BÖLÜM 124: "KÜÇÜK DOKUNUŞ"

3.9K 214 253
                                    

Filizlenmiş çiçek.

Sert adım sesleri birer birer kargaşanın ininde yankılanıyordu gecenin sağanağında. Atılan her adım zeminden intikam alır gibi öfke ve korku dolu bir hüznü gizler misali. Karanlıktı, yağmur büyük cama şiddetle vururken gökyüzünü bölen lacivert şimşekler irkilerek geriye adım atmama neden olacak kadar kudretliydi ki bahçede koşuşturan askerler, koridorda gittikçe boğuk yankılanan adımlar, havada uçuşan emirler ile ellerimin buz kesmişliği sanki yağmur odaya yağıyormuş gibiydi.

Kaşlarım çatıldı, camın önünden geriye çekilerek karanlık odada seçebildiğim kadarıyla masada duran telefonumu almıştım ki kabanımı üzerime geçirerek çantamı kavradığımda çıktım odadan. Herkes bir telaşla hareket ediyordu, ne olduğunu seçemeyecek kadar üstelik. Gözlerim Cesur'u ararken nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Onca askerin arasında hiçbirisi tanıdık gelmezken merdivenleri en köşeden inerek zemin kata ulaştığımda kendimi dışarıya atmıştım ki yüzüme vuran serin hava ile o kalabalıkta Cesur'u bir kez daha görmeye çalışırken askeri araçların hareketliliği, içeriye girip çıkan üniformaları askerlerin ciddiyeti ile bir köşeye geçtiğimde yağmur hızla bedenime vuruyordu.

Gözlerimi kısarak elimle görüş açısı bulmaya çalıştığımda gördüm onu, arkadan geliyordu hızlı ve sert adımları ile iri kıyım bedenini net seçebiliyorken cipi açarak bahçeyi kısa bir süreliğine aydınlattığında adımlarım hızlanmış bir halde kimseye çarpmamaya çalışarak neredeyse koşar bir halde ona yetişmeye çalıştım.

"Cesur!" bir askere çarpmak üzereyken hızla yana çekildiğimde koşarak diğer askeri araca gidiyordu. Cesur cipin kapısını açmıştı ki bir kez daha adını seslendiğimde eli kapı kulpunda kaldı. "Cesur!"

"Islanmışsın." dedi dalgın bir sesle ıslak saçlarıma bakarak. Yüzüme yapışan tutamları geriye çektiğimde, "Kardelen çiçeği odamda bekle geleceğim."

"Nereye gidiyorsun, herkes... bir şey mi oldu?" o kargaşaya bakarak yeniden Cesur'a döndüğümde gözlerinin kızarıklığı canımı acıtmıştı. Kaşlarım çatıldı, ufak bir adım ona yaklaştığımda yüzünü incelerken kuzgunilerinin ve göz altlarının hafifçe kızarıklığı boğazımı acıtmıştı. "Cesur,"

"Gitmem gerekli, odamda bekle lütfen." dedi sakince.

"Kötü bir şey mi?"

"Asaf," nefesimi tuttum, yağmur savururcasına bedenime çarptığında, "Geliyorlar, yaralıymış hastaneye geçmem gerekli." dedi. Şaşkınlık, heyecan, korku, hüzün... hepsi aynı anda hücum etti bedenime.

"Bende geleceğim." dudaklarını aralamıştı ki arabanın arkasından dolanarak hızlı adımlarla yerime oturduğumda kemerimi bağlamış, "Hadi!" uzanarak onun kapısını açmıştım ki kapıyı çekerek arabayı çalıştırdı. Çeviklikle direksiyonu avucunun içerisinde döndürdüğünde silecekler cama düşen yağmur damlalarını yok edemeden yenileri konuyordu. "Ne zaman inecekler? Ne zaman burada olurlar? Ata'yı arayayım hazırlasınlar bir şey yapsınlar, siz aradınız mı?" kabanımın cebine attığım telefonumdan ismini arıyordum ki, "Haber verildi, on beş dakikaya gelirler." dedi. Sessiz kalarak başımı salladığımda keskin tonu, gerilmiş bedeni ile ne diyeceğimi ya da onu bu halinden nasıl çekip alacağımı bilemiyordum. İyi veya kötü bir şekilde Asaf'ın ne durumda olduğundan haberim yokken bu defa susup sessiz kaldım. Kuzguni gözleri farların aydınlattığı taşlı karargah yolundaydı. Direksiyonu tek eliyle tutuyordu, ibre her geçen saniye daha da hız kazanıyordu. Ağırca yutkunarak elimi koltuğun altına sardığımda asfalt yola çıkmamızla daha da hızlandı. Gözlerimi kısarak başımı yan cama çevirdim, göğsüm hızla yükselip alçalıyordu sol elimi yavaşça dizine koyarak sakinleşmesi adına hafifçe sıktığımda bana değmedi dahi bakışları. Midem çalkalanıyordu bu hızda, yüzüm buruşur olmuştu ki tırnaklarımı koltuğa geçirerek daha sıkı sardım.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin