Geri Dön Deniz

2 0 0
                                    

Deniz'le yüzleşme vakti geldiğinde onu mesire alanında beni beklerken buldum. Üniversiteye biraz erken gitmiş, okul gazetesinden ve hocalarımdan geriye kalan kim varsa sohbet etmiştim. Keyifli bir sohbetin ardından günün keyifsiz kısmına geçmek için ilk adımı atarak, Deniz'in oturduğu çimlere kendimi attım.

"Evet seni dinliyorum?"
"Nasılsın?"
"Bu aşamayı geçsek olur mu?"
"Asena gerçekten nasıl olduğunu merak ediyorum! Nasılsın?"
"Gerçekten nasıl olduğumu merak etseydin eğer bunu sormak için 5 yıl beklemezdin!"
"Sen benim sana ulaşmaya çalışmadığı mı düşünüyorsun?"
"Ben bana ulaşmadığını biliyorum, düşünmüyorum. Zira ulaşsaydın haberim olurdu!"
"Defalarca denedim. Elimdeki iki adrese de defalarca yazdım. Tek bir haber için yüzlerce mektup yazdım ben. O haber gelmeyince de çıkıp geldim."
"Yanlış adresmiş demek ki."
"Şu umursamaz tavrını bırak. Beni gerçekten dinleyeceksen anlatacağım."
"Elbette dinleyeceğim. Bunun için geldim."
"O zaman en başından başlayayım, annemin beni Fransa'ya zorla götürmesinden..."
"Nasıl istersen."
"İrtica edeceğimiz ülkeye vardıktan hemen sonra sana bir mektup yazdım, tıpkı yol boyu yaptığım gibi. Ancak bu mektupları adresimin tespit edilmemesi için o zamanlar atamazdım. İrtica süremin bitmesi ve onaylanması 2 yıl sürdü, tam 2 yıl 3 ay. Ardından tüm mektupları yazdığım son mektupla birlikte Cumhuriyet'in Ankara bürosuna gönderdim. Ama cevap gelmedi. Kızgın olduğunu düşündüm, kırgın olduğunu sandım ve yazmaya devam ettim. Bir gün tüm mektuplar bana döndü ve ben hiçbirini teslim almadığını düşünerek, bir de Tülin'in adresine yolladım. Ancak birkaç ay sonra onlar da geri dönmeye başladı. Bu arada annem zaten seni arıyordu, benim için, bizim için, Fransa'ya irtica ettiğimiz ilk günden beri. İlk ondan öğrendim Ankara'dan ayrıldığını, Tülinlerin evlenerek başka bir semte geçtiğini, Nesrin Teyze'nin ani vefatını... Bu haberden sadece birkaç gün sonra senin İstanbul'da olduğunu yine annemden, annemin elinde getirdiği Cumhuriyet Gazetesi'nden öğrendim, Alparslan'ın vekil olduğunu da aynı şekilde. Röportaj yapmıştın onunla. Tam yeniden iletişime geçecektim ki, konferans davetini aldım. Hem sen hem Alparslan'ın aynı kürsüde konuşacağı bir davet... Hemen kabul ettim ve atlayıp geldim, yazdıklarımı yüz yüze anlatayım diye. Bunların hepsi 5 yılımı aldı Asena, tam 5 yılımı."
"Demiştim yanlış adres diye."
"Bu mu tek söyleyeceğin?"
"Evet."
"Sen niye aramadın beni hiç, sen niye ulaşmaya çalışmadın? Benim seninle yaşadıklarım tek taraflı bir şey miydi?"
"Mutlu günlerimizi konuşmayacağım, onlar birer anı ve tarihteki yerini aldı. Ben seni aramaktan kaçtım, çünkü bulmak istemiyordum."
"Neden Asena neden? Neden beni bulmak istemedin?"

Bileğimde sarılı olan fuları söktüm ve yavaşça aramıza koydum. Bende bıraktığı ilk izi görebilmesi için bileğimi ona doğru uzattım.
"Bu yüzden. Sen benim kendimden vazgeçmeme sebep oldun ve ben bunu fark ettiğim an seni bulmaktan vazgeçtim."
Deniz ağlıyor, bileğimi tutarak benden özür diliyordu. Kaç kere özür dilediğini saymayı bıraktığım anda bileğimi dudaklarına götürerek öpücükler kondurmaya başladı, özür dilemeyi bırakmadan. Bileğimi hızla çektim, parmağımdaki yüzüğü çıkarıp önüne koydum, fuları da alarak ayağa kalkıp, asıl söylemek için geldiğim şeyi bir çırpıda söyledim.
"Deniz ben devam ettim, kendimden vazgeçecek noktadan geri dönerek hem de. Hiç kolay olmadı ama ardımda bırakmayı başardım. Evlendim ve gerçekten mutlu bir ailem var. O yüzden geri dön Deniz, daha önce yaptığın gibi git!"

Bir yandan akan gözyaşlarımı toplamaya çalışırken, bir yandan da ardımdan seslenen Deniz'le yeniden karşılaşmamak için hızlı adımlarla yürüyordum. Ancak kampüsün girişindeki kapıda bana yetişerek, kolumu tutup beni durdurdu.
"Ne diyorsun Asena sen? Bunu bana, bize nasıl yaparsın? Parmağında benim yüzüğümle nasıl bir başkasıyla evlenirsin?"
"O yüzük sen gittiğin gün söz olmaktan çıktı, o yüzük sen gittiğin gün bir yemine dönüştü. Bir daha aynı hataları yapmayacağımın yeminine... O yüzden hiç çıkarmadım parmağımdan bir an bile. Ama şimdi biliyorum, aynı hatayı bir daha yapmayacağım, tam da bu sebeple yüzüğe ihtiyacım yok artık."
"Hiç mi anlamı yoktu yaşadıklarımızın? Bir başka biriyle aynı şeyleri nasıl yaşayabildin?"
"Tahmin etmeliydin Deniz. Seni aramayı bırakmamdan bilmeliydin devam ettiğimi, önüme baktığımı."
"Bir dakika ya, senin soyadın da aynı. Sen vazgeçeyim diye bana yalan söylüyorsun!"
"Soyadım resmi olarak değişti. Geçmişteki yazılarım ve makalelerimin benimle bir bağı olsun diye izin aldım ve kendi soyadımı kullanıyorum yazılarda. O yüzden gazetede hala kendi soyadımla çıkıyor yayınlarım."
"Kim ya o zaman bu adam? Kim? Buradasın, benim yanımda ve tek bir kelime söylemiyor öyle mi? Sana inanmıyorum Asena!"
"Deniz..."
Cümlem Alparslan'ın sesiyle bölündü.
"Bırak karımın kolunu!"

Alparlan'ın habersiz bir şekilde gelmiş olmasının şokunu henüz atlatamamışken, kolumu bırakarak Alparslan'ın üstüne koşan Deniz, ona bir yumruk attı.
"Ulan şerefsiz! Sen ne adi biri çıktın ya? Ben sana emanet ettim Asena'yı sana! Bu mu emanet anlayışın senin? Bu muydu sana güvenmemin karşılığı?"
Etrafta neredeyse kimsecikler yoktu, olan birkaç kişi de yumruklaşmamıza rağmen bizle ilgilenmiyordu. Zaten 80 sonrası kavga bile ürkütür olmuştu herkesi. Ancak ben de aralarına girmek istemedim, çünkü yüzleşme sırası onlardaydı.
"Ben emanetine en iyi şekilde baktım!"
"Sen benim bu hayattaki en değerli şeyimi çaldın, mücadele etme sebebimi, aşkımı! Seni öldüreceğim!"
Sürekli birbirlerine yumruk atıyorlar, her cümleden sonra aralarındaki şiddet daha da artıyordu. İkisinin de yüzü yumrukların şiddetiyle çoktan kanamaya başlamıştı bile.
"Değerli şeyler bir kenara atılıp, öylece unutulmaz Deniz! Asena benim karım artık, bir daha etrafımızda görmek istemiyorum seni!"
"Ulan! Asena senin değil, benim karım! Biliyorsun değil mi, bana ait o, benim oldu, benimle oldu! Sen nasıl bir adamsın da başkasına ait bir kadınla aynı yatağa girebiliyorsun, nasıl bunu kendine yakıştırıyorsun, ya geçtim her şeyi sen bunu ona nasıl yapıyorsun? Parmağında başkasının yüzüğü, teninde başkasının izi, kalbinde başkasının aşkı! Asena asla sana ait olmayacak, ne dün, ne bugün, ne yarın..."
Alparslan, Deniz'in üzerine atlamış aralıksız yüzüne vuruyordu. Deniz'in söyledikleri beni bile sinirlendirdirmişti. Alparslan'ı Deniz'in üzerinden alarak kaldırdım. Yüzünü kontrol ediyor, iyi olup olmadığına bakıyordum. O esnada bir cümle daha kuran Deniz ayaklanmış, canımı yakmak için saydırmaya çoktan başlamıştı.
"Hadi anladım tamam, Alparslan'ı anladım, tanıdığım günden beri istediği buydu. Elimden bir şeyler almak. Sana hep aşıktı, senin hep peşindeydi. Sen, ya sen, sen? Sen nasıl yaptın? Ben senin hiç mi aklına gelmedim Alparslan'a dokunurken, onu öperken, yanında uyanırken? Hiç mi?"
Cümlesini bitirir bitirmez Deniz'e bir tokat attım.
"Sen kendini ne sanıyorsun Deniz? Ne bu seviye, nasıl konuşuyorsun benimle, evli bir kadınla? Ne sanıyorsun sahi, Alparslan'ı kandırdım, yaşadığımız hiçbir şeyi anlatmadan evlendim falan mı? İlk konuştuğum konuydu bu benim. Tek bir gün yalan söylemedim ne senle ne de başka bir şeyle ilgili. Aşk seninle olmaya dünden razı olan benimle olman değil, aşk tam olarak başkasıyla olduğunu bile bile Alparslan'ın benle olması! Şimdi geri dön ve bizi alıştırdığın sensizlikle baş başa bırak. Tek bir ima daha yaparsan aramızda kalması gereken özel anlar için attığım bu tokata şükredecek hale gelirsin. Benim pişmanlığımı arttırma!"
Deniz'in dolu dolu gözleri söylediklerimi sindirdikçe daha da doluyordu. Bunu görüp, gardımı düşürmemek için arkamı dönerek Alparslan'ın yüzüyle ilgilenmeye devam ettim.
"Gitmiyorum, hiçbir yere gitmiyorum! Artık buradayım ve kime ne emanet ettiysem geri alana dek de dönmeyeceğim!"
Deniz'in cümlesiyle Alparslan hareketlense de onu tutmayı başardım. Deniz ortalığı karıştırdıktan sonra hızla uzaklaşırken niyetini söylediği son cümleyle ortaya koymuştu: Geri dönmüş ve bir kez daha savaş boyalarını sürmüştü...

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin