Röportajların Etkisi

2 0 0
                                    

Can üçümüzle de röportajı aynı gün yapmış, ancak her bir röportajı aynı anda yayınlamayacağı için röportajın etkisini görmemiz biraz zaman alacaktı. Röportajların ardından Can'ın yanından ayrıldık, ayrılırken de röportajların nasıl bir etki yaratacağına göre üçümüz aynı anda röportaj vermek için sözleştik. Röportajlar yayınlamaya başlamışken, her şey de tahmin ettiğim gibi gidiyordu; hikayeler tüm Türkiye'yi etkilemiş, Zeynep'in neredeyse hiç desteği kalmamıştı, üstelik tüm Türkiye'nin gündemi bizdik. Bizi konuşuyorlar, bizi okuyorlar, adeta bir aşk filminin içine düşmüş gibi bizimle ilgili tartışıp duruyorlardı. O günlerin birinde Deniz, gazetedeki odamın kapısında belirdi.

"Seni görmeye ihtiyacım vardı..."
"Deniz..."
"Ne olur bana Alparslan'dan bahsetme Asena. Zor zamanlardan geçiyorum, tüm Türkiye beni suçluyor, sana ardımı döndüğümü düşünüyor. Ama sana yemin ederim, sana tüm kalbimle yemin ederim ki, bir an olsun sana sırtımı dönmedim. Zaten bilseydim asla gitmezdim, sonuç ne olursa olsun gitmezdim."
Derin bir nefes aldım, açıkçası bunu biliyordum, Deniz bebek beklediğimizi bilseydi öleceğini bilse de gitmezdi, gidemezdi...

"Deniz, Alparslan'dan bahsetmeliyiz ama. Bak bu gerçek bir evlilik artık, duymayı sevmediğini biliyorum, inan bana biliyorum. Ancak gerçek olan bu, bu evliliğin artık bir tiyatro oyunu olmadığı."
"Asena umurumda değil, inan bana değil. Ben biliyorum, çok iyi biliyorum; eğer baba olacağımı bilmeseydin o nikah masasına asla oturmazdın. Ne söylersen söyle beni ikna edemezsin, zira sen aksine inanmak istesen de bakışlarını yakaladığım her an kendimi görüyorum hala ben o gözlerde, hem de her defasında..."
Deniz mi haklıydı, yoksa Alparslan mı bilemiyordum; zira biri gözlerimde kendini gördüğünü, diğeri ise artık gözlerimde Deniz'in olmadığını söylüyordu. Haklı olan kimdi, kalbim tüm bunlara ne diyordu, asla emin olamıyordum; ancak emin olduğum bir şey vardı, o da Deniz, baba olmak üzereydi...

"Deniz, inan bana bunları seninle konuşmak beni çok zorluyor. Sürekli olarak sana Alparslan'la iyi olduğumu anlatıp durmak beni çok derinden yaralıyor. Ancak biz iyiz, hatta seni üzecek belki ama, biz gerçek bir evli çift gibiyiz. Anlıyor musun ne demek istediğimi Deniz?"
Deniz'in gözleri dolmuştu, ne demek istediğimi çok iyi anladığının farkındaydım.
"Asena o adamın sana dokunmasına izin verdiğini söyleme bana, ne olur bana bu kadarını yapma!"
"Deniz, söyledim sana bu gerçek bir evlilik ve ben, bize bir şans vermeye çalışıyorum. O adam dediğin benim kocam. Daha fazlasını söyleyip, seni daha da üzmek istemiyorum..."
"Anladım Asena, anladım. Bu bir tiyatro oyunu değil ve sen Alparslan'la mutlusun. Anladım, inan bana çok iyi anladım..."
Neredeyse gözyaşlarını içine doğru çekmek için yutkunmaktan konuşamayacak hale gelmişti.

"Özür dilerim Deniz..."
"Sakın dileme. Ben özür dilerim, seni yüzüstü bıraktığım için, hayal kırıklığına uğrattığım için, Gülten için, Suzan için. Zira her gittiğini sandığımda kendimi kaybediyor olmasaydım, şu an aramızda ne bebek ne de Alparslan olamazdı. O yüzden ben özür dilerim..."
Kafam yine karışmaya başlamıştı, ancak Deniz'in söylediklerini düşündüğümde bu konuşma Alparslan'dan saklayabileceğim bir konuşma değildi. Deniz gider gitmez Alparslan'ı aradım. Bürosunda olduğunu öğrenince de hemen yanına giderek, onunla konuşmaya başladım. Ancak anlatacaklarım bittiğinde Alparslan öfkeden deliye dönmüştü.

"Nasıl olabilir ya böyle bir şey? Deniz artık haddini çok aştı. Sanırım ben konuşmayalım, bugünden itibaren senin muhatap olmanı istemiyorum Asena. Lütfen bana söz ver."
"Hayır Alparslan bunu karşı karşıya gelin diye anlatmadım. Sadece senden bir şey saklamamak için şu an bunu seninle konuşuyorum."
"Ne diyorsun Asena sen, ne saçmalıyorsun? Adam karşına çıkıp sana aşığım demekten çekinmiyor, üstelik evlisin, evli! Deniz'i korumaktan vazgeç artık."
"Deniz'i korumuyorum Alparslan, sadece benim yüzümden yıllardır süren bu kavganızın bir son bulmasını istiyorum; bunu isterken de senden bir şey saklamamaya çalışıyorum."
"Asena sen durumun farkında değilsin sanırım. Seninle ben evlendik, üstelik bu kez sahte değil, gerçek bir evlilik. Birlikte oluyoruz, birbirimizi sevdiğimizi söylüyoruz, birbirimize sarılmış bir şekilde uyanıyoruz. Sen benim, ben seninken; bir başkası gelip de sana aşık olduğunu söyleyemez, buna izin veremezsin!"
"Benim bir şeye izin verdiğim yok Alparslan!"
"Öyle mi? O zaman nasıl bu kadar rahatça gelip konuşabiliyor bunu seninle, nasıl ya? Asena, sen bu durumdan hoşlanıyor olabilir misin?"
"Ne ima ediyorsun Alparslan sen?"
"Sorum gayet açık Asena! İma etmiyorum, sana doğrudan soruyorum: Deniz'in hala sana aşık olması, etrafında pervane oluyor olması hoşuna gidiyor olabilir mi? İkimizi birden senelerdir peşinden sürüklemekten hoşlanıyor olabilir misin?"
"Haddini aşıyorsun artık Alparslan! Neredeyse Deniz'i benim çağırdığımı söyleyeceksin. Ayrıca ben niye peşimden sürüklüyor olayım ki sizi? İkinizi de bıraktım, savaştan geri geldiğimde ikiniz de hayatınıza devam edebilin diye kendimi geri çektim. Etrafımda dönüp duran sizdiniz, ben sizi değil, siz beni bırakmadınız. Söylediklerini kulağın duysun artık!"
Alparslan söylediklerimle sakinleşmek yerine daha da öfkelenmişti. Ayakta konuşuyor, odada oradan oraya dönüp duruyordu.

"Asena biz bu Deniz'den kurtulamayacak mıyız yani, bana bunu mu söylemek istiyorsun? Açık ol artık."
"Alparslan; Deniz, Sinan'ın babası. Bu kadar tepki vereceğin bir durum yok, anlattığıma pişman etme lütfen beni."
"Asena bazen seni anlamakta o kadar zorlanıyorum ki... Daha ne yapsın abartmam için? Yeniden seninle birlikte olmaya mı başlasın? Oldu olacak bir de ikimizle aynı anda ol. Pes doğrusu, söylediklerinin nereye varacağını anlamaman da çok ilginç şu an."
Sinirle ayağa kalktım, karşısına dikildim.

"Sen ne ima ediyorsun Alparslan, az önce söylediğinin ne demek olduğunun farkında mısın?"
"Asena farkındayım. Farkındayım merak etme. Bugün aşığım diyen, yarın öper, öbür gün ne yapacağı malum. Zira Sinan bunun canlı kanıtı zaten!"
"Alparslan artık geri dönemeyeceğin cümleler kullanmaya başladın, lütfen bu muhabbet burada bitsin."
Çantamı alıp çıkmaya çalışırken Alparslan'ın kolumu sertçe tutmasıyla yerimden kıpırdayamayarak durdum, öfkesi bir an olsun dinmemişti.

"Sen bu yüzden bir bebek istemiyorsun değil mi? Bir bebeğimiz olursa ailemiz gerçek olacak, Deniz'e asla dönemeyeceksin. Bu yüzden istemiyorsun bize ait bir bebek."
Artık saçmalamaya başlamıştı, evet yeni bir bebek istemiyordum, zira biz Alparslan'la bir bebeğe zaten sahiptik. Sinan her zaman Deniz'le benden çok, Alparslan'la benim oğlum olmuştu. Bunu bilmesine rağmen böyle konuşması, beni Deniz'le ilgili imalarından daha çok yaralamıştı.
"Bebek istemiyorum Alparslan, ama Deniz'e geri dönebilmek için falan değil, zaten bizim bir oğlumuz olduğu için. Ama imaların, şu an söylediklerin, seni seçmeme rağmen hala Deniz'e geri dönecekmişim gibi davranıp durman beni çok yordu. İzninle eve geçeceğim."
"Gitmeyeceksin hiçbir yere, konuşacağız bu konuyu! Evet, Sinan bizim oğlumuz, Deniz'in dönmesi bile bu gerçeği değiştiremedi. Ama ben bize ait bir bebek istiyorum, biyolojik olarak da bize ait, ikimize... Derhal o hapları kullanmayı bırakacaksın, eğer gerçekten beni seçtiysen, eşliğin bir gereği olarak benden bir bebek yapmak için çabalayacaksın. Aksi takdirde bizim evliliğimiz asla tam bir evlilik olmayacak!"
Gözümden akan yaşın sebebi Alparslan'ın bu denli pervasızca konuşması mı yoksa benim ne istediğime kıymet vermemesi miydi o an emin olamamıştım. Ancak belliydi, gerçek evliliğimiz, bir tiyatro oyunu olan sahte evliliğimiz kadar mutlu ve keyifli geçmeyecekti; balayı bitmiş, Alparslan'la, gerçek Alparslan'la tanışma vakti gelmişti.

"Peki, nasıl isterseniz sayın bakanım. Akşam geç kalmayın da size layık olmak için nasıl çabaladığımı görün."
Cümlemin Alparslan'a ne demek istediğimi anlattığına çok emindim, zira gözlerindeki pişmanlık, bana karşı söylemek istemediği ifadeler kullandığını gösteriyordu. Ama söylemişti, az önce bana bir eş olmam gerektiğini söylemiş, hatta ona bir bebek vermemi emretmişti.
"Özür dilerim Asena... Ne olur böyle gitme. Özür dilerim, söz konusu Deniz olduğunda tadım inanılmaz kaçıyor. Seninle ilgili değil bu sözlerimin hiçbiri."
"Biliyorum Alparslan, ancak söylediklerini yiyip yutmam mümkün değil. Bu yüzden izninle, eve geçeceğim. Akşam görüşürüz."
Alparslan'ın bürosundan çıktıktan sonra doğruca eve geçtim. Ancak kapının önündeki posta kutusuna iliştirilmiş bir kartpostalı fark etmemle gerilmeye başlamıştım. Kartpostalı, Alparslan görmeden aldığım için o an kendimi şanslı hissetmiştim, hele ki, az önceki tartışmamız düşünüldüğünde. Önünde Büyükada'nın muazzam bir görüntüsünün yer aldığı kartpostalın arkasını çevirmeye korkuyordum, zira biliyordum, bu kesinlikle Deniz'dendi...

Alparslan'ın sesiyle irkildiğimde arkamdan geldiğini anlamış ve kartpostal elimde durur bir vaziyette yakalanmıştım. Hemen çantama sıkıştırmaya çalışsam da Alparslan bir kere görmüştü, belli ki, sandığım kadar şanslı bir günümde değildim.

"Deniz..."
"Alparslan inan bana şimdi gördüm. Ne yazdığını bile okumadım henüz."
"Saklamaya çalıştın ama değil mi?"
"Sadece az önceki tartışmanın üzerine bir de bu aramızı açmasın istedim."
"Çevir arkasını."
"Alparslan..."
"Çevir arkasını Asena, hemen şimdi!"
Alparslan'ı daha fazla kızdırmamak için kartpostalın ardını çevirdim. Yazan iki cümle, yine Alparslan'ı haklı çıkarmıştı: "Sen ne söylersen söyle, onunla ne yaşarsan yaşa vazgeçmeyeceğim. Sonsuza dek sürse de beklemek, bekleyeceğim."

"Ne dedim sana? Ben sana az önce ne söyledim? Senden yüz buldukça adım atıyor bu çocuk, görmüyor musun hala?"
Başımı öne eğmiştim, konuşmak için zaman kazanmaya çalışıyordum; ama Alparslan'ın beklemeye tahammülü yoktu.
"Ben bu sorunu kökünden çözeceğim Asena. Gidip konuşacağım, ver o kartpostalı!"
Alparslan'ı durdurmak için elini tuttum, şimdi sıra onu içeriye sürüklemekteydi. İkisinin benim yüzümden karşı karşıya gelip durmasını istemiyordum artık.

"Alparslan lütfen, lütfen yapma. Bu kartpostalın gelmesi değil ki meselemiz. Meselemiz benim bu kartpostala bir karşılık verip vermeyeceğim; bugün sabah vermedim, bugünden sonra da vermeyeceğim. Ne olur gitme, lütfen birkaç saat öncesine dönüp evliliğimizin keyifli zamanlarının tadını çıkaralım."
Alparslan düşünüyordu, düşünürken sessizleşirdi. Ancak sessizliği çok uzun sürmedi.
"Tamam haklısın, önemli olan senin ne yaptığın; zira beni ilgilendiren sensin. Ama gerekmedikçe bu adamı etrafında görmek istemiyorum. Sizin Sinan'dan başka konuşacak hiçbir şeyiniz olmamalı, eski aşkınız, hele ki başkasıyla, benimle evliyken; konuşma konunuz olmamalı."
"Anlıyorum seni, inan bana çabalayacağım da. Deniz'den olabildiğince kaçacağım, merak etme."
İçeri girdiğimizde onu doğrudan yatağa sürükledim, Alparslan belki ne yapmak istediğimin farkında değildi, ancak birazdan öğrenecekti.

"Ne yapıyorsun Asena, bu kadar mı özledin beni?"
"Sen ne istedin az önce benden?"
Konuşmaya başladığımda çoktan kucağına oturmuş, gömleğinin düğmelerini açmaya başlamıştım.
"Ne istedim, Deniz'den vazgeçmeni istedim..."
"Hayır sayın bakanım, bir bebek istediniz. İzin verirseniz çabalıyorum!"
Yüzümü ellerinin arasına aldı ve gözlerime bakarak konuşmaya başladı.

"Sevgilim dur, benim istediğim bu değil, böyle bir şey değil. Ben kızgınlıkla öyle emrivaki konuşmalar yaptım, özür diledim, tekrar dilerim. İkimiz de istediğimizde olması gereken bir şey bu; evet, ben bir bebek istiyorum, senle bana ait ortak bir bebeği çok istiyorum, bunu inkar edemem. Ama sen istemediğin sürece böyle bir karar vermemize gerek yok."
Alparslan'ın şefkati yeniden geri gelmişti, açıkçası o an beni ürküten bir şeydi bu; zira, hangi Alparslan'ın gerçek Alparslan olduğunu anlamakta zorlanıyordum. Belki ikisi de gerçek Alparslan'a ait davranışlardı...
"İstiyorum Alparslan. Evet söyleme biçimin çok yanlıştı, kırıldım da açık konuşmalıyım. Ancak haklı olduğun noktalar var. Ben seni, senin olmayan bir bebeği büyütmeye zorladım; şimdi sana bir bebek vermeliyim, sana ait bir bebek. Bu yüzden evet, istiyorum."
"Buna mecbur değilsin sevgilim, bizim bir oğlumuz var zaten. Haklı olan sendin."
"Biraz daha uzatırsan, beni istemediğini düşünmeye başlayacağım..."
"Asla..."
Beni kollarının arasına alarak geriye, yatağa doğru attı. O günden sonra Alparslan'ı dinlemiş, bir bebeğimiz olması için kullandığım hapları bırakmıştım. Çok geçmeden de Alparslan'a beklediği haberi vermeye hazırdım...

"Hoş geldin sevgilim!"
"Eve her geldiğimde şu neşeyi göreceksem itiraf etmeliyim ki, evde olduğun günler gün içerisinde de gelmek isteyebilirim..."
"Hadi üstünü değiştir, seni bahçede bekliyor olacağım."
"Tamam, tamam geliyorum sevgilim."
Çok geçmeden Alparslan bahçede kendi ellerimle hazırlamış olduğum, gerçek bir kutlama masası gibi görünen masada, yanımdaydı.

"Kesin bir şeyi kutluyoruz şu an! Ama ne?"
"Bugün günlerden ne diye sorup bir klişenin içerisine düşürmeyeceğim seni. Ama evet bir şey kutluyoruz!"
"Günlerden ne diye sormana gerek yok sevgilim, zira ben seninle ilgili hiçbir özel günü unutmam, unutamam zaten ve hayır, bugün, o günlerden biri değil."
"Evet, değil. Bu daha çok yeni bir haberin kutlaması gibi olacak."
"Meraklandırıyorsun beni."
"O zaman bekletmeyeyim daha fazla seni."
Yanımda duran minik bir kutuyu Alparslan'a uzattım; içinde sadece bir patik vardı, sarı renk örgülü bebek patikleri... Kutuyu açtığında neye baktığını hem biliyor hem de bilmiyormuş gibiydi; gözbebekleri şaşkınlıktan iyice büyümüş, daha çok gördüğüne inanmıyor gibi davranıyordu.

"Yoksa..."
Başımı ona 'onay' vermek için sallarken bir yandan da gülümsüyordum.
"Evet, evet sevgilim; bir bebeğimiz olacak!"
Alparslan ağlamaya başlamıştı, gözünden süzülen mutluluk gözyaşlarını sildikten sonra yanıma gelerek beni kucakladı; hatta birkaç saniye deli deli döndürüp durdu desem daha doğru olurdu sanırım.

"Tamam dur lütfen artık midem bulanacak..."
"Özür dilerim sevgilim, özür dilerim. Senin de benim de artık daha dikkatli olması lazım ve bahçe dikkatli olmamız gerektiği noktada hiç uygun değil, üşütebilirsin. Hadi içeri geçelim."
"Alparslan abartma... Hasta değilim, hamileyim. Ne olur Sinan'ın hamileliğindeki deliye dönüşeceğini söyleme bana!"
"Deli mi? Aşk olsun sevgilim, üstüne titrememin nesi delilik..."
"Tamam, tamam, latife ediyorum sadece... Hadi yemeğimizi yiyelim artık, bu kadar özendim bu sofra için."
Saçlarımdan öptükten sonra karşımdaki yerini aldı. Yemek boyunca eli patiklere gidip durmuş, konuştuğu tek şey bebeğimiz olmuştu. Çok geçmeden haberi Sinan'a ve ailelerimize de verdik. Herkes aldığı haberden kesinlikle memnun kalmıştı. Haberi vermem gereken biri daha vardı, Deniz; oğlumun babası Deniz...

Sinan'ın babası olduğu düşünüldüğünde Deniz'in Sinan'ın bir kardeşi olacağını bilmeye hakkı vardı. Ancak Alparslan'ın Can'a üçümüz aynı anda röportaj vermek için gittiğimizde patlatacağı bomba, Deniz'i bu kez derinden yaralayacaktı!

Bir Deniz SevdimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin