Bir süre sonra kesilen çatışma sesiyle kendimi yeniden bir belirsizlik içerisinde yapayalnız bulmuştum. Kapının ağırca açılmasıyla ortaya çıkan gıcırtı ile beraber dizlerime dayadığım kafamı yavaş yavaş kaldırdım, kim olduğunu bilmediğim ya da kestiremediğim üniformalı bir askerin bana uzattığı eli tutarak, yerimden kalkıp, doğruldum; o an çok emin değildim ama sanırım bu el, cehennemden çıkış vaktimin geldiğini gösteriyordu bana...
Karanlıktan ışığa çıktığımda gözlerim tam görmeye başlamadığı için etrafımda olup biteni kestiremiyor, ancak askerin üniforması üzerinde bulunan küçük bayrağın kırmızı ve beyaz detaylarını hala ayırt edebiliyordum. Beni bir araca bindiren askere, teşekkür ederek kendimi aracın arka koltuğuna bıraktım; sürekli ağlıyor, yaşadıklarımın bittiğine inanmakta zorlanıyor, hatta hayal görüp görmediğimi anlamak için kendi kollarımı çimdikleyip duruyordum. Yolda bana eşlik eden askerleri dinliyor, gerekmedikçe konuşmuyordum, zaten konuşacak halim olduğunu da söyleyemezdim.
"Asena Hanım endişelenmenizi gerektiren bir durum kalmadı. Irak ordusuyla ortaklaşa yürüttüğümüz operasyon başarıyla sona erdi. Terör örgütü mensubu olan 8 kişi ölü, diğerleri ise, yaralı olarak etkisiz hale getirilip, Irak hükümetine teslim edilmek üzere yola çıkarıldı. Başbakanımız sizi sınırda bekliyor, vatanımız için yapmış olduğunuz fedakarlıktan dolayı teşekkürlerini iletmek için."
Fedakarlık mı? Neydi yapmış olduğum fedakarlık, etrafımdaki herkesin beni uyarmasına rağmen kimseyi dinlemeyerek kendimi buralara kadar sürüklemek miydi?
"Teşekkürler, ancak ne fedakarlığı yaptığımı anlamış değilim."
"Ülkemizle terör örgütlerinin pazarlık masasını kurabileceği hiçbir bilgiyi vermediğinizin farkındayız. Zira bu süre zarfında devletimizle sizi kaçıranlardan irtibata geçen kimse olmadı. Üstelik fiziksel olarak da bunun için sizi zorladıkları ayan beyan görülüyor. Ülkemiz adına size teşekkür ederim."
Orada olduğum sürece kendimi hiç görmemiş, ama neredeyse kapanmak üzere olan gözlerimden çok da iyi halde olmadığımı biliyordum ancak, bunu başkasından, hele ki beni ilk kez gören birinden duymak, açıkçası beni endişelendirmişti. Sınıra doğru yaptığımız yolculuğun sonunda araçtaki askerlerin yardımıyla yürümeye başladım. Sınıra geldiğimde kısık gözümle bile tanıdığım Alparslan'ın kollarına attım kendimi. Oradaydı, yine ihtiyacım vardı ve o, yine oradaydı. Bana sıkıca sarıldıktan sonra saçlarımı öpen Alparslan, eliyle yüzümü kaldırdı, ben utanıyor, yüzümü saklamaya çalışıyor, ancak o yüzüme bakmakta ısrarcı davranıyordu, kaldı ki, yüzümü eğdikçe çenemden tutarak yüzümü kaldırma çabası da bu durumu adeta bana kanıtlıyordu."Bak bana, kaldır yüzünü!"
"Özür dilerim Alparslan, seni dinlemeliydim..."
"Şşşt, geçti. Evet çok korktum, çok korktuk ama geçti. Şimdi önce Ankara'ya gideceğiz, sonra İstanbul'a. Artık yanımdasın, her şey eskisinden bile güzel olacak, sana söz veriyorum!"
Başımla onu onayladıktan sonra, başbakana elimi uzatarak, elini sıkıp beni yalnız bırakmadıkları için kendilerine teşekkür ettim. Etraftaki kameralardan anladığım kadarıyla, akşam haberlerinin gündemi bendim!Alparslan'ın dediği gibi oldu; önce Ankara'ya gittik, yol boyunca sormuş olduğum tek şey, Sinan olmuştu. Sinan iyidi ve birçok şeyden habersiz annemde beni bekliyordu. Ankara'ya vardığımızda Alparslan beni tüm karşı çıkmalarıma rağmen askeri hastaneye yatırdı. Yatış işlemlerinin ardından baş ucuma oturdu ve doktorun gelmesini beklemeye başladı.
"Nasıl buldunuz beni? Nasıl haberdar oldunuz kaçırıldığımdan? Beni kaçıranlardan kimse iletişime geçmemiş sizinle, askerlerden biri söyledi gelirken."
"Aslında bulmak çok kolay olmadı. Adamlar Vahap'ı fena hırpalamış, öldü sanıp öylece bırakmışlar köyün ortasında. Birkaç gün sonra Vahap'ı bulan Irak ordusu bizimle iletişime geçti. Vahap'ı teslim aldık, hastaneye yatırdık, ancak çok kendinde sayılmazdı. Yanında bulduğumuz görüntüleri izledim, öyle öğrendim kaçırıldığını. Zaten senden haber alamayınca diplomatik görüşmeleri başlatmış ve Irak hükümetinin seni aramasını sağlamıştık. Görüntülerden sonra seni arayacağımız bölge biraz daha netleşti. Bugün de seni bulduk ve ortak operasyonla seni oradan çıkardık."
"Vahap nasıl Alparslan?"
"Merak etme o iyi. Hastaneden de çıktı. Sadece seni orada yalnız bıraktığı için kendisini suçluyor, tıpkı hepimiz gibi..."
"İyim ben, sizin suçunuz yok, bu benim tercihimdi. Kaç gündür oradayım?"
"Yaklaşık 2 haftadır. Ama bu kadar soru yeter şimdilik, artık dinlenmelisin. Ben de gidip eve haber vereyim, Deniz'i en son bıraktığımda delirmiş bir vaziyette sosyalistlerden bir ordu kurup, seni kurtarmaya çalışıyordu. Müdahale etmezsem, bir başka problemimiz daha olacak."
Alparslan beni rahatlatmak için gülümsüyor, ancak ben bu gülümsemeye karşılık veremeyecek kadar hislerimi kaybetmiştim, adeta uyuşmuş gibi davranıyordum... Alparslan hastanenin telefonuna doğru giderken, ardından seslendim.
"Alparslan, Sinan beni bu halde görsün istemiyorum. Lütfen kimse onu getirmesin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
Ficção Histórica80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...