Başımı kaldırdığımda ilk göz göze geldiğim kişi bana endişe ile bakan Tülin oldu, çok geçmeden de Tülin'in ardındaki Deniz'i fark ettim. Deniz'in etrafı çoktan kızlarla sarılmış ve kendisine yöneltilen soruları cevaplamaya başlamıştı. Deniz'le göz göze gelmemek için göz hizamı çok yukarıya kaldırmadan Tülin'in endişesinin sebebini anlamaya çalışıyordum. Sorularını peş peşe sorarak masaya oturan Tülin'i sakinleştirme vaktimdi: "Buradayım Tülin, ne oldu? Birine bir şey mi oldu?" diye isteksizce takındığım evhamlı ses tonumla ona sorumu yönelttim. "Bırak şimdi başkalarını. Sana ne oldu?" Her ne kadar Tülin benimle konuşmaya çalışsa da benim aklım Deniz'deydi: Ona neden kızdığımı henüz bilmiyordum, haberimi daha başlamadan mahvettiği için mi yoksa bir 'görüşürüz' demeden beni öylece bırakıp gittiği için mi, o an için emin değildim. Ancak Tülin'in ısrarlı tavrı dağılan ilgimi yeniden toparladı: "Bir şey olmadı Tülin, sadece canım istemediği için derse girmedim." Ateşimi kontrol edercesine vücuduma dokunan Tülin, "Neyin var kuzum, hasta mısın? Ateşin de yok ama" diyerek, ağzımdan bir laf almak için resmen çabalıyordu, kaldı ki, endişesi de son derece gerçekti. "Gerçekten iyim Tülin, sadece canım istemedi." Tülin'in patlayacak kadar açılan gözleri ikna olmuyordu: "Ama sen hiç ders kaçırmazsınki?" Biz bu muhabbetti sürdürürken, masaya izinsiz bir şekilde oturan Deniz'den de benzer bir soru geldi: "Derse girmemişsin?" Ben cevap vermeden Tülin atladı: "İlk kez şahit oluyorum. Hale'nin doğum günü bile sırf Asena derse giremeyecek diye iki gün geç kutlanmıştı. Ateşi de yok ama..." Tülin, cümlesi biterken hala vücuduma dokunuyor, ateşim olup olmadığından emin olmak istiyordu. Deniz'e hafifçe sırtımı dönerek çantamı toparlamaya başladım, çünkü bu sorgulamadan yeterince sıkılmıştım! Bir yandan da Tülin'le konuşuyordum: "Eee Tülinciğim ne yapmış Deniz Bey kararını vermiş mi?" Evet, neye kızdığımı tam olarak bulmuştum; "Tülin'le sana haber veririm" demek de neyin nesiydi?
Tülin ne olduğundan habersiz bana "Ne kararı?" diye sorarken, Deniz bir yandan Tülin'e olayı anlatmaya çalışıyor, bir yandan da bana söylemesi için, "Evet sınıfa bunun için geldim, ama derse girmediğini öğrenince bir bakmak istedim" diyerek, benim için güya endişelendiğinden bahsediyordu. 'Masada bırakıp gittiğin kimse için endişelenemezsiniz Deniz Bey, bu yazısız bir kuraldır; hatta 80'lerin nezaketinde suçtur yahu!' diye kafamdan geçirirken, Tülin'in sesiyle bölündüm: "Neyiniz ver sizin, tartıştınız mı?" Ancak ikimiz de Tülin'i duymuyor, tüm muhabbeti Tülin üzerinden sürdürmemize rağmen sadece birbirimizin konuşmalarına yanıt veriyorduk. Bana, 'Alparslan ile aynı habere röportajımı koyacağını söylemeliydin' diyerek çıkışan Deniz'in altında kalmayıp, ben de 'Ortada henüz ne röportaj ne de haber var!' diye söylenip duruyordum ki, Tülin kendi sesini duyurmanın bir yolunu bulana dek: "Hangi Alparslan bu? Sana aşık olan siyasaldaki çocuk mu?"
Tülin ve bombaları... Hep bunu yapardı, muhabbetin tam ortasına pimi çekilmiş bir bombayı bırakmaya bayılırdı! Tülin'in sorusuyla çoktan toplamış olduğum çantamı kucağıma alarak yeniden oturdum ve doğrudan Tülin'e konuştum: "Saçmalama Tülin yok öyle bir şey." Ancak Tülin'in durmaya hiç ama hiç niyeti yoktu: "Nasıl yok kuzum? Bu çocuk seni gördü mü saçını başını düzeltmeye başlamıyor mu? Peki, yoksa neden senin doğum gününde en sevdiğin plağı bulabilmek için kilometrelerce yol gitmiş? Düşünebiliyor musun Deniz, burada olmayan bir plak için İstanbul'a kadar gidip, plağı alıp dönmüş." Deniz'in ne homurdandığını anlamaya çalışmayı bırakarak Tülin'e cevap vermeyi seçtim: "Abartıyorsun Tülin! Bir konferansa gittiğinde denk gelerek aldığı bir plak. Hem ne var bunda? Alparslan benim çocukluk arkadaşım." Tülin ikna olmamışçasına devam ediyordu: "Düpedüz aşık işte kuzum. Ne çocukluk arkadaşı? Yazdan yaza görüştüğünüz aile dostunuzun oğlu. Üstelik her yaz bile değil!" Tülin resmen ateşi harlıyor, kimsenin bu konudan çıkmasına izin vermiyordu. O an içimden 'Bu kızdan gerçek bir magazin muhabiri olur' diye geçirirken, konuya bir son vermek için son cümlemi de kurdum: "Ne kadar ayıp, sana yok öyle bir şey diyorum. Ve ben bu saçmalıkları daha fazla dinlemeyeceğim." Kızaran yüzümü de alarak, kantinden uzaklaştığımda peşimden gelen Tülin hala konuşuyordu: "Asena, Asena! Bekle beni de!"
Bana yetişmesiyle birlikte kolumdan tutan Tülin, beni tam ters yöne çevirerek konuşmaya başladı: "Nereye gidiyorsun sen? Daha bir dersimiz daha var. Hem ne dedim ayıp olacak? Aşık olmak kötü bir şey mi, ayrıca Alparslan gayet de hoş bir çocuk." Tülin'in beni ikna etme çabaları devam ederken, haklı olduğunu fark ettim. Alparslan oldukça karizmatik, hatta saçları kısa olmasına rağmen, bu kadar karizmatik görünen tek tanıdığımdı. Siyah gözleri en parlak fiziksel özelliklerinden biri olsa da yoğun bakışları insanı ilginç bir şekilde rahatsız etmiyordu. Sesi tıpkı Deniz gibi gür ve toktu. İyi bir ailede yetişmiş ve ilerisi için siyasal hedefleri olan biriydi, öyle ki, sık sık gelecekte milletvekili olmak istediğini söyler, bu idealler doğrultusunda da kendisini yetiştirdiğini anlatırdı. Ama konumuz Alparslan değildi, konumuz işgüzarlığıyla haberimi mahvetmek üzere olan ve beni Deniz'in yanında utandıran Tülin'di!
O zamanlar Tülin'e çok kızıyordum, ileride bunun için pişman olacak olsam da, o an gerçekten kızdığımı hissetmesini istiyordum. Ancak uzun süren ikna konuşmasının ardından fikrim değişmişti. Bu yüzden sorunun onunla ilgili olmadığını, bugün moralimin biraz bozuk olduğunu anlatarak, sınıfa doğru beni sürüklemesine izin verdim. Hayatımın en uzun günlerinden birisi, hocamızın dersi noktalamasıyla son bulmak üzereydi. Çantamı toplamak için arkamı döndüğümde bir elin bana doğru uzattığı kartpostalı gördüm. Bana "Sakın geç kalma!" diyerek sırıtan kişi, elbette Tülin'di. Tülin'in gitmesiyle birlikte önünde karlı bir Kızılay meydanı olan kartpostalın ardını çevirdim: "Hala röportajı yapmak istiyorsan benimle 1 saat sonra burada buluş" yazıyordu. Kartpostalı çantama koyarken, bir yandan da gülümsüyordum. O gün geç kalmadım, ondan sonraki günlerde de... Bir gün hariç her gün, Deniz'e tam vaktinde gitmeyi başardım, ama o bir gün tüm hayatımızı değiştirecekti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
Historical Fiction80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...