BÖLÜM 60: "SEVDA YANGINI"

15.5K 716 550
                                    

Geceler bir kördüğüm.

Boğazım düğüm düğümdü, hissizlik her köşemi kaplamıştı. Sanki vurulmuş ve o son kan damlasını akıtırken çekilen hislerin eşiğinde kalmışım gibiydi. Nefeslerim dahi canımdan can alıyordu, bir ah etsem, ya da dudaklarımı aralasam gecelerin şafağı sökmez, yüreğimdeki mühür çözülmezdi. Kendimi kandırıyordum, onu kandırıyordum. Yolum kayıptı, ben kayıptım.

Sanki, sanki göğsümdeki derin bir boşluk vardı ve dolmuyordu. Diyordu ya, şarkının o hisli sözlerinde de, yüreğim kilitli, adın nefesimdi. Yangın yeri içim, dinmez alevlerim. 

"Ahu kızım?" sıkkındı canım, çok sıkkındı. "Ahu." nasıl geçecekti bu acı, nasıl unuturdum ki? "Ahu, bizi duyuyor musun?" koluma dokunulması ile irkildim, nefesimi toparlayamazken silkelendiğimde masadakilerin bakışları değdi üzerime. Hepsi bana bakıyordu.

"Efendim?" içli bir haldeydi sesim.

"Sana sesleniyorduk, duymadın sanırım." epey dalgındım.

"Affedersiniz, ben dalmışım." Zerrin teyzenin içten tebessümü ile aynı karşılığı vermeye çalıştım, sadece çalıştım.

"Neden yemiyorsun yemeğini?" elimdeki çatalım ile sadece tabağımdaki kahvaltılıklar ile oynuyordum, ağzıma tek lokma süresim yoktu.

"Aç değilim, iştahım yok." yanımda oturan Ata'nın ima dolu bakışlarını hissedebiliyordum. İçim doluydu, çok doluydum.

"Olmaz öyle, ye hadi bir şeyler." başımı sallamakla yetindim, sadece yetindim ama, hiçbir şey yapasım yoktu. Elim öylece çatalın üzerinde gezindi, çoğu kahvaltısını bitirmişti. Ben ise dokunmamıştım, yemekte gelmiyordu içimden.

"Neden yemiyorsun?" sessizdi söylemi, sanki bir sır verecekmiş gibi.

"Dedim ya, iştahım yok." omuz silktim.

"Canın bir şeye mi sıkkın senin?" dedi, Zerrin teyze sanki halimi anlamış gibi. Elimdeki çatalı delicesine bir yavaşlıkla tabağımın kenarına bıraktığımda ellerimi kucağımda birleştirerek garip bir mahcubiyet ile baktım.

"Yok, uykumu alamadım herhalde." bir gram uyku girmemişti gözüme, ardımı, sağımı solumu dönüp durmuştum. Salonda bir koltukta ben, diğer koltukta Ata yatmıştı, o kadar çok oflayıp sesli soluklar alıp vermiştim ki Ata dayanamayıp kalkmış ve neredeyse beni azarlamıştı. Neymiş efendim uyumayacaksam başka odaya gidecekmişim. Oldu. Ayrıca arkasını dönüp fosur fosur uyuduktan sonra hiçte oralı olmamıştı, olmamıştım. Her saat başı kalkmıştım, ve uyuyamayacağımı anladığımda ise başımı yastığa gömüp öylece günün aymasını beklemiştim. Artık uykularımda kaçıyordu, artık kaçış yolum onlar dahi olmuyordu.

"Dedim sana Melek'in odasını hazırlayayım diye istemedin." Nazlı'nın hafif sitemkar sesi ile ona çevrildi harelerim, Melek'e kahvaltısını yaptırıyordu.

"Önemi yok, iyiyim ben." geçiştirircesine çıkmıştı söylemim. Önüme döndüğümde ise nedenlerim boğazımı düğümledi. Önemi vardı, önemi birisiydi ve ben çıkış yolunu bulamadıkça kaybolup duruyordum. Bir labirentin tam ortasına konulmuştum, duvarlar boyumdan büyük, gökyüzü kapkaranlık, elimde ne bir ışık, ne de pusula vardı. Öylece yollarda dolanıyordum, daha da kayboluyordum. Bir ağlama isteği ile doluyordum. Ağlamak istiyordum ama ağlamıyordum, akacak yaş kalmamıştı.

"Kahvaltıdan sonra eve gideceğim, seni de bırakmamı ister misin?" ses hemen yan tarafımdan, Ata'dan gelmişti.

"Olur." demekle yetindim, çok üzerime düşmüyordu. Düşmesinde zaten.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin