Deniz'in bana göndermiş olduğu kartpostalın üzerindeki meydana doğru gitmek için harekete geçmişken, kapıda babamın arabasına benzeyen bir araba fark ettim. Kampüsün biraz dışında duran bu beyaz Anadol, kesinlikle babamın Anadol'uydu! Aslında o zamanlar araba sahibi olmak, 60'lara nazaran pek lüks sayılmazdı. Ancak babam, Anadol'una resmen aşıktı, hem de sadece altı yıldır bizimle olmasına rağmen. 1971 yılının ilk ayında kapımızın önüne gelmiş olan bu beyaz kurtarıcı, Anadol A2 piyasaya sürüldükten bir yıl sonra bizi çekmeye başlamıştı. Ben bunları düşünerek, babama doğru yaklaşırken, babamın yanındaki genç adamın Alparslan olduğunu fark ettim, sahi başka kim olabilirdi ki?
Beni fark etmeleriyle sessizleşen beylerin bir arada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yanlarına yaklaştığında duyabildiğim tek şey ise, "Haber veririm Haluk Amca" olmuştu. Neyi haber verecekti ya da babamın ben onu çağırmadan üniversitemde ne işi vardı? Yüzüme şımarık bir çocuk gülümsemesi takınarak babama sarıldım. O zamanlar etrafımdaki aile ilişkileri, benimle babam kadar samimi değildi, ancak benim ailemin tek çocukları olarak, bu şımarık tavırları sergilememe her zaman izin vardı! Babama sarılıp, yanağına bir öpücük kondurduktan sonra hemen konuya girdim: "Sizi buralara sürükleyen neydi acaba Haluk Bey?" Sorum biter bitmez babam da gülümsüyordu, şımarık tavırlarımı oldum olası severdi zaten. "Sadece seni almak için geldim, annen harika bir börek yapmış" diyerek, beni geçiştirdi. Ama benim börek yemek gibi bir derdim yoktu, o yüzden suratımı asıp, boynumu hafif sağa doğru bükerek devam ettim: "Akşam yesek olmaz mı babacığım?" Babam sorudan rahatsız olduğunu göstermek için kaşlarını çoktan kaldırmıştı: "O nedenmiş küçük hanım?" diyerek, eve gelmek istemeyişime bir anlam arıyordu. O an hiç risk almamaya karar verdim, sonuçta Alparslan'ın babama ne anlattığını bilmiyordum: "Şu dönem sonu ödevimi hatırlıyorsun değil mi?" Babamın başıyla beni onaylamasının ardından açıklamamı sürdürdüm: "Onun için sol öğrenci hareketlerinin biriyle röportaj ayarladım ve bunu muhakkak bugün yapmam lazım." Babam siyasi konularda katı olduğu için duyduğundan pek hoşlanmayarak sordu: "Bu şart mı?" Ben kolay pes edecek gibi olmadığımı göstermek zorundaydım, bu yüzden kararlılıkla devam ettim: "Elbette şart babacığım. Hem sen demez misin, taraflı habercilik yapma diye?" Onu kendi silahınla vurduğumda pes etmiş görünüyordu. Kafasıyla beni onaylayıp, röportaj için izni verdi. Ancak işim bittikten sonra beni Alparslan'ın almasını istiyordu. Bu çocuk neden böyle hayatımızın ortasına birden oturuvermişti?
Alparslan'ın işgüzarlığı az daha zor bela kabul ettirdiğim röportajımı elimden alacaktı ki, devreye babamın şımarıklıklarıma hayır diyememesi girmeseydi. Babamla makul bir anlaşma yaparak, beni Alparslan'ın 19.00'da Kızılay'dan alabileceğini söyledim. Babam ve Alparslan'ı ektikten sonra, 15.30'daki röportaj için çoktan hazırdım ve Kızılay Meydanı'na ulaştığımda saat tam 15.15'i gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
أدب تاريخي80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...