Yürüyüş Günü

1 0 0
                                    

Sonunda haftalardır hazırlığı süren yürüyüş günü gelip çatmıştı. Kızılay'dan Tandoğan'a doğru uzanan kalabalık, her geçen saniye daha da artıyor, Türkiye'nin dört bir yanından gelen öğrenciler 'Tam bağımsız Türkiye" diye haykırıyordu. Deniz mi? Elbette kitlenin en önünde, kalabalığı sürüklüyor, sol yumruğunu havadan indirmiyordu, bir an olsun bile...

Ben elimde fotoğraf makinesi boynuma asılı ses kayıt cihazıyla kalabalığın hemen önünde kalabalığa doğru görüntü almaya çalışıyor, gördüğüm her kareyi tarihi hafızaya kaydedebilmek için deklanşöre basmaktan geri duymuyordum. Elbette karelerin bir çoğunda odağım Deniz'di. Yürüyüşü fotoğraf makinesinden takip etmeye devam ederken yükselen sesi ve başlayan koşuşturmaları fark ettim. Başlayan kargaşadan alabildiğim birkaç kare sonrası, gözümle yeniden Deniz'i aramaya başlamışken, kolumu tutan bir elle irkildim; bu kişi Alparslan'dı. "Senin ne işin var burada?" diye çıkışmak için sesimi yükseltmiş olsam da iki polisin sürüklemeye başladığı Deniz'i fark etmemle Alparslan'dan kendimi kurtarmış ve koşmaya başlamıştım. Ancak çok gidemeden Alparslan beni yakalamış ve alanın dışına doğru sürüklemeye çalışıyordu, bendeki tek refleks ise gözyaşlarıydı. Babalarımızın bize sağlamış olduğu askeri kartla beni alandan çıkarmayı başaran Alparslan, ilk bulduğu çay bahçesine beni oturtarak, su getirdi. Biraz sakinleşmem için vermiş olduğu zamanın sonunda konuşmaya başladı.

"Dün ben sana gelmeden önce, Deniz benim yanıma geldi. Herkese yürüyüşle ilgili bir şeyler sorduğunu duyunca gelmenden endişe duyduğunu ve seni yürüyüşe gelmemen için ikna etmemi tembihledi. Ancak ikimiz de ikna edemeyeceğimizi en başından bildiğimiz işin bir B planı yaptık. Deniz bana yürüyüş rotasını söyledi ve olası bir kargaşa durumunda seni alarak alandan dışarıya çıkarmam için söz verdirdi. Deniz geri gelecek, ancak o zamana kadar sakin kalmak ve onun sadece seni düşündüğünü unutmadan yaşaman gerekiyor."
Birkaç gün önceye kadar boğaz boğaza gelen bu iki genç adam, şimdi beni korumak için benden gizli planlar yapıyordu, anlamakta zorlanıyor, ancak anlayacak kadar sakinliğimi de koruyamıyordum. Alparslan'ın cümlesi biter bitmez ona yalvarmaya başladım.
"Alparslan ben Deniz'i çok seviyorum, lütfen ama lütfen bana yardım et. Deniz'i bulalım. Deniz'i istiyorum, naaşını değil!"
Duyduklarının ona ağır geldiği her halinden belliydi. Gözleri dolmuş, ancak ağlamamak noktasında ısrarcı davranan tutumuyla yerinden kalkıp yanıma gelmiş, dizlerimin dibinde diz çökerek ellerimi tutmuştu.
"Sana söz veriyorum, Deniz'i bulacağım. Ama o zamana kadar kendini bırakmak yok, sen de bana söz vereceksin."
"Söz veriyorum ama şu an tek istediğim bir an evvel Suna Teyze'ye ulaşmak. Ben böyleysem haberi aldığında o daha kötü dağılacaktır. Yanında olmak istiyorum."
Başıyla beni onaylayan Alparslan, gözyaşlarımı eliyle sildikten sonra yerinden doğruldu ve beni Suna Teyze'ye bırakabileceğini söyledi. Neyseki günün tamamında şanssız sayılmazdık, nerede olduğunu bilmediğim için ilk olarak bize daha yakın olan Suna Teyze'nin bürosuna gitmiş ve elimiz boş dönmemiştik. Suna Teyze'yi görünce haberi aldığını anladım. O gün bizim insanlar içinde sarılarak ağladığımız tek gündü, o günden sonra Deniz dönene dek kalabalıkta ağlamamak için birbirimize bir söz verdik. Ve bu sözümüzü de tutacaktık!

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin