Giden dönmeyince geri, beni dünya ne bağlar.
İçimde sıkışıp kalmış, bir çaresi olmayan acının sızısı vardı. Fiziki değildi ancak ruhumda yara bırakacak kadar beni kendisine hapsetmişti. Dumanlı bulutların hissi olduğum yere çökmüş, gök yarılmak istercesine onca akan kanı temizlemek için akıtıyordu benim gibi yaşlarını. Damlaların çöktüğü bu kasvetli şehirde dudaklardan firar eden ağıtlar yitip giden Mehmetçikler içindi.
Evlerde bundan sonra olmayacak olan varlıkları ile ağıtlar yakılmış, yüreğime binen matem havasında kendimi o evlerden birinde gibi hissetmekten alıkoyamamıştım. Nefeslerimin boğazımda tıkanıp kaldığını anlıyordum şu dakikalarda, parmaklarımın dahi uyuşmuş hali ile çaresizlik ya da korkunun kanımda gezinişi ile kalktım oturduğum sandalyeden. Kafenin içerisinde dudaklardan yankı yapan birçok hüzün dolu ses ile kalbimin şiddetli çarpışı bir umut dolu bekleyişin şimdilerde başladığını fısıldıyordu bana. Dönmeyeceğinin elle tutulur bir yanı olamazdı, sesi siliniyordu şehirden diğerleri gibi. Kahvelerime yuva yapan hüznün melodisi ile bir Ata'ya birde dışarıda duran Aktan'a bakıyordum.
İki telefondan da iyi haberler gelmemişti, duymaktan kaçındıklarımı ben sarf ettim. İyi şeyler olmasını diliyordum.
"Ata bir şey söylesene ne oluyor?" parmaklarım destek almak istercesine kolunu kavradığında göz bebeklerine sinen kırıntıların asıl adı acıydı. Bunu biliyordum. Tarif etmek adına uçup giden cesaretim ile bir başıma kaldım.
Umutsuz ve bir o kadarda kendisini kötü şeylere hazırlayacakmış gibi yutkundu. O düğümün boğazına yuva yaptığını hisseder hissetmez parmaklarımın kuvveti bir nebze arttı. Elleri arasındaki telefonu usulca kapattığında seslice verdiği nefes üzerime yıkıldı.
"Hastaneden aradılar, gitmem gerek Ahu." benden kaçırdığı gözlerini yanında duran arkadaşına dikti. "Engin sen Ahu'yu eve bırakır mısın?" anlayamıyordum, söyledikleri karşısında kaşlarımın çatılmasına manide olamıyordum.
"Bende seninle geleceğim, eve gitmek istemiyorum." bu sefer alttan almam için usulca bakmıştı. Görmemden endişe ettiği şeyler var gibiydi.
"Olmaz Ahu, lütfen eve git." şiddetle karşı çıktım.
"Hayır diyorum beni duymuyor musun? Yaralı onlarca asker getirecekler anlamadım mı sanıyorsun? İçlerinde onlarda olabilir. Sabahtan beri Cesur'a ulaşamıyorum ve bir umut belki de yaralı değildir diye düşünüyorum. Eğer ki hastaneye geleceklerse içlerinde o da vardır. Bende seninle geleceğim Ata." istediğim tek şey hiçbirine bir şey olmamış olmasıydı. Ancak hâlâ haber de yaralı asker bilgisini vurgulayan kadın sunucu ile bu artık imkansız bir hâle gelmeye başlamıştı.
"Ahu hayır diyorum." lafını bölerek çantamı omuzuma astığımda çoktan kafenin ahşap kapısına doğru ilerlemeye başlamıştım.
"Ben onların iyi olduğunu göreceğim Ata." sabır dilercesine sert bir soluk vererek cüzdanından bir yüzlük banknot çıkartıp masaya bıraktı. Engin'e bunun telafisini yapacağına dair birkaç şey sarf ettiğinde ardımdan gelmiş ve çoktan kapıları açmıştı.
Kendimi atarcasına koltuğa bıraktığımda Ata bir yandan kemerini bağlarken diğer yandan arabayı çalıştırmak adına hızlı hareket ediyordu. Onu takip eden gözlerim hemen önümüzde arabasına binmiş ve uzaklaşmaya başlayan Aktan'a takıldığında umuyordum ki iyi haberler alırdık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Acción"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...