Kim dindirecek bu alevleri?
Ellerimden kayıp gidiyordu her şeyim, bir ben tutamıyordum. Hiçliğin kıyısında değil, artık tam ortasındaydım. Ne benden kopup gidenleri, ne de yalvarır gözle baktığım sevdiklerimin zihnimde artık hatırlamayacağım kadar silinen düşlerini tutamıyordum, mani olamıyordum bu zulüm hislerinin tenimden kayıp yerini ev gibi sahiplenmesine. Melodinin hüznünde yankılanan mahvoluşun sızısı çalıyordu hayallerimde gezinen bedenleri, vazgeçişlerimi.
Tutsam sıkı sıkı, bir tek ben yalvarırdım yine, bir tek ben ağlardım nefessiz kalana kadar acı acı çığlıkların duyulduğu şehrin engebelere gebe kaldığı sokaklarında soluk soluğa. Kayboluyordum, sarmaşıklarla bezenmiş çıkmaz sokaklarda bir başıma kalıyordum. Dört yana koşsam, soluklarım hızlı, saçlarım yüzüme dağılmış bir halde, yine bir kişi çıkmazdı karşıma. Yine kimse tutmazdı ellerimden.
Sahi, şimdi ben o çok istediğim düşlerde mi kayboluyordum, yoksa bu anın getirisi beni kavuran özlemim miydi? Cevaplar belirsiz, lakin karşımda arkası dönük olan bedenin bende bıraktığı her şey acı içerisindeydi. Tıpkı birer birer yıkılan her umut adına koparılan kardelen çiçekleri gibi. Gözlerimdeki doluluk buram buram, burnumun ucunu sızlatan hasretten kavrulmuşluğum yüzündendi. Bir buğu düştü göz bebeklerime. Titredi dudaklarım, ne zaman pes edecek olsam ilk önce onlar bana hissettirirdi kendisini. Belki bir ses için, belki de harap olmuşluğun göstergesineydi.
Canım yanıyordu, ancak fiziksek bir yara yoktu bedenimde. Olsa, belki de nasıl müdahale etmem gerektiğini bilirdim, bunu yapamıyordum. Bedenimdeki oluk oluk akan kan ruhuma aitken ben onlara merhem olamıyordum. Kim saracaktı yaralarımı? Yine kalmıştım bir başıma, alışıktım ne de olsa.
Olduğum yerde ilerleyemedim, gitmedi adımlarım. Put kesildim, batan irili ufaklı taşların sızıları geçecek gibi değilken benden uzaktaki o küçük beden ile serildi çocukluğum gözler önüne. Bilinmez, ama ihtimali bile olmayan güzel bir ânın hatırasıydı belli ki.
Sürükledim bedenimi o toprak yolda, harabeyi andırıyordu ruhum, anımsadığı anıların çığlıklarına karışıyordu kahkahaları. Annesinin gülümseyişi, onu sarışı, saçlarına kondurduğu küçük öpücükleri. Babasının omuzlarında kollarını havaya kaldırıp neşeyle attığı naraları, abisinin karaladığı ödevleri ile koşarak kaçışları seslerin dört duvar arasında yankılanışı, ve bir hayal kırıklığı. Yeniden yankılandı anımsadı mazide kalan gönlüne konmuş nice hüzün hisleri. Ne yapsa unutamazdı küçük Ahu, bir ah etse belki yedi cihan ona ağlardı, ancak dinmiyordu gözlerinden akan yaşları. Çocuktu işte, yapayalnız kalmışlığı nereden bilecekti? Ellerinde oyuncak olması gerekirken kendi kanını silmeye çalışını hangi çığlığı geçirecekti? Gözlerindeki yanışa kim şifa olup da iyileştirecekti onu? Cevapları belli, ümit edişi harap oluşlara tutsaktı. Baktı, izledi önündeki ucu bucağı olmayan uçurumu, orada gömülüydü küçük Ahu'nun hayatı. Bir uçurum, nasıl olurda bunca kahrolmuş hissi sahipleniş sarardı, bir tek o cevap veremedi, sessiz kaldı, izledi yitip giden anılarında kaybolmuş gece yarısı kabuslarını.
Oturuyordu uçurumun eşiğinde bir bankta üzerine bıraktığı bedeni ile benden gidişinin kaçıncı günüydü bugün? Sessiz kaldım, saydığımda hepsi çoğalıyordu rakamlar artık can yakıyordu. İlerledim, irislerimdeki ağırlık ile attığım her adımda dalgalar çağladı denizde. Bir damla yaş akıtsam beni de içine alacaktı, özlemden kavrulurken şimdi yok olamazdım. Hissetti beni, hareket etmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLRUBÂ
Acción"Yanlış yerdesin öğretmen hanım." hayal kırıklığı ruhumu parçalıyordu, lakin dinmiyordu belki de son kez akıtıyordu gözyaşını Ahu. "Yolun ben değilim, olmak istediğin yer yanım değil. Orası zaten birisine aitken, çıkmaz sokaklarda kayboluyorsun." ...