BÖLÜM 45: "KOYU KIRMIZI LEKE"

18.1K 721 424
                                    

Derin bi' nefes alır gibi batıyoruz yükümüz ağır.

Utanç ve pişmanlık.

Damarlarımda fütursuzca gezen, beni her geçen saniye ağlamaya iten iki duygu. Utanıyordum çünkü olmaması gereken yerde, olmaması gereken kişiye uygunsuz bir halde yakalanmıştım. Utanıyordum çünkü Cesur'a ördüğüm duvarların bir yakınlık ile tepe taklak olması beni güçsüz düşürüyordu. Silahsız çıktığım bu savaşta ona karşı kaybediyordum, ve alışkın değildim. Düşüyordum, her seferinde ona alıştığım için. Ayağa kalkamıyordum, onca dökülen gözyaşına rağmen hâlâ onu yanımda istiyordum. Alışıyordum, tatmadığım duygular artık kalbimi kırmaktan çekinen adamdan geldikçe ona alışıyordum.

Pişmandım, ona kendimi teslim ettiğim için pişmandım. Beni öpmesine izin verip güçsüz bir kadın gibi gözüktüğüm için pişmandım. Karşı koymaya acizmişim gibi her defasında gururumu hiçe sayarak yine ona teslim olduğum için pişman ve üzgündüm. Tesellisini kendime veremeyeceğim kadar beter bir durumdu, ondan kaçmak istedikçe her seferinde etrafımda olması durumları daha da zorlaştırıyordu.

Buradan gitmek istiyordum, ondan kaçmaya çalıştıkça beni bulmasından nefret ediyordum. Güçsüz hissediyordum, yerden kalkamayacakmış kadar güçsüz hissediyordum. Sadece ondan ve hayatından uzak durmak istiyordum.

Düzensizleşen soluklarımı toparlamaya çalışıyordum, onu üzerimden attığım andan beri bir kez olsun ne yüzüne ne de bedenine bakmıştım. Kuzgunilerinin benden bir kez olsun ayrılmadığını biliyordum ancak bu baskıyı yok saymaya çalışarak sadece dışarıya bakıyordum.

Baybars bizi o halde gördükten sonra ortadan kaybolmuştu. Cesur durumu ve benim geçirdiğim şoku toparlamak adına geri çekilmiş, dağılmış üstümü düzeltmeme müsaade ederek odadan çıkmıştı. Dakikalarca yatağın üzerinde öylece oturmuştum, hiçbir şey düşünmeden öylece yere dikmiştim göz bebeklerimi. On dakikaya yakın hareket dahi etmeden öylece durmuş, ne üşümemi ne de o utanç verici anı düşünmüştüm. Hissiz gibiydim o andan beri. Getirilen ve yeni alındığı belli olan siyah bir eşofman altını giymiş odadan kendimi kimse ile göz teması kurmadan atmıştım. O harici kimse yoktu zaten. Baybars ortadan kaybolmuştu, ve ben ne onu ne de bir başkasını uzun süre görmek istemiyordum.

Şimdi ise eve gidiyorduk, askeriyenin orman yolunu sanki ezbere biliyormuşum gibi ondan kaçarcasına tamamlamıştım. Ancak adımları her daim peşimde olmuş neredeyse aynı anda arabaya binmiştik. Bir kez olsun yüzüne bakmazken onun hâlâ bana baktığını hissedebiliyordum. Yapabildiğim tek şey nemli saçlarım ile yüzümün bir kısmını kapatmak ve başımı cama doğru çevirerek ondan en uzak köşeye sinmek olmuştu.

Ellerim kucağımda parmaklarım birbirini kenetlemiş bir vaziyette artık bu yolculuğun bitmesini istiyordum. Karnımdaki sancı dinmiş, geriye sadece bir boşluk hissi bırakmıştı. Uzun zaman sonra tenim yeniden ısınmış gibi ellerimin o buz kesmiş hali yerini ateşlere bırakmıştı. Bana ne olduğunu bilmiyordum, sadece hissettiğim şeyin bir utanç ve pişmanlık olarak kalmasını istiyordum.

Düşüncelerimin puslu sarmaşığı canımı yakarcasına yakalarıma yapıştığında evimin sokağına girmiştik. Bu yerimde milimlik hız ile kıpırdanmama neden olduğunda tekerlekler dönmeye bir son vermiş ve araba kaldırımın kenarında durmuştu. Yol boyu, hatta bir saat önce olduğu gibi yaparak ona dönmeden kucağımdaki eşyalarımı sıkıca kavradığımda koltuğa yaslanarak dudakları arasından bir soluk verdiğini duydum sessizliğin bir yıldırım gibi düştüğü arabada. Bir şey söylemek adına bana dönerek mahvolmamı sağlayan dudaklarını bir kez daha araladığında adımı seslenişini duymamak adına kendimi arabadan atarak kapıyı sertçe çarptım.

DİLRUBÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin