Hiç düşmedim mi aklına?
Tepe taklak olmuş gibiydim. Düşmüştüm, sanki diz kapaklarım en derin yarayı sahiplenmiş gibiydi. Acıyordu, ama sildim akan kanı, ellerimi yere, taşların avuçlarıma batmasına aldanmadan yasladığımda kalktım yerimden. Bu düşüşler hep başıma gelirdi, mühim değildi elbet geçerdi.
Yanıyordu içim, ne kadar su içsem, ne kadar derin nefesler çeksem o kadar harlanıyordu o yangınım. Dermanı da yoktu, şifası da. Alışmak kolay değildi, zamana ihtiyaç duyuyordu insan. Zihnindekileri sindirmek için zamana ihtiyaç duyuyordu. Zehir olacak gibi hissettiriyordu. Kana karışacak bir zehir vardı, düşlerin fazlası da zarardı. Dinmedi yangınım. Gözlerimin önünde güneşin batışı varken derin soluklar doldurdum ciğerlerime. Kollarımı dizlerimin etrafına sarmış öylece balkondaki sandalyemde oturuyordum. Geceden büyüktü derdim, boyumu aştığında kendimi buraya ait kılmıştım. Ay vazgeçmiş gibiydi yıldızlardan, aklıma üşüşen Baybars'ın sözleri ile harelerimi gökyüzüne dikmiştim. Çıkış yolu bulmak için bak demişti, baktığımda bir çift kuzguni görmem benim suçum değildi. Beni yakan adam yüzündendi. Yaşlarımı kurutan adam yüzündendi.
"Boğulacaksın." dudaklarım kıpırdandı.
"Kurtarırsın." kurtarırdı. Başımı yavaşça ona çevirdiğimde gördüm, kolunu duvara yaslamış bana bakıyordu. "Üşümüyor musun sen?" omuz silkmekle yetindim.
"Üşümem ben." artık üşümezdim.
"Hazırsan gidelim mi?" başımı salladım, bacaklarımı sarkıttığımda güçlükle yerimden kalktım.
"Gidelim, gidelim." yerinde hareketlendiğinde balkondan içeriye girerek kapıyı kilitledim, ardından tül perdeyi çektiğimde adımlarımı koridora yönlendirdim. Sabah konuşmuştuk, merkeze gidecektik oradan da Nazlılara geçecektik. Eve geçmişlerdi bu sabah, doktoru Melek'i birkaç gün gözetim altında tuttuktan sonra testlerinde bir sorun olmadığına kanaat etmiş ve taburca etmişti. Biz ise merkezden Melek için birkaç şey alıp evlerine geçecektik.
Askılıktaki ceketimi üzerime geçirerek evin anahtarını aldığımda kapıyı çekerek çıktım evden. Çoktan merdivenlere çıkmıştı, beni gördüğünde önden indi basamakları, ardından takip ettim onu. Birlikte apartmandan çıktığımızda arabanın kapılarını açar açmaz kendimi içeriye attım. Ata yanımda yerini aldığında kısa süre sonra yola koyulmuştuk.
"Konuştun mu Nazlı ile?" direksiyonu sağa kırdığında merkez yoluna girdik.
"Konuştum, annemler yanında zaten. Bir saate geliriz dedim, sakın bir şeyler almayın diye azar çekti." dudaklarım kıvrıldı, o hep itiraz ederdi böyle şeylere.
"Emin olsun, almayacağız." histerikle bir gülüş savurduğunda göz bebeklerim geçip giden ağaçlık yolu seyr alıyordu.
"Melek mutlu olsun da gerisinin bir önemi yok. Hem seni gördüğünde daha mutlu oluyor çocuk." kısa bir an bana baktığında yola çevirdi gözlerini. "Kalacak mısın orada? Melek hastanedeyken epey ısrar etmişti." omuzlarımı düşürmedim, sanki hastanede hiçbir şey olmamış gibi silkelendim.
"Bilmiyorum ev kalabalık, yer yok ki." geri dönerdik muhtemelen.
"Annem ve babam bir misafir odasında kalıyorlar. Melek, Nazlı ile aynı yerde yatıyor zaten. Ee sende Melek'in odasında kalırsın, bende salonda yatarım." kendince yatacak yer planı da yapmıştı.
"Sen çok istiyorsun herhalde?" dedim alaylı bir söylem ile.
"Yalan yok istiyorum, annemlerde orada, bizde gittik mi tamamlanırız işte. Ne güzel olur, eskisi gibi hep birlikte oluruz." çok hoş hissettiriyordu söyledikleri. Eskisi gibi, hep birlikte olurduk. Gülümsemem içtendi, uzun zaman sonra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Ação"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...