Bugün haftanın son günüydü... Alparslanlarda yiyeceğimiz yemekle son bulacak bir gün. Güne erken başlamak için hiçbir sebebim olmadığından dolayı öğle saatlerine kadar yatakta miskinlik yaptım. Günün kalan kısmını Tülin'le geçirmek için annemden izin isteyerek evden çıktım. Annem Tülin'i severdi; şen şakrak oluşu hoşuna gider, Tülin'in yersiz merakıyla ilgili samimi şakalar yaparak, onun gerçek bir muhabir olma içgüdüsüne sahip olduğundan bahsedip dururdu.
Ama dedim ya, benim sadece Tülin'e gitmem yetmezdi, Deniz'le de görüşmem şarttı; çünkü ona bir cevap borçluydum ve bunu çok iyi biliyordum! Bu yüzden güne başlar başlamaz, bugünü Tülin'le geçirmek için izin aldım. Tülin'e vardığımda annesi Nesrin'in bir şey çakmasını istemeyen akıllı arkadaşım birkaç defteri bahçesinin masasına çoktan sıralamıştı. Bana uzattığı çaydan hemen sonra konuya giren Tülin, hiç beklemeden sordu: "Anlat bakalım, neden buradasın?"
Kesinlikle bu kızın burnu, bir magazin muhabiri kadar iyi koku alıyordu. Ona cevap olarak sadece "Deniz..." diyebildim. Hemen gözbebekleri büyüyen Tülin, birçok soruyu peş peşe sıraladı: "Biliyordum, en başından beri biliyordum! Ne oldu hemen anlat bana. Öptü mü seni?"
Tülin her zaman abartmayı severdi...
"Hayır Tülin! Sakin olur musun biraz? Sadece..."
"Sadece ne?"
"Sanırım, sanırım Deniz bana kendi dilinde ilan-ı aşk etti!"
Tülin'in gözünde bir gram şaşırma yoktu, aksine en başından beri haklı çıkmanın bir ifadesi varsa yüzünde oluşan çizgiler tam olarak bunu ifade ediyordu.
"Kuzum konu bu muydu ya? Deniz benim yakın arkadaşım, çocukluğumuz birlikte geçti, aynı zamanda komşumuz. Elbette değişimi fark ettim!"
"Bana söyledikleri kafamı karıştırdı Tülin."
"Sana ne dedi?"
Deniz'le olan hikayemizi en başından sonuna dek Tülin'e anlattım, çünkü biriyle paylaşmaya çok ihtiyacım vardı o an. Beni bir aşk filminden birkaç sahneyi izler gibi izleyen Tülin, lafım tamamlanmadığı halde birden durunca söze girdi:
"Ama... Ama bir sorun var değil mi? O yüzden bana geldin!"
"Aslında evet Tülin. Sorun ailem. Onları çok iyi tanıyorsun, hatta bazı noktalarda benden iyi... Deniz'i kabul etmezler ve bu işin sonunda ben bir seçim yapmak zorunda kalırım. Açıkçası ailemi bırakamam, her şeyden önce sahip oldukları tek şey benim. Ama şu birkaç günden öğrendim ki, ben Deniz'i de bırakamam Tülin!"
Sözlerim bittiğinde akan gözyaşlarımı gören Tülin, çoktan bana sarılmış, benimle birlikte ağlıyordu. O an Tülin'e bugüne dek çok büyük bir haksızlık yaptığımı anladım. Demir kapının açılış sesiyle ikimiz de irkilirken, gelen Deniz'i fark etmiş ve gözyaşlarımızı siliyorduk. Aslında ben henüz Deniz'le konuşmak için hazır değildim. Ancak babasını ani bir kalp kriziyle kaybetmiş olan ve sadece annesi Nesrin Teyze ile yaşayan Tülin, belli ki Deniz'i bekliyordu:
"Gel Deniz, hoş geldin!"
"Annen bizde. Bir şeyler istedi onu almaya geldim, ama yanlış zaman sanırım."
"Gel lütfen. Ben annemin istediklerini götürürüm. Sen Asena'yı yalnız bırakma!"
Tülin'in o günkü tavrı, tamamen benden yanaydı ve bu beni kesinlikle utandırıyordu... Tülin bahçe kapısından çıktığında Deniz'le yalnız kalmıştık. Aramızdaki sessizliği bozan ilk isim olan Deniz, yüzümü kaldırdı ve ıslak olan gözlerimin altında elini gezdirerek konuştu: "Seni bu kadar erken ağlatabileceğimi hiç düşünmemiştim!" Deniz'le konuşma vaktinin geldiğini o anda anladım, kaldı ki, bu bir ego değildi; tam aksine beni anladığını gösteren bir tavırdı. Söze buğulu gözlerimi temizleyerek başladım:
"Bak Deniz! Kantindeki konuşmanı yaparken karşılaştığımız o an, seni gördüğüm ilk an değildi. Ne zaman denk gelsem seni dinler, hayran hayran sana bakardım. Sadece bana gelip birkaç cümle kurduğun o gün, senin beni fark ettiğin ilk gündü. İçimdeki hisleri anlatmam çok mümkün değil, ama seni bir ömürdür tanıyor gibiyim..."
Sözümü kesen Deniz, sadece 'Ben de...' diyebildi. Deniz'in sessizliğinden güç bularak devam ettim: "Deniz, bak; her masal mutlu sonla bitmez! Ben seninle sadece üç gündür tanışıyorum ve aileme tonla yalan söyledim bu üç günde. Biz olamayız, biz birbirimizi tüketiriz." Cümlemi bitirdiğimde çoktan gözyaşlarına boğulmuştum. Beni kendine doğru çeken ve başımı göğsüne yaslayan Deniz, sadece tek bir derin nefes almış ve hislerini anlatmaya başlamıştı:
"Asena, beni ne olur anla. Ben senden çiçekli bahçeler istemiyorum. Ben sadece bana senin için mücadele edebilecek bir alan aç istiyorum! Bir sıfat..."
"Yapamam Deniz, bu kadar derdin, bu kadar mücadele alanın varken yapamam! Bir de ben yük olamam sana!"
Cümlem biter bitmez artan gözyaşlarım Deniz'in göğsünde yerçekimine karşı duramıyordu. O anda açılan kapı bile bizim pozisyonumuzu bozmayı başaramamıştı. Kafamı kaldırmak için hareket ettiğimde kafamı yeniden göğsüne bastıran Deniz, gelenin Tülin olduğunu konuşmadan anlatmayı başarmıştı. Deniz'le akan gözyaşlarım sanki her şeyi alıp götürecek, tüm sorunlarımızı birden çözecekti. Ama öyle olmayacağını çok iyi biliyordum. Tülin'in "Tamam toparlanın artık, hiçbir şey bitmedi!" diyen sesiyle kendime geldim. Haklıydı belki de: Henüz hiçbir şey bitmemişti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Deniz Sevdim
Ficção Histórica80'lerin politik ortamında geçen gelgitli bir aşk ve devrimin en güzel hali: sevgi! Bir Deniz Sevdim, başlıyor...