Kapının önüne çıktığımda derin bir nefes aldım, sadece birkaç dakika sonra nikah masasında olacak ve söylemem gereken 'evet' kelimesini söyleyerek, hayatımı belki de sonsuza dek değiştirecektim. Kalbim ne istediğinden emin olmasa da, aklım kesinlikle emindi; yeni bir hayata başlamalı, son aylarda sahip olduğum mutluluğu büyütmeli ve artık Deniz'e de kendime de başka bir yolun şansını vermeliydim. Ancak Zeynep olayı canımı yeterince sıkmış ve Alparslan ile aramızdaki ilişkiyi her ne kadar reddetsem de olumsuz etkilemeye başlamıştı. Bunları düşünmek için doğru yer ya da zamanda mıydım emin değildim, adımlarım bittiğinde karışık kafam, Alparslan'ın sıcacık gülümseyen yüzüyle karşı karşıyaydı. İçten olmasa da gülümsüyordum, zira kimsenin kafamın ne kadar karışık olduğunu anlamasını istemiyordum, bu yüzden çok iyi rol yaptığımdan emin bir tavırla, nikah masasındaki yerimi aldım. Yüzümde bir gülümseme, bir elim Alparslan'ın eli üstünde ve bakışlarım kalabalığın en arkasındaki Deniz'de...
"Siz Alparslan Güçlü, Asena Kocaoğlu'nu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
"Evet!"
(Alkışlar...)
"Siz Asena Kocaoğlu, Alparslan Güçlü'yü eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Derin bir nefes aldım, sesimin gür çıkacağından emin olmak zorundayım; zira, şu an muhtemelen salondaki herkes, Alparslan'ın beni aldattığını düşünüyor ve vereceğim cevabı kesinlikle merak ediyordu. Bu yüzden sesimde herhangi bir tereddüde yer olamazdı.
"Evet!"
(Yeniden alkışlar...)
Son derece kalabalık bir kitleye doğru 'evet' diye bağırmamın ardından Deniz, ardını dönerek oradan ayrıldı. Gecenin geri kalanı gerçek bir düğün gibi geçsin diye sarf ettiğim çaba kesinlikle saatlerce 'alkışlanmaya' değecek kadar iyiydi!
Gecenin sonunda Alparslan, başvekili ve partinin ileri gelenlerini geçirmek için havalimanına doğru giderken, ben eve gittim. 80'lerin gelmesi ve neredeyse bitecek olmasıyla birlikte plakların yerini kasetler almış, müzikteki popüler akım arabeske doğru kaymaya başlamıştı. Ancak ben hala plaklara aşık, gerçek bir müzik dinleyicisiydim. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp, beyaz bir gecelik geçirdikten sonra, ilk işim çalışma odama gidip bir plak seçmek oldu. Sanırım bugünün şarkısı, "Öyle Bir Geçer Zamanki" idi. Erkin Koray'ın sesinden 1973 yılında çıkmış olan ve tam da şu anki durumumu özetleyen o şarkı...
"....
Anılara kapılıp kanma
dünyanın da düzeni böyle
Öyle bir geçer zaman ki
Dediğim aynıyla vaki
Öyle bir geçer zaman ki
Dediğim aynıyla vaki
Birden dursun istersin
Seneler olunca mazi
Öyle bir geçer zaman ki..."
Plak durmadan dönerken elimdeki kadehteki şarabın kaçıncı şarabım olduğunu bilmiyordum, sadece Alparslan'ın bana sunmuş olduğu Galata'yı denizle birlikte seyrediyordum, denizle birlikte...
Aklımda mazi, kalbimde Alparslan'ın bile bana ihanet edebileceğini görmenin acısı, kulağımda Erkin Koray...
"Sevgilim?"
"Alparslan bugün gelmemeni söylemiştim..."
"Sadece biraz konuşsak, çok az. Söz veriyorum gitmemi istersen, gideceğim sonra, ne kadar istersen, o kadar yalnız bırakacağım seni..."
"Ne konuşacağız Alparslan?"
"Kızmadığını, kırılmadığını sanıyordum bana. Bugün vermiş olduğun tepki bana mıydı, yoksa Deniz'in her şeyi hatırlamasına rağmen arada bir çocuk var diye ona dönemeyecek olmana mıydı? Açıkçası kafam karıştı..."
Alparslan'a ardım dönüktü o ana dek, hızla kafamı ona doğru döndüm; zira beni tüm Türkiye'ye rezil eden bu adamın, bana hesap sorarken yüzündeki ifadeyi görmek istiyordum.
"Şu an konu nasıl ya da neden Deniz'e geldi?"
"Çünkü Zeynep bugünün meselesi değil, ama Deniz hala, ne yazık ki, hala bugünün meselesi... Zeynep'le birlikte olduğumda beni görmüyordun Asena, ama şu an beni görüyorsun. O yüzden Deniz'in seni öptüğünde ne hissettiğini bilmeliyim. Bana bu kadarını borçlusun!"
"Sen bana hesap soracaksın yani ben sana değil, öyle mi?"
"Evet, evet önce ben! Sonra bana istediğini yapabilirsin, istersen giderim, istersen kalırım, sen nasıl istersen..."
Derin bir nefes aldım, belki de haklıydı; zaten bitmiş bir ilişkiyi sabaha kadar da konuşsak elimize ne geçecekti ki... Önemli olan hala bitmeyeni, bitemeyeni konuşabilmekti!
"Deniz beni öptüğünde onunla olmanın ne kadar heyecan verici, tutkulu ve aşk dolu olduğunu hatırladım..."
"Ve buna rağmen o nikah masasına oturdun öyle mi?"
"Evet, çünkü başka hatırladığım şeyler de oldu; hınç, öfke, bitmek bilmeyen kovalamaca, kıskançlık, vazgeçişler, acı, hüzün ve gözyaşı... Ben de buna göre bir karar verdim diyelim."
"Asena şimdi soracağım soruya gerçek bir yanıt verirsen bu konu bir daha asla açılmayacak sana söz veriyorum!"
Cümlesi biter bitmez karşıma geçti, önce üzerindeki ceketi çıkardı, sonra da boynundaki papyonu. Gömleğinin üst kısmından birkaç düğme açtıktan hemen sonra gömleğinin manşetinden kol düğmelerini çıkarıp, kollarını kıvırdı. Ne yaptığına bir anlam veremezken, kendisini hazır hissettiği an dizlerimin dibinde bitiverdi; bana bakıyordu, doğrudan gözlerime... Böyle meydan okursunuz ya birine, ne düşündüğünü anlamak için gözlerinizi bir an olsun onun bakışlarından ayırmazsınız, tam olarak öyle işte!
"Sen bugün benimle neden evlendin? Bize gerçek bir şans vermek için mi, yoksa Deniz, bir kez daha babalık yapma fırsatını kaçırmasın diye mi? Sen beni gerçekten seviyor musun Asena? O dokunuşlar, o öpüşler, kucaklaşmalar... Her neyse işte, gerçek mi, yoksa Deniz'i unutmak için bir çaba mı? Sana yalvarıyorum bana doğruyu söyle, bana doğruyu söyle, inan bana buna her zamankinden çok ihtiyacım var!"
Derince bir nefes aldım, sorular o kadar yerinde, o kadar aklımdaki şeylerin karşılığıydı ki, belki bazılarının cevaplarını ben bile henüz bilmiyordum.
"Ne olur konuş, ne yaparsan yap beni susarak, kendinle cezalandırma!"
"Alparslan, ben bugün o nikah masasına oturdum, çünkü seninle gerçekten mutlu olabildiğimi görecek yaşa geldim, ardını, önünü karıştırma; ne olur yapma bunu bize. Ben bize bir şans vermişken, bu şansı elimizden alan sen olma! Sorduğun soruların bazılarının cevabı ben de bile yok, görüyorsun kafam karmakarışık. Ama bir şeyi çok net bir şekilde biliyorum, seni seviyorum ve bu sevgi, eskisinden çok daha güçlü. Seni öperken heyecanlanıyorum, başkasına senden bahsederken yüzümde mahcup bir gülümseme oluşuyor, seninle sevişirken inanılmaz bir haz alıyorum, daha da iyisi uyanıp da beni izlerken seni gördüğüm her sabah şükrediyorum; bana, bize böyle bir şey yaşattığın ve asla benden vazgeçmediğin için. Bu yüzden ne olur dur artık, gidebilecek olsam zaten bugün gitmiştim, emin ol. Özellikle de Zeynep'in o iğrenç röportajından sonra sanırım kimse beni suçlayamazdı seni nikah masasında bıraktığım için..."
Alparslan vermiş olduğum cevaptan son derece memnun bir şekilde kadehi tutmadığım elime sarıldı, elime öpücükler konduruyor, bana durmadan 'teşekkür' ediyordu, onu bırakmadığım için... Elimi çektim.
"Şimdi git Alparslan, istediğin cevabı aldıysan şimdi git..."
"Asena bu bizim gerçek evliliğimizin ilk gecesi, ne olur ayrı geçirmemi isteme senden. Sabaha seni izleyerek uyanmama izin ver, gözlerinle, gülüşünle..."
"Alparslan, ben bugün tüm Türkiye'nin gözü önünde 'enayi' diye damgalandım ve sadece bana önceden de söyleyebileceğin, hatta belki bunun için boşanıp, hayatına normal bir şekilde devam edebileceğin bir ilişkin için. Bu yüzden bugün seninle uyumamı bekleme ne olur..."
"Bunu önemsemediğini sanıyordum, Zeynep'i yani?"
"Ben de öyle sanıyordum, ta ki herkes duyana kadar... Ta ki, Zeynep Hanım seviştiğiniz anların her bir detayını verene kadar..."
"Kıskandığın için mi peki? Yoksa bu röportaj ya da sonrasında yaşanacaklar için mi bu tavır? Hatta kariyerini veya kariyerlerimizi etkileyecek diye düşündüğün için bu kadar kırgın, kızgın ya da öfke dolu olabilir misin?"
"Kızgınlığım da kırgınlığım da öfkem de sana, ama geçmişte yaşadığın ilişki için değil, bugünü, gerçek evliliğimizin en güzel zamanlarını elimizden aldığın için kızgınım, kırgınım, öfkeliyim..."
Yerinden kalktı, pikabı durdurdu.
"Lütfen kalsın..."
"Bu şarkının neyi ya da kimi hatırlattığını ben çok iyi biliyorum Asena. Bekle biraz, bundan sonrası için yeni bir şarkın var artık, yeni bir şarkımız; bu adımı sen attın ve şimdi de kabullenme vakti..."
Çalmaya başlar başlamaz tanıdım şarkıyı; Erol Evgin'in keyifli sesinden 1977 yılında çıkmış 'Söyle Canım' adlı şarkıydı bu... Hatta hemen hatırladım ilk dinlediğim anı; nasıl da her şeyin, ilk aşkımın başladığı yıla denk gelmişti bu şarkının çıkışı?
"...
Senden önce hiçbir şeyin kıymetini bilmeden
Senden önce hiç kimseyi böylesine sevmeden
....
Birtanem söyle canım ne dilersen dile benden
İstersen dost olalım göklerdeki turnalarla
İstersen evlenelim davullarla, zurnalarla
İstersen çınlatalım dört bir yanı şarkılarla..."
Ben şarkıyı dinlerken üzerini değiştirip dönmüş olan Alparslan, biten kadehimi doldurduktan sonra kendine aldığı kadehi de doldurdu, hala dizlerimin dibindeydi...
"Hatırladın mı bu şarkıyı? Bu şarkıyı dinlediğimiz ilk anı?"
"Evet, elbette..."
"Plağı sana verdiğimdeki sıcacık gülümsemen, sanırım ilk o an anladım, içimdeki hissin hiç bitmeyecek bir aşk olduğunu..."
Bu plağı Alparslan bana o seneki doğum günümde almıştı, şu Tülin'in Deniz'e anlattığı meşhur plak hikayesi, bu plağın hikayesiydi; ilk de Alparslan'la dinlemiştik, hemen o gün. Kesinlikle harika bir şarkıydı... O zamanlar Deniz'i tanımama biraz daha vardı, ancak şarkının ve Alparslan'ın hislerini tanımlamaya başlamasının da o yıla denk geldiğini düşündüğümde, 1977 sanırım benim hiç fark etmediğim, ama şimdi maziye bakıp da çok net bir biçimde gördüğüm dönüm noktamdı. 1977, gerçek beni ortaya çıkaran nice senelerin başlangıcıydı...
"O plak, bu plak Alparslan..."
"Latife ediyorsun! Sakladığını söyleme bana?"
Gülümsedim, elbette saklamıştım; o zamanlar belki Alparslan'ı böyle göremiyordum, ama ne de olsa Alparslan benim çocukluk arkadaşımdı, elbette her doğum günümde aldığı birbirinden kıymetli her bir hediyeyi saklamıştım ve bunu onun da görmesini istiyordum. Elimdeki kadehi ona uzatarak yerimden kalktım ve çalışma odamdaki ahşap dolapların en solda yer alanını açtım, Alparslan sadece beni izliyor, ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Birazcık deşeledikten sonra dipten çıkardığım siyah renk bir kutuyla Alparslan'ın yanına döndüm, ancak ben de bu kez yere, koltuğun önüne, Alparslan'ın hemen yanına oturdum.
"Şaka yapıp yapmadığımı kendin gör istersen, ne dersin?"
Elindeki kendi kadehimi geri aldım, ona kutuyu uzattım. Kutuyu açar açmaz, neye baktığını anlamıştı; bir hafta önce benimle birlikte bu evin balkonunda Deniz ile benim anılarıma bakan Alparslan, şimdi ise, aynı evin çalışma odasında bizim anılarımıza bakıyordu. Kutuyu kurcaladıkça gözünde biriken yaşı görmemek için, kesinlikle kör olmak gerekiyordu...
"Asena..."
"Şşşşşş... Sadece bak, bir şey söylemene gerek yok. Zira ne söyleyeceğini biliyorum; evet, evet belki aşık olduğum kişi Deniz'di, ama sen o zamanlar da benim için çok kıymetliydin. Bu yüzden bana senden gelen hiçbir şeyden vazgeçemezdim!"
Eliyle gözlerindeki yaşı temizledikten sonra saçlarıma yaklaşarak beni öptü, bunu severdi, saçlarımdan öpmeyi özellikle son zamanlarda çok sever hale gelmişti; her uyandığımda, her sevişmemizden sonra ve her evden çıkışında kendisini saçımı öperken bulmaya başlamıştı. Saatlerce kutunun içerisindekilere baktık, birlikteki geçmişimizi gözümüzdeki yaşlarla izledik; anılar, kavgalar, kahkahalar, mecburi iş birlikleri... Hepsi ikimizin de gözünün önünden akıp gidiyordu. Bir şişe şarabı birlikte bitirmiş, ikinci şişe şarabı açmıştık, ancak biz hala geçmişteki bizi konuşabiliyorduk. Alparslan konuşmaya başladığında, pikapta çalan 1982 çıkışlı bir Ferdi Özbeğen şarkısıydı...
"...
Gündüzüm seninle
Gecem seninle
Beyhude geçti bu
Ömrüm derdinle
Aşkını bir sır gibi
Senelerdir sakladım
Geceleri rüyada
İsmini sayıkladım..."
"Bunu, ya bunu? Hatırlıyorsun değil mi?"
Alparslan'ın yüzündeki gülümsemenin parlaklığı, o an kesinlikle görülmeye değerdi...
"Sanırım 1982, vekil seçilmene birkaç ay vardı ve sen aday olacağını öğrenmiştin. O gün inanılmaz bir heyecanla gelmiştin, bir elinde en sevdiğim şarap, bir elinde bu plak. Bir şey itiraf ediyor gibiydin bana, seni duyayım istiyordun, farkındaydım..."
"Doğru. Aramızdaki sadece bir anlaşmaydı, kafanı karıştırma hakkını asla kendimde görmediğim bir anlaşma... Ben de sen hazır olduğunda hep burada olacağımı gör diye almıştım bu plağı. Ne de olsa tam beni anlatıyordu: Aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım..."
"İlk ne zaman? Yani ne zaman aşık oldun bana, hatırlıyor musun?"
"Elbette, elbette hatırlıyorum. Anlatacağım ama gülmek yok..."
"Anlat hadi, erken bir söz vermek istemem..."
Gülümsüyordu.
"İlk birlikte geçirdiğimiz yaz..."
"7 yaşında?"
"Evet, evet tam olarak 7 yaşında!"
"Saçmalama Alparslan, çocuktuk, hatta ben bebektim de diyebiliriz, zira sadece 5 yaşındaydım..."
Kesinlikle gülüyordum!
"Evet, ama gördüğüm en güzel bebek... Saçlarında beyaz bir kurdele vardı, bugün nikahta taktığına benzer bir kurdele; saçlarının dalgası omuzlarına kadar düşüyordu, üzerinde beyaz gübür kumaştan bir elbise, ayaklarında kırmızı pabuçlar... Babanı peşinden oradan oraya koşturtup duruyordun. Ve ben sadece seni izliyordum, çünkü daha önce bu kadar güzel bir şey görmemiştim."
Şaşırmıştım, açıkçası Alparslan'dan ne bu kadar derin bir tarif, ne de bu kadar eskiye dayanan bir itiraf beklemiyordum.
"Aşk değildir ama o ya, yani beğeni falandır, ne bileyim... 7 yaşında anlayamazsın bunu herhalde!"
"Elbette anlayamazdım, anlayamadım da. Uzunca süre reddettim hatta, ta ki, o plağı sana verene kadar, 1977'ye kadar. O gün bana göstermiş olduğun o sıcacık gülümsemen bir lütuftu, bana her şeyi anlatan, senelerdir içimde ne olduğunu bilmeden büyüttüğüm hissi tarif eden bir lütuf..."
"Ben bu kadar geçmişe dayandığını bilmiyordum..."
Başını 'evet' manasında sallıyordu. O an fark ettim ki, benim bugün mecburi olduğunu sandığım 'evet', belki de Alparslan'ın gözümün önünde büyüyen ve her gün biraz daha belirgin hale gelen ilgisinin bir karşılığıydı, belki de içimde bir yerde ona hep 'evet' demek istemiştim...
"Özür dilerim sevgilim, düğün gecemiz böyle geçsin istemezdim. Gerçekten affet beni, inan bana gücümü kaybettiğim, artık gözlerinde Deniz'i görmeye dayanamayacağımı hissettiğim bir dönemdeydi bu ilişki. Ne olur affet beni..."
"Şimdi peki, şimdi Deniz'i görmüyor musun gözlerimde?"
"Hayır, o yüzüğü parmağına geçirdiğinden beri bunu görmüyorum, bugün odaya girdiğim an da buna dahil."
Başımla onu onaylıyordum, belli ki, ben vazgeçmeyi çoktan kabullenmiş, çoktan yeni bir hayata hazır hale gelmiş, attığım adımı da gayet isteyerek atmıştım.
"Özür dileme sakın, evet Zeynep için dile, zira hala çok kızgınım. Yarın gazeteye bile nasıl gideceğimi bilmiyorum, düşündükçe deli oluyorum! Ama bu gece için asla özür dileme, zira daha iyi bir düğün gecesi hayal edemezdim..."
O gece bana Alparslan'ı ne kadar tanıdığımı, hatta belki Deniz'den daha iyi tanıdığımı gösterdi; benim geçmişim Deniz'den çok, Alparslan'laydı, birçok anım, özellikle güzel ve mutlu anılarım onlaydı. Tam da bu yüzden kimsenin bu gece için benden özür dilemesi gerekmezdi...
"Gitme yarın işe, balayına gidelim. Anneler burada, Suna Teyze var, Deniz var; elbet hepsi bizsiz bir hafta idare edebilir Sinan'ı. Biz İtalya'ya gidelim, belki nikahımız orada olamadı, ama balayımız orada olsun. Ne dersin?"
"Hiçbir şey olmamış gibi mi? Alparslan, sen bir bakansın, üzgünüm ama topluma bir açıklama yapmak zorundasın."
"Başbakanla konuştum, bununla ilgili bir sorun yok, en azından şimdilik. Ama evet, sen başta olmak üzere herkese bir açıklama ve özür borçluyum. Yarın sabah dava açacağım, ardından da açıklama yapacağım, sonra da gideriz buradan. İstersen elbette?"
"Gitmeyelim, kaçıyormuşuz gibi görünsün istemiyorum. Buradayız, bunu, eski evliliğimizin bir tiyatro oyunu olduğunu herkese anlatmalıyız."
"Aklında bir şey var değil mi?"
Başımla Alparslan'ı onaylıyordum.
"Yarın Deniz'i de al gel. Konuşacağız."
"Neden Deniz yine, Asena ne olur aramıza girmesin artık, bu kadar hayatımızda olmasın..."
"Hayır, hayır, ne aramızda, ne de hayatımızda... Endişelenmeni gerektirecek bir durum yok. Sadece geçmişi anlatacaksak, ondan da bahsedeceğiz, buna razı olmalı, en azından anlatacağımızı, her şeyi tüm Türkiye'ye anlatmak zorunda olduğumuzu bilmeli."
"Yok, hayır, tüm Türkiye'nin önünde seni yalancı, beni vicdanlı biri haline getiremem. Olmaz Asena, bunu aklından çıkar! Hemen şimdi!"
"Bak gelme dedim, geldin; git dedim, gitmedin. Belli ki; burada, benimle kalmak istiyorsun, benimle kalmak istiyorsan da benim Zeynep'in benim için ima ettiği 'enayinin teki' imajını bir an önce temizlemem lazım. Ne olur beni de anla..."
Başıyla beni onaylıyordu. Ve ertesi sabah yeni bir gündü, benim aklımdakileri Alparslan'a ve Deniz'e anlatmam, hatta onları buna ikna etmem gereken yeni bir gün...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
Historical Fiction80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...