Aramızdaki kısa bir sessizliğin ardından yanımdan kalkarak bankın az ilerisinde bulunan seyyar bir çay tezgahına doğru ilerleyen Deniz, elinde iki karton bardak çayla döndü. Çayı bana uzatarak, yanıma oturan bu genç adam, çaya olan düşkünlüğümü çok kısa süre içerisinde çözmüştü. Artık Deniz'le konuşmadan tanışıyor, anlatmadan anlaşıyor, söylemeden hissediyorduk, birçok şeyi...Çayımdan bir yudum aldıktan sonra çantamdaki ses kayıt cihazını çıkarıp aramıza bırakarak, Deniz'e doğru döndüm. "Hemen başlıyor muyuz ve bu ses kayıt cihazı hep aramızda mı olacak?" diyerek, röportaj beklentimin aksine ilk soruyu ben değil, o sormuştu bile. Hafifçe gülümseyerek, neden sürekli ses kayıt cihazı ile gezdiğimi ona anlattım: "Açıkçası evet. Benim tercihim hemen başlamak ve sürekli olarak ses kaydı almak olur. Elbette her bir şeyi yazmayacağım, ama ses kayıt cihazı hafızamın diri kalması için önemli. Sorun olur mu senin için?" Başıyla beni onayladıktan sonra ses kayıt cihazının düğmesine basarak, ona ilk sorumu sormaya karar verdim:
"Neden fikrin değişti?"
Gülümseyerek bana son derece samimi bir sitemde bulundu: "Politika konuşacağız sanıyordum..."
"Soruları ben soruyorum: Anlaşma anlaşmadır!"
"O zaman yeni bir anlaşma öneriyorum. Sen bana bir soru sor, ben sana bir soru sorayım. Böylece hem birbirimizi tanımış oluruz hem de asıl röportaj öncesinde aramızda biraz güven bağı oluşmuş olur."
Son derece makul bir teklif olmakla birlikte meydan okumalara bayılırdım, bu yüzden hiç düşünmeden kabul ettim!
"Evet o zaman ilk soru geliyor: Neden fikrini değiştirdin?"
"Açık konuşacağım. Alparslan ya da onun gibiler ile ismimi ya da fikirlerimi yan yana getirmek istemem. Ama Tülin'e bunu söylemek için sınıfa geldiğimde seni kırdığımı fark ettim ki, kabul edeyim tavrım çok kabaydı. Lütfen kusura bakma. Araya Tülin'i sokmaya çalışmak ise, tamamıyla bana yakışmayan bir tavırdı. Tüm bunlar için özür dilerim."
Kesinlikle üzgün görünüyordu. Bu yüzden hiç uzatmadan özrünü kabul ederek, devam ettim: "Evet ama ben sorumun cevabını tam alamadım, fikrini değiştiren beni kırmış olmak mı?"
"Hem evet hem hayır. Evet seni kırmış olmak fikrimin değişmesinde önemli bir etken. Kaldı ki, bu röportajı vermek, kendimi affettirmemin bir biçimi. Ama tek sebep bu değil. Aynı zamanda iki ayrı fikrin aynı kalemden çıkması, bence hangi fikrin gerçek değerler içerdiğini anlatmanın en kestirme yolu olabilir. Bu nedenle röportaj vermeyi kabul ettim."
"Peki o zaman en çok merak ettiğim soruyu sorayım. Alparslan'la aranızdaki problem ne?"
Cümlem bittiğinde Deniz'i tanıdığımdan beri ilk kez sesli gülerken görmüştüm. "Anlaşmayı bozuyorsun ama. Sıra bende!" diyerek, bana ilk sorusunu sordu:
"Toplantıdan sonra biraz konuşmuştuk isminle ilgili. İsminin bir hikayesi var mı? Merak ediyorum açıkçası."
Deniz'in bunu neden sorduğunu tahmin ediyordum aslında. Asena'nın anlamı 'dişi kurt' demekti ve evet, genellikle sağ görüşlü ailelerin çocuklarına verdiği bir isim olarak bilinirdi. Ancak benim adımın hikayesi biraz daha farklıydı.
"Öyle süslü bir hikayesi olmayabilir belki ama, acı tecrübelere dayanan bir hikayesi var. Tahmin ettiğinin aksine bizim evde siyaset konuşulmaz. Özellikle de babamın ideolojisine dair pek bir bilgim yoktur benim. Ama annem, sol ideolojiye sahip bir ailede büyümüş. Gençlik yıllarında siyasetle de yakından ilgilenmiş birisi. Politik hareketliliğin sokağa taştığı dönemde annem, annemle birlikte politika ile ilgilenen dedem ve dayım, kendi çevrelerince 'komünist' olarak mimlenmiş. Bu mimlenme, sağ kökenli olduğu iddia edilen bir bakkalın annemlerin evine el yapımı bir bomba atmasıyla son bulmuş. Bomba belki evi yakıp yıkacak kadar güçlü değilmiş ama dayımı ailesinden almayı başarmış. Annem de dayımı kaybedince düşüncelerinin yaşam tarzına dönüşmesine bir daha asla izin vermeyeceğine dair bir söz vermiş. Özetlemem gerekirse, bana da sol ideolojiye en uzak ismi vererek, kendince, beni korumaya çalışıyor işte."
Gözümden akan bir iki damla yaşı saklamak için yüzümü sola doğru çevirmiş, Deniz'in nasıl göründüğünden bir haberdim. Aramızdaki birkaç saniyelik sessizliği bozan ilk kişi Deniz oldu: "Üzüldüm. Açıkçası tam tersini düşünmüştüm, ismini babanın koyduğunu yani." Başımı sallayarak, ona bunu tahmin ettiğimi söyledim ve devam ettim: "Babamı tanıyorsun yani?" Başını 'hayır' manasında iki yana sallayan Deniz, "Hayır aslında. Ama Alparslan'ın babasını iyi tanırım. Birlikte görev yapmışlar deyince de benzer bir ideolojiye sahip olabileceklerini düşündüm sadece. Önyargı işte." Bunu söylerken, yüzü tam aksini söylüyordu. Deniz söylediğinin aksine babama karşı önyargılıydı ve ben onu kesinlikle anlıyordum.
"Evet, sanırım sıra bende. Alparslan ile aranızdaki problem ne?"
"Öğrenmeden vazgeçmeyeceksin değil mi?"
"Hayır!"
"Tamam o zaman anlatayım sana. Ne demiştin; anlaşma, anlaşmadır! Aslında aramızdaki gerginlik şahsi değil, en azından ilk başlarda öyle değildi. O ve onun gibiler ile ben ve benim gibilerin konuşarak anlaşamayacağını biz seneler önce öğrendik. Ancak tahmin ettiğinin aksine politik farklılıklarımız bu denli bir gerginliği doğurmazdı, eğer Hüseyin ani bir şekilde ortadan kaybolmuş olmasaydı..."
"Nasıl yani?"
"Geçtiğimiz yıl bir toplantımız basıldı ve Hüseyin gözaltına alındı. Her ne kadar arasak da Hüseyin'i bulamadık ve Alparslan'ın bir gün yanıma gelerek, 'Hüseyin'i bulamazsınız boşuna aramayın' demesi üzerine onun da bu işte bir dahli olduğunu anladım. O gün bugündür aramız iyi olmadı, olamaz da zaten."
"Dahli var derken? Toplantı yerini onun ihbar ettiğini falan mı düşünüyorsun?"
"Aslında hayır. Alparslan'dan çok daha fazlasının olduğunu biliyorum bu işin içinde. Hatta daha çok babasının bu işte parmağı olduğunu düşünüyorum."
"Yok, hayır Muzaffer Amca böyle bir şey yapmaz!"
"İnsanlar her zaman göründüğü gibi değildir!"
Deniz o gün ilk dersimi vermişti bana: İnsanlar göründüğü gibi değildi. Belki o gün bunu sadece teori olarak öğrenmiştim ama çok geçmeden pratik olarak da öğrenmiş olacaktım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
Ficção Histórica80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...