İsimsizler Mezarlığı

4 0 0
                                    

Odaya girdiğimizde Suna Teyze önündeki kağıda bir şeyler yazıyordu. Hepimiz koltuklardaki yerimizi aldıktan sonra konuşmaya başladı:
"Asenacığım adres doğru, Hüseyin'in naaşını bulduk. Ancak büyük bir problem var."
Suna Teyze'ye benden önce yanıt veren Deniz oldu:
"Nasıl yani naaşı alamayacak mıyız?"
Başını iki yana 'hayır' anlamında sallayan Suna Teyze açıklamalarını sürdürdü:
"Hayır hayır. Naaşı çıkardık. İncelenmesi için ilgili birime yönlendirdim. Ölüm sebebini ben de Beril de bilmek istiyor."
Sanırım Beril, Hüseyin'in annesiydi. O an aklımdan geçenleri bir kenara bırakarak araya girdim:
"Sorun ne o zaman?"
"Sorun şu ki, böyle bir yer var, ama yok. Daha açık ifade etmem gerekirse elimizdeki tarifle adresi bulduk, naaşı çıkardık. Ancak bu yerin tapu kaydı, hazine mülkü olup olmadığına ilişkin bir belge ya da sahibi yok. Özetle resmi kayıtlara göre böyle bir yer yok."
"Siz de olmayan bir yere nasıl dava açacağınızı ya da bu yerle ne yapacağınızı bilmiyorsunuz?"
Başıyla beni onaylayan Suna Teyze haklı olduğumu göstermişti. Ortamdaki sessizlik herkesin bir şeyler düşündüğü anlamına geliyordu. Ben de düşünüyordum. Ancak en sağlıklısı yeri gördükten sonra bir çözüm aramaktı. Bu yüzden beklemeden konuyu Suna Teyze'ye açtım:
"Suna Teyze, ben sana bu konuda yardım etmek istiyorum. Alanı birlikte görmemiz mümkün mü?"
"Aklında ne var?"
"Açıkçası hiçbir şey. Ama önce orada birileri bekliyor mu beklemiyor mu, etrafta bir şey var mı yok mu bir görmek istiyorum."
Beni bir kez daha başıyla onaylayan Suna Teyze toparlanmaya başladı. Hüseyin'in naaşıyla ilgili yeni bir haber gelmesi ihtimaline karşı Gülten'i büroda bırakan Suna Teyze, beni ve Deniz'i alarak alana götürdü.

Hüseyin'in naaşının çıkarıldığı yer, oldukça geniş bir araziydi, hatta ekilmemiş bir tarlaya benziyor desem, sanırım bu alanı daha iyi tarif etmiş olurdum. Etrafta kimseler görünmüyordu. Sadece ağacın dibine bırakılmış birer adet kazma ve kürek vardı. Az ileride ise kazılmış toprak ve açılmış bir çukur. Muhtemelen Hüseyin'in naaşı buradan çıkarılmıştı. Araziyi gezerken kendi kendime söylenmeye başladım: "Olmayan yeri bekleyemezsin sonuçta..."

Benim söylendiğimi duyan Deniz, büyük bir coşkuyla bana doğru yaklaştı ve bana sarıldıktan hemen sonra saçımdan öptü . Açıkçası bu Deniz'le en yakın olduğumuz andı ve bunun Suna Teyze'nin gözü önünde olması beni biraz utandırmıştı. Ona ne yaptığını soramadan konuşmaya başladı:

"Sen gerçek bir dahisin!"
"Ne oluyor Deniz? Konunun benle ne alakası var?"
"Aklıma bir fikir geldi. Buranın neden olmadığını bulabilir misin?"
"Tahmin ettiğiniz gibi bu iş devletle ilgiliyse sanırım bulabilirim."

Devletin en önemli özelliği var etmek için de yok etmek için de belge kullanıyor olmasıydı, yani koruması gereken bir kurumsal hafıza vardı. Bu da arazi ile ilgili bir kanıt bulabileceğimiz anlamına geliyordu.

"Alparslan'dan değil umarım!"
"Aslında evet Alparslan'dan. Bence buranın adresini evden buldu. Daha önce ima ettiğin gibi bu iş bir şekilde Muzaffer Amca'ya dokunuyorsa konuyla ilgili belge, bilgi ya da herhangi bir şeye ulaşabilecek tek kişi Alparslan. En azından öyle umuyorum."

Deniz Alparslan'la ilgili homurdanmaya başlamıştı ki, ona bunu sonra tartışmayı teklif ederek, annesini işaret ettim. O esnada odağını bize çeviren Suna Teyze, asıl problemi dile getiren ilk kişi oldu:
"Diyelim ki Asena bir şekilde belgelere ulaştı. Ancak bu belgeler suçlama için yeterli olmayabilir. Zira burası boş bir arazi. Herhangi biri herhangi birinin cesedini getirip buraya gömebilir."
Suna Teyze sonuna kadar haklıydı. O an, gelir gelmez gözüme takılan kazma ve küreye bir kez daha baktım. Çok fazla düşünmeden aklımdan geçenleri Suna Teyze'ye söyledim:
"Haklısın Suna Teyze. Ama burada birden fazla ceset varsa ve cesetlerin sorgudan sonra kaybolan kişilere ait olduğunu kanıtlayabilirsek aslında tahmin ettiğimizden daha çabuk yol alabiliriz."
Suna Teyze'den önce lafa giren Deniz, ağacın dibindeki kazma ve küreğe çoktan yönelmişti: "Kazalım o halde."

Deniz birkaç yeri kazıp, hiçbir şeye ulaşamadıktan sonra pes etmek üzereyken Suna Teyze konuşmaya başladı: "Bir tek Hüseyin için bu kadar zahmete girmiş olamazlar. Bulana dek kazacağız çocuklar." Suna Teyze bir kez daha haklıydı. Bunu yapan her kimse, sadece Hüseyin için koca bir araziyi yok etmiş olamazdı, bu mantığa aykırıydı. Nitekim Deniz'in kazdığı 7'nci yerden bir başka naaş daha çıktı. İkisinin de yüzündeki belirti öfkeydi, kendi yüzümü göremiyor olsam da benim yüzümün de aynı olduğunun farkındaydım. Bu saatten sonra yapmak zorunda olduğumuz tek bir şey vardı; sonu ne olursa olsun bu alanda kaç isimsiz mezar olduğunu bulmak ve sorumlularını adalet önüne çıkarmaktı. Yapacaktık da!

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin