini açarak yerinden kalktığında vurulacak olmasını dahi umursamadan nişan alarak pusuya düşürenleri indirmeye başladı. Çatıdaki ikisi, bahçenin ağaçlık alanına saklanmış üçü ve kapının diğer tarafındaki iki kişiyi tim tüm çeviklikleriyle vuruyordu. Ancak kurşun sesleri dinmiyor, insanların korku dolu çığlıkları kurşunlar arttıkça ona eşlik ediyordu.

Bir adımlık mesafe uzakta duran Baybars boynunu kütleterek Cesur gibi ayağa kalktı. Belinden bir silah daha çıkartarak ikisinin de emniyetini açtığında yüzüne ölümcül bir gülümseye yerleştirerek hızla arkasını döndü, ona doğru gelen eli silahlı üzeri peçeli şerefsizi kurşun yağmuruna tuttu, kanlar her yere sıçradı çakıl taşları kızıla boyandı. İki beden dizlerinin üzerine çökerek yere yığıldığında yedek silahı Demir'e atarak bir masayı tekme ile devirdi, kendisini korumaya aldığında kapı eşiğinde duran ve olduğum yeri nişan alan piçi tam alnının ortasında vurdu.

Göz bebeklerim şiddetle büyüdü, olduğum yerde yuvarlanarak devrilen masanın arkasına geçtiğimde Cesur masanın üzerindeki bir şişeyi alarak şiddetle köşeye vurduğunda elinde kalan büyük parçayı ölümcül bir güç ile sıkmaya başladı.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin