Alparslan'la Yüzleşme

11 1 0
                                    

O gün ne Deniz'le ne de Tülin'le bir daha konuşmadım. Tülin, her ne kadar 'HİÇBİR ŞEY BİTMEDİ' dese de, benden çok daha iyi biliyordu ki; ailemin, böyle bir birlikteliğe rıza gösterecek olması, o an için hayal bile edilemezdi... Günü Alparslan'ın evinde ailecek yediğimiz yemekle kapatırken, Alparslan'la röportaj yapmak için istediğim sözü de almıştım. Ertesi gün tam 12.00'de Alparslan kapının önündeydi. Kulübe gidecek yıl sonu verecek olduğum ödev için röportajı yapacaktık; ancak benim aklım hala dündeydi...

Yol boyunca tek bir kelime etmemiş olmam Alparslan'ın da dikkatini çekmiş olacak ki arabayı aniden durdurdu. Ben geldigimizi düşünerek elimi kapıya doğru uzatsam da, Alparslan beni tuttu: "İnme boşuna gelmedik. Ne bu surat? Bilmeden seni kıracak bir şey mi yaptım?"
Aslında yapmıştı; üstüne vazifeymiş gibi ailemi Deniz'e karşı doldurmayı başarmıştı. Ancak Alparslan'la tartışacak gücüm yoktu ve bu yüzden geçiştiren cevaplar vererek kulübe doğru yeniden harekete geçmesini rica ettim. Üç ayrı bölümden oluşan kulübün restoranı, eğlence mekanı ve alkol satışının olmadığı bir çay bahçesi vardı. Biz doğrudan restoranın içine geçerek, restoranın bar kısmının yanında bulunan merdivenlerden aşağıya doğru ilerledik. Açıkçası ailecek de geldiğimiz bir yerdi şehir kulübü. Ancak belli ki, Alparslan'a burada ayrı bir önem veriliyordu; öyle ki, garsonların tamamı ismiyle hitap etmekle kalmayıp, sürekli olarak istediği bir şey olup olmadığını soruyordu.

Geldigimizi, Alparslan'ın işaret ettiği kapıyı görünce anladım. Burası kulübün restoran kısmının altında kalan bir odaydı. Belli ki Alparslan'ın başında bulunduğu fikir topluluğu gizli toplantılarını burada alıyordu. İçeri girince ilk fark ettiğim ismini sonradan öğreneceğim Furkan adında bir çocuk oldu. Alparslan, Furkan ve içeride bulunan diğer beş kişiyi selamladıktan sonra, beni tanıttı. Bana gösterilen yere otururken bir yandan da çantamdan ses kayıt cihazını çıkarıp masaya koymak üzereydim ki, Furkan'ın sesiyle bölündüm: "Umarım onu burada kullanmayı düşünmüyorsun!"

Neydi şimdi bu, ses kayıt cihazını kullanamayacaksam ya da toplantıdakileri yazamayacaksam burada olmamın ne anlamı vardı? Ağzımı hiç açmadan Alparslan'a doğru döndüm ki, ben konuşmaya başlamadan onun bir şey söyleyip söylemeyeceğini anlamaya çalışıyordum. Neyseki Alparslan benden önce söze girdi: "Sorun yok Furkan, Asena burada konuşulanların kaydını tutabilir."

Alparslan'ın konuşmasının ardından ortamdaki gerginlik biterken, yaklaşık 2 saat sürecek olan sıkıcı toplantı başladı. Açıkçası kafamı hala boşaltmış değildim; bu yüzden toplantıda ne konuşulduğu ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Toplantı bittikten sonra herkes birer birer odayı terk etmeye başladı. Yalnız kaldığımız anda Alparslan lafa giren ilk kişi oldu: "İstersen röportajı burada yapabiliriz?" Sessizlik açısından ortam gayet uygun olsa da birazdan soracağım sorular için kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden teklifini kibarca reddederek, bahçeye çıkmak istediğimi söyledim. Çünkü gerçekten ihtiyacım olan tek şey biraz temiz hava almaktı.

Bahçeye çıktığımızda çay bahçesinin arka kısmında kalan bir masaya geçerek çaylarımızı söyledik. Alparslan cebinden çıkardığı sigara paketinden tek bir sigara alarak yaktı. Röportaj çok uzamasın diye bir an önce konuya girmek istiyordum. Bu yüzden sigarasından birkaç duman alıp, rahatladığını gördükten sonra ilk sorumu sordum. İnandığı değerlerle başlayan sorularım onu köşeye sıkıştıracak sorular ile devam etti. Alparslan sigarasının birini söndürüp diğerini yakarken vaktin geldiğini anladım ve bu yüzden hiç beklemeden sordum: "Hüseyin Gazi'ye ne oldu?"

Alparslan'ın yüzündeki şaşkınlığı görebiliyordum. Hüseyin'i tanımadığını söylüyor ve ne sorduğumu anlamadığını ima ediyordu. Ancak ben doğru soruyu, doğru kişiye sorduğumdan çok emindim. Bu yüzden kendimden emin bir şekilde devam ettim: "Alparslan yapma lütfen. Hüseyin Gazi'yi tanıdığını biliyorum. Ayrıca felaket bir yalancısın; ya bana şu an tüm her şeyi anlatırsın ya da aile yemekleri de dahil benimle bir daha görüşemezsin." Alparslan'ın gardı düşmüştü, bunu gözlerinde görebiliyordum. Kaldı ki, bana sorduğu soru da bunu gösteriyordu: "Nereden öğrendin bunu? O aptal Deniz mi söyledi?" Normal şartlarda Deniz'e aptal dediği için bir ton laf söylerdim; ancak, şu an sadece soruma cevap istiyordum. "Ben soruma cevap istiyorum Alparslan. Yoksa bu röportaj burada biter" dedikten hemen sonra inandırıcı görünmek için çantamı toplamaya başladım. "Tamam" dediğinde elleri havada bir şekilde bana teslim olduğunu gösteriyordu. Anlatması için sessiz kaldım, ancak onun ağzından çıkan tek kelime "Öldü" oldu...

Hüseyin Gazi'yi hiç tanımama rağmen bunu duyduğumda gözlerim dolmuştu. 23 yaşında gencecik bir çocuktan bahsediyordu ve söyleyebildiği tek şey 'öldü' olmuştu. Derin bir nefes aldıktan sonra alacağım cevaptan korkarak sordum: "Sen mi öldürdün?" Alparslan'ın yüzündeki öfke gerçekti ve bu öfkeyle bana yanıt verdi: "Artık saçmalıyorsun Asena. Lütfen kapat bu konuyu."

Alparslan kaçmaya çalışsa da, ben üstüne gitmek için hazırdım ve bu yüzden hiç durmadan aynı soruyu sormaya başladım: "Hüseyin Gazi'nin mezarı nerede?" Alparslan her defasında bilmediğini söylese de, bu cevap benim için yeterli değildi. Gerçekten bilmediğini ise, bana sesini yükselttiğinde anladım, çünkü Alparslan bana bugüne kadar sesini hiç yükseltmemişti. Önümdeki defterden bir parça kağıt kopararak onun önüne doğru koydum: "O zaman öğreneceksin. Bunu bana değil, 23 yaşındaki gencecik bir çocuğun annesine borçlusun!"

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin